Seçim mi, Hile Yumağı mı?
Tüm dünyada demokrasinin asgari koşulu sınav ve seçim güvenliği olarak kabul edilmektedir.
Yurttaşın iradesinin gerçeğe uygun şekilde sandıktan çıkmasını sağlamak ise seçim güvenliğinin ön şartını oluşturmaktadır. Zira demokrasi, seçimle gelinen değil seçimle gidilen sisteme denir. Bunun için ise seçimlerin bağımsız ve tarafsız bir makam tarafından yönetilmesi ve denetlenmesi gerekmektedir.
Seçimlerin sağlıklı şekilde gerçekleşmesi hükümetlerden bağımsız olarak devlet aygıtının görevidir. Gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkelerde, bilhassa seçimli otoriter rejimlerde iktidarlar, çeşitli yöntemlerle seçimlere müdahale etme eğiliminde olabilirler. Açık veya örtülü müdahale zemininin uygun olduğu böylesi seçim süreçlerinde; özellikle sandık ve oy güvenliğinin sağlanmasında gözler her zaman muhalefet partilerine, sivil inisiyatiflere ve yurttaşlara dönmektedir.
Bu noktada siyasi ve sivil aktörlere önemli sorumluluklar düştüğü yadsınamaz bir gerçek olarak karşımıza çıksa da seçim güvenliği değerlendirmelerini, sandık güvenliğinin ötesindeki alt kırılımlardan ve asıl görevli kurumların sorumluluğundan soyutlanmış bir şekilde değerlendirmek mümkün değildir.
Sivil alanın zorunlu sandık pratiği / sandığın ötesinde seçim güvenliği
Türkiye son on yılda, referandum dahil olmak üzere on kez sandık başına gitti. Medyada yaygın olarak kullanılan “sandık başına gitme” ifadesini, burada özellikle vurgulamak gerekmektedir.
Yurttaşların sandık başına giderek oy kullandıkları bir sürecin; adil, demokratik ve meşru bir seçime dönüşmesi için en az sayım ve döküm işleminin dürüstlüğü kadar belirleyici olan birçok demokratik seçim ilkesi bulunmaktadır.
Yakın geçmişten bugüne, Türkiye’deki seçim süreçlerinin adil, eşit ve özgür bir ortamda gerçekleşmediği; Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi gibi resmi olarak, uluslararası bağımsız seçim gözlemciliği yapan kuruluşların raporları ile de ortaya konmaktadır.
Bu tespitlerin dayanağında ise başlıca; AİHM kararlarına rağmen siyasi tutukluluğun yaygınlığı, siyasi partilerin kapatılmasına yönelik dava süreçleri, toplanma, örgütlenme, basın ve ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar yer almaktadır.
Partileşen kurumların gölgesi
21 yıldır devam eden AKP iktidarının evrildiği tek adam rejimi; devlet eliyle gerçekleştirdiği hak ihlallerini, 2023 yılı genel seçimleri sürecinde de şiddetini doğrusal olarak artırarak devam ettirmiştir.
Seçime sayılı günler kala ana akım medyada, Yüksek Seçim Kurulu’nun görevlerini sözde layıkıyla yerine getirdiği ispatlamak üzere TRT’deki resmi propaganda süreçleri hakkında haberler yer aldı. Bununla birlikte, eşzamanlı olarak RTÜK üyeleri İlhan Taşcı ve Tuncay Keser’in şu tespitleri var: TRT Haber’in 1 Nisan–11 Mayıs arasında gerçekleştirdiği canlı yayınlarda, Recep Tayyip Erdoğan’a 48 saati aşkın süre yer verilirken, Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na ise yalnızca 32 dakikalık süre ayrıldı. Bu olguya ilişkin tespitleri, muhalif basında dahi yeterli düzeyde haberleşemedi. Seçim güvenliği bakımından, adayların eşit ve demokratik propaganda olanaklarına sahip olması noktasında garantörlük görevi üstlenmesi gereken TRT, kamu yayıncısı sıfatını yitirdiğini bir kez daha tescilledi.
Kendi tarihinin Türkiye Cumhuriyeti tarihi ile özdeş olduğunu kabul eden ve bugün hala yüzde 47,75 hissesi Hazine Müsteşarlığı’na ait olan Anadolu Ajansı’nın Genel Müdürü, seçim öncesinde yaptığı açıklamalarla şirket tüzel kişiliğinin arkasına saklanarak sorumluluğunu, seçim verilerini yalnızca müşterilerine sağlıklı ve güvenilir bir şekilde servis etme yükümlülüğüne indirgemeye çalıştı.
Ülkenin resmi ajansı, 2019 yılında gerçekleştirilen yerel seçimlerde özellikle İstanbul ve Ankara’nın seçim sonuçlarında gösterdiği manipülasyon tecrübesini bu seçim sürecine de taşıdı. Anadolu Ajansı bu kez veri akışını durdurma gafletine düşmek yerine, açıkladığı oy oranları ile sandık güvenliğini sağlamak için görev başında olan yurttaşların motivasyonunu kırarak sonuçlara müdahale için uygun bir zemin hazırlama çabası sarf etti.
Buna karşılık Anka Haber Ajansı da seçimin ilk turunda özellikle veri akışı aşamasında gösterdiği düşük performans ile verilerin tam, doğru ve tarafsız bir şekilde yurttaşa ulaştırılması için önemli bir alternatif imkanını ortadan kaldırdı.
Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim öncesinde yaptığı “Herkes emin olsun, tam 1,5 yıldır çalışıyoruz, sandık güvenliğini yüzde 100 sağladık.” şeklindeki açıklamasına rağmen, 14 Mayıs sabahı başlayan ıslak imzalı tutanaklara erişim tartışmaları maalesef CHP’nin sandık güvenliği ile ilgili zafiyetini de açığa çıkardı.
Seçimlerin huzur ve güven ortamı içerisinde geçmesi için tedbir almakla yükümlü olan İç İşleri Bakanlığı ise kendi görevini bir kenara bırakarak kolluk kuvvetleri marifetiyle paralel bir seçim takip sistemi oluşturmaya yönelik birden çok girişimde bulunurken, Erzurum mitingi sırasında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik saldırıda yurttaşlar yaralandı. Seçim günü yaşanan saldırı, darp, linç girişimleri ise ne yazık ki çoğunlukla “münferit” olaylar olarak değerlendirildi.
Umutsuzluğa teslim olmamak
Tüm bunlarla birlikte, Millet İttifakı’nın yürüttüğü olumlu kampanyaya karşı, Cumhur İttifakı yalnızca kara propaganda ile iletişim teknolojisinin bütün araçlarını kullanarak seçmenin iradesini fesada uğrattı. Serbest seçim ilkesini temelinden sarsan, montaj videolarla donanmış bu kara propagandanın olası etkileri üzerine hiç düşülmemesi ve çalışılmaması da sonuçları önemli ölçüde etkiledi.
28 Mayıs’tan bugüne, özellikle toplumsal muhalefeti geriye götürme tehlikesi taşıyan bir hayal kırıklığı yaşıyoruz. Bu durumun, umutsuzluğa dönüşmesi haliyle baş etmeye çalışıyoruz. Uğradığımız yenilginin altından kalkıp yeniden başlamak için de oldukça az vaktimiz kaldı. Önümüzdeki yerel seçimlere bir takvimden daha yakınız.
Geçtiğimiz süreci, somut olaylar üzerinden değerlendirmek istememin asıl sebebi ise ülkenin karanlığını seçim güvenliği üzerinden ortaya koymaktan çok, sürdürmek zorunda olduğumuz mücadelede, karşımızda yalnızca siyasal İslamcı bir iktidar değil onun siyasallaştırdığı kurumlar da olduğunu tekrar hatırlatmaktı.
Şu andan itibaren -seçim güvenliği de dahil olmak üzere- bu deneyimlerden çıkardığımız dersleri harç olarak kullanmak ve en iyi bildiğimiz şeyi, yani örgütlenmeyi ve dayanışmayı yeniden inşa etmek, bizim için bir tercih değil mecburiyettir.