Resim4

Canem AVCI ŞİŞMAN – Seçim mi, Hile Yumağı mı?

Canem AVCI ŞİŞMAN
Avukat
av.canemavci@gmail.com

Seçim mi, Hile Yumağı mı?

Tüm dünyada demokra­sinin asgari koşulu sınav ve seçim güvenliği olarak kabul edilmektedir.

Yurttaşın iradesinin gerçeğe uy­gun şekilde sandıktan çıkmasını sağlamak ise seçim güvenliğinin ön şartını oluşturmaktadır. Zira demokrasi, seçimle gelinen de­ğil seçimle gidilen sisteme denir. Bunun için ise seçimlerin bağımsız ve tarafsız bir makam tarafından yönetilmesi ve denetlenmesi gerekmektedir.

Seçimlerin sağlıklı şekilde gerçek­leşmesi hükümetlerden bağımsız olarak devlet aygıtının görevidir. Gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkelerde, bilhassa seçimli oto­riter rejimlerde iktidarlar, çeşitli yöntemlerle seçimlere müdahale etme eğiliminde olabilirler. Açık veya örtülü müdahale zemininin uygun olduğu böylesi seçim sü­reçlerinde; özellikle sandık ve oy güvenliğinin sağlanmasında göz­ler her zaman muhalefet partileri­ne, sivil inisiyatiflere ve yurttaşlara dönmektedir.

Bu noktada siyasi ve sivil aktörle­re önemli sorumluluklar düştüğü yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıksa da seçim güven­liği değerlendirmelerini, sandık güvenliğinin ötesindeki alt kırılım­lardan ve asıl görevli kurumların sorumluluğundan soyutlanmış bir şekilde değerlendirmek mümkün değildir.

Sivil alanın zorunlu sandık pratiği / sandığın ötesinde seçim güvenliği

Türkiye son on yılda, referandum dahil olmak üzere on kez sandık başına gitti. Medyada yaygın o­larak kullanılan “sandık başına gitme” ifadesini, burada özellikle vurgulamak gerekmektedir.

Yurttaşların sandık başına giderek oy kullandıkları bir sürecin; adil, demokratik ve meşru bir seçime dönüşmesi için en az sayım ve dö­küm işleminin dürüstlüğü kadar belirleyici olan birçok demokratik seçim ilkesi bulunmaktadır.

Yakın geçmişten bugüne, Türkiye’deki seçim süreçlerinin adil, eşit ve özgür bir ortamda ger­çekleşmediği; Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi gibi resmi olarak, uluslararası bağım­sız seçim gözlemciliği yapan ku­ruluşların raporları ile de ortaya konmaktadır.

Bu tespitlerin dayanağında ise başlıca; AİHM kararlarına rağmen siyasi tutukluluğun yaygınlığı, siyasi partilerin kapatılmasına yönelik dava süreçleri, toplanma, örgütlenme, basın ve ifade özgür­lüğüne yönelik kısıtlamalar yer almaktadır.

Partileşen kurumların gölgesi

21 yıldır devam eden AKP ikti­darının evrildiği tek adam rejimi; devlet eliyle gerçekleştirdiği hak ihlallerini, 2023 yılı genel seçimleri sürecinde de şiddetini doğrusal olarak artırarak devam ettirmiştir.

Seçime sayılı günler kala ana akım medyada, Yüksek Seçim Kurulu’nun görevlerini sözde la­yıkıyla yerine getirdiği ispatlamak üzere TRT’deki resmi propaganda süreçleri hakkında haberler yer aldı. Bununla birlikte, eşzamanlı olarak RTÜK üyeleri İlhan Taşcı ve Tuncay Keser’in şu tespitleri var: TRT Haber’in 1 Nisan–11 Mayıs arasında gerçekleştirdiği canlı ya­yınlarda, Recep Tayyip Erdoğan’a 48 saati aşkın süre yer verilirken, Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na ise yalnızca 32 dakikalık süre ayrıldı. Bu olguya ilişkin tespitleri, muha­lif basında dahi yeterli düzeyde haberleşemedi. Seçim güvenliği bakımından, adayların eşit ve de­mokratik propaganda olanakları­na sahip olması noktasında garan­törlük görevi üstlenmesi gereken TRT, kamu yayıncısı sıfatını yitirdi­ğini bir kez daha tescilledi.

