Canan Güllü – Siyasal İktidarın Kurguladığı Yolda “Laiklik”

Biz kadınlar, 16 yıldır “makbul kadını” dayatan AKP politikalarının yarattığı iklimde nefes alamıyoruz.

Boşanmayı zorlaştırma, kürtajı önleme, kadınları evlenmeye ve doğurmaya teşvik etme konusunda her gün yeni politik araçlar geliştirilme çabası, siyasal iktidarın kurguladığı ailede yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu gösteriyor.  Ama aileden-Diyanet’e, kadınları muhtaç bireyler olarak gören yardım politikalarından, iş gücü piyasalarının kadınlar aleyhine örgütlenmesine, müftülük nikahından kürtaj yasağına kadar geniş bir yelpazede kadının kazanılmış haklarının sınırlanması söz konusu.

Bu süreçte, ülkenin özellikle son 5 yıl içinde başka bir yönetim sistemine doğru sürüklendiğini ve bu sürüklenmenin her geçen yılla birlikte ivme kazandığını, bilfiil yaşayanlar olarak görmemek ise imkansız. Fiili olarak ne demokrasinin, ne de hukukun artık işlevsel olduğundan bahsedebiliriz. Elbette bu işlevselsizliğin de, gene en kritik noktada kadınları ve LGBTİ’leri vurduğu çok önemli bir gerçek. Bunun en temel sebebi ise yaratılmaya çalışılan ve büyük oranda da başarılan otoriter, antidemokratik ve hukuksuz sistemin özel alanı da içermesi.

Tam bir makbul kadın!

Bu da demek oluyor ki,  Türkiye’nin kadın politikası tehlikeli ve geri dönülemez bir biçimde değişiyor.

Cumhurbaşkanının makbul kadın tanımı zaten bizim bin yıldır dinlediğimiz, maruz kaldığımız ve öyle olmaya her taraftan zorlandığımız bir kadın tanımı. Heteroseksüel aile içerisinde kendini evine, kocasına, çok sayıdaki çocuklarına adamış, fedakar, erkek ile kendini aynı kefeye koymaya çalışmayan ve bütün bunları layıkıyla yapabilmesi için doğal olarak dışarıda çalışmayan bir kadın… Tam bir makbul kadın! Cumhurbaşkanı bilmediğimiz bir şey söylemiyor. Fakat bu açıklama, cumhurbaşkanının kadın-erkek eşitliğine inanmadığını belirttiği diğer açıklamalarıyla-ve iktidarın başka önemli isimlerinden de buna benzer açıklamaları ile- ve müftülük nikahı gibi bir anda kamuoyunun gündemine getirilen ve hiçbir tartışmaya alan bırakmadan kucağımıza bırakılan kadın düşmanı politikalarla beraber değerlendirildiğinde çok önemli.

Müftülüklere nikah yetkisi ne anlama geliyor?

Asıl adı  “Nüfus Hizmetleri Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” olmasına rağmen, kamuoyuna müftülere verilmesi düşünülen nikah yetkisi nedeniyle “müftülük tasarısı” olarak anılan ve parlamentoda kabul edilen tasarı ve kanunlaşma sürecini etraflıca paylaşmak isterim. TBMM’nin kapanmasına 1 gün kala meclise sevk edilen tasarıda, aslında kadın örgütleri olarak ilk dikkatimizi çeken 6. maddede, “il ve ilçe müftülüklerine nikah yetkisi” önerilmesi olmuştu. Mevcut içeriği, bu maddenin tek başına anayasaya aykırı bir yasal düzenleme olmasına yeterdi. Kadın örgütleri, bu coğrafyada çok uzun yıllardır sahada mücadele eder ve öngörüleri hep doğru çıkmıştır. Çünkü anayasanın değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen 4 maddesinden biri olan laiklik ilkesi bu yetki ile yok edilmiş oluyordu.

Müftülüklere verilen bu yetki, “Türkiye Cumhuriyeti demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” ilkesinin, Anayasa’nın 174/4 maddesi ile koruma altına alınan Devrim Kanunları içinde olan “evlilik akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağı” hükmünün ve Medeni Kanun’un resmi nikah hükmünün ihlaline yol açacaktır. Bu hüküm, anayasada mevcut iken yürürlükte nikahı kıyacak memur tanımına müftülük eklenmesi -ki burada bir kelime oyunu yoluyla nikahı kimin kıyacağı konusunda izlenecek yolun belirsiz bırakılması- yasaya aykırıdır. 1934’te yürürlüğe giren Medeni Kanun’un en önemli özelliği, kadınların miras hakkından yararlanması ve Diyanet dışında bir kurum olan belediye nikahının geçerli kılınmasıdır. 3 Ekim 2017 tarihinde TBMM genel kuruluna rövanş alır gibi getirilen bu tasarı ile kadınların koruma kalkanı olan “laiklik” yara almıştır. Çünkü şahısların birbirleriyle eşitlik esasına dayanan ilişkilerinin düzenlendiği Medeni Kanun’a aykırı bir düzenleme getirilmeye çalışılması akla İslam hukuku kurallarını getirmektedir.

Yalnızca müftülük meselesi mi?

Tasarıda diğer bir dikkat çekici madde de 5/4 idi. Kısaca, kimlik edinmede beyan usulü düzenlemesi olan bu madde, aslında daha önce de kanunda vardı. Düzenlemenin amacı ise, teknolojinin gelişmediği dönemde kar altında kalan köylerde doğum olaylarının bildirimi için kolaylık sağlamaktı. Ancak günümüzde bu maddenin kaldırılması gerekirken, maddeye eklenen mülki idare amirleri ve aile hekimlerine ilişkin ibare, değişikliğin art niyetini ortaya koyuyordu. Şöyle ki; bu madde ile herhangi bir sağlık ocağı ya da hastanede doğum yapmamış, evde doğum yapmış kişilerin doğan bebeğin kimlik edinmesi işlemi için doğum olayını baba, dede, babaanne, ya da çocuklardan herhangi biri nüfus dairesine bildirebilir. Bu bildirim için herhangi bir yetkili doğrudan denetimle mükellef değil. Yani anne kaçırılıp zorla dini nikahla küçük yaşta evlendirilmiş mi, zorla tutuluyor mu, gibi sorular sorulmadan kimlik düzenleme imkanı verilebilmektedir. Buradaki art niyetin ilki; mülki idare amirinin tercihiyle aile hekimlerine sözlü beyanın doğruluğu araştırılabileceğini düzenlemiş olmasıdır. Yani aslında bu denetim mülki idare amirinin isteğine bağlı hale getirilmiştir ve yalnızca aile hekimlerince beyanların doğruluğu araştırılabilecektir.

Yasa koyucunun art niyetinin göstergesi olarak okunabilecek diğer husus; il ve ilçelerde görev yapan aile hekimliği birimlerinin adının geçirilmesi ile ise bu tür kimlik edinmenin iller bazında yaygınlaşmasına sebep olacak olmasıdır. Böylelikle 2017 başlarında TBMM’ye gelen ve kısaca tecavüz önergesi olarak anılan önerge içinde yer alan kaçırma ya da zorla erken yaşta evlenmiş olan çiftler üzerinden kamu davasını bertaraf ederek kimlik edinme işleminin tamamlanması söz konusudur. Çünkü bu vakalar doğum için hastaneye gidildiğinde, erken yaş tespit edildiği için çiftler hakkında dava açılıyor, kadın rızam dahilinde deyince olay kamu davasına dönüşüyor ve kamu davası süreci uzun olduğunda bu süreçte kimliksiz çocuklarla, tutuklanan koca nedeniyle aile mağdur oluyordu. Hükümetin asıl çözüm bulması gereken konu erken yaş evliliklerine cezai müeyyide konusundaki ısrarını sürdürerek, takip yöntemleri geliştirmek olmalıyken, doğumları hastane ya da aile hekimi kontrolü dışında evde yapılması yoluna yönlendirerek, hem erken yaş evliliklerinin önüne set çekme yerine kolaylaştırıcılık yapmakta, hem çoklu evliklerin önünü açmaktadır.

Kadının adresi, soyadı ve kimliğine yönelik hamleler

Tasarıda kadını birey olarak görmemek adına kazanılmış tüm haklarına sekte vuran maddelerden biri de 13. maddedir. Bu madde ile huzurevinde, yaşlı bakım merkezlerinde kalanlara adres bildirimlerinde kolaylık getirilirken; ısrarla, tam 4 seçim döneminde de,  sığınmaevinde kalan ve oy kullanamayan kadınlar için bildirim kolaylığı getirilmemiştir.

Yine yasanın 25. maddesi, AİHM tarafından tanınan kadınlara evlenirken kızlık soyadını kullanma yetkisinin eski evlilikler için mahkeme yoluyla alınmasına kolaylık getirmezken, yeni evlenen çiftlerden kızlık soyadını kullananlara, nüfus müdürlüklerine verilecek bir dilekçe başvurusu ile bu kullanım haklarından vazgeçme kolaylığı getirmektedir. Birlikte düşünelim: Evlendiniz ve kendi soyadınızı da kullanıyorsunuz. Bir sure sonra, eşiniz veya eşinizin ailesi sizden mahalle baskısı nedeniyle bu soyadından vazgeçmenizi talep ettiğinde, sizin için önemli olan artık kurduğunuz yuvada huzurlu vakit geçirmektir. Bu nedenle de bir A4 kağıdı imzalayarak soyadınızdan hemen vazgeçebileceğiniz bir yöntemdir aslında dilekçe kolaylığı.

Tasarıya dönersek; 31. madde ile bir yabancının kimlik edinirken genel ahlak kriteri konusunda sınavı geçmesi zorunlu kılınmıştır. Nedir genel ahlak kriteri? Kime ve neye göre değişir?  Kim karar verecektir? Kadın örgütleri olarak çok mücadele ettiğimiz bir terimdir genel ahlak. Hatırlayın, İstanbul’da, Bağdat Caddesi’nde gece yarısını geçen saatlerde tecavüze uğrayan genç kadın için ilk kullanılan cümle, “o saate işi neydi sokakta?” olmuştu yazılı basında. Yani evli ve 2 çocuklu bir adamın yani failin gecenin o saatinde tecavüz eyleminde bulunması şaşkınlık yaratmamıştı toplumun bir kesiminde.

Çoklu saldırı, çoklu mücadele!

Biz taslakta diğer maddeleri bir yana bırakarak, bizlerin saha çalışmaları gereği en önemli olarak gördüğümüz ve uygulanması ile ciddi sorunlar yaratacağına inandığımız bu konularla ilgili söylem geliştirerek karşı çıkışımızı nedenleri ile anlatmaya başladık. Taslak TBMM tatile girmeden alelacele getirildi ve meclisin ilk günü genel kurulda üzerinde konuşulması önlendi. Ayrıca bu tasarının nüfus yasası olarak değil de, dindar seçmene yönelik olarak “müftülere yetki veriyoruz istemiyorlar” söylemi ile isminden ayrı olarak