Kendi tarihinin Türkiye Cumhuriyeti tarihi ile özdeş ol­duğunu kabul eden ve bugün hala yüzde 47,75 hissesi Hazine Müsteşarlığı’na ait olan Anadolu Ajansı’nın Genel Müdürü, seçim öncesinde yaptığı açıklamalarla şirket tüzel kişiliğinin arkasına saklanarak sorumluluğunu, seçim verilerini yalnızca müşterilerine sağlıklı ve güvenilir bir şekilde ser­vis etme yükümlülüğüne indirge­meye çalıştı.  

Ülkenin resmi ajansı, 2019 yılında gerçekleştirilen yerel seçimlerde özellikle İstanbul ve Ankara’nın seçim sonuçlarında gösterdiği ma­nipülasyon tecrübesini bu seçim sürecine de taşıdı. Anadolu Ajansı bu kez veri akışını durdurma gaf­letine düşmek yerine, açıkladığı oy oranları ile sandık güvenliği­ni sağlamak için görev başında olan yurttaşların motivasyonunu kırarak sonuçlara müdahale için uygun bir zemin hazırlama çabası sarf etti.

Buna karşılık Anka Haber Ajansı da seçimin ilk turunda özellikle veri akışı aşamasında gösterdiği düşük performans ile verilerin tam, doğ­ru ve tarafsız bir şekilde yurttaşa ulaştırılması için önemli bir alter­natif imkanını ortadan kaldırdı.

Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim öncesin­de yaptığı “Herkes emin olsun, tam 1,5 yıldır çalışıyoruz, sandık güvenliğini yüzde 100 sağladık.” şeklindeki açıklamasına rağmen, 14 Mayıs sabahı başlayan ıslak im­zalı tutanaklara erişim tartışmaları maalesef CHP’nin sandık güvenliği ile ilgili zafiyetini de açığa çıkardı.

Seçimlerin huzur ve güven orta­mı içerisinde geçmesi için tedbir almakla yükümlü olan İç İşleri Bakanlığı ise kendi görevini bir kenara bırakarak kolluk kuvvet­leri marifetiyle paralel bir seçim takip sistemi oluşturmaya yönelik birden çok girişimde bulunurken, Erzurum mitingi sırasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik sal­dırıda yurttaşlar yaralandı. Seçim günü yaşanan saldırı, darp, linç girişimleri ise ne yazık ki çoğun­lukla “münferit” olaylar olarak değerlendirildi.

Umutsuzluğa teslim olmamak

Tüm bunlarla birlikte, Millet İttifakı’nın yürüttüğü olumlu kam­panyaya karşı, Cumhur İttifakı yal­nızca kara propaganda ile iletişim teknolojisinin bütün araçlarını kullanarak seçmenin iradesini fe­sada uğrattı. Serbest seçim ilkesini temelinden sarsan, montaj vide­olarla donanmış bu kara propa­gandanın olası etkileri üzerine hiç düşülmemesi ve çalışılmaması da sonuçları önemli ölçüde etkiledi.

28 Mayıs’tan bugüne, özellikle toplumsal muhalefeti geriye gö­türme tehlikesi taşıyan bir hayal kırıklığı yaşıyoruz. Bu durumun, u­mutsuzluğa dönüşmesi haliyle baş etmeye çalışıyoruz. Uğradığımız yenilginin altından kalkıp yeni­den başlamak için de oldukça az vaktimiz kaldı. Önümüzdeki yerel seçimlere bir takvimden daha yakınız.

Geçtiğimiz süreci, somut olaylar üzerinden değerlendirmek is­tememin asıl sebebi ise ülkenin karanlığını seçim güvenliği üze­rinden ortaya koymaktan çok, sürdürmek zorunda olduğumuz mücadelede, karşımızda yalnızca siyasal İslamcı bir iktidar değil o­nun siyasallaştırdığı kurumlar da olduğunu tekrar hatırlatmaktı.

Şu andan itibaren -seçim güven­liği de dahil olmak üzere- bu de­neyimlerden çıkardığımız dersleri harç olarak kullanmak ve en iyi bildiğimiz şeyi, yani örgütlenme­yi ve dayanışmayı yeniden inşa etmek, bizim için bir tercih değil mecburiyettir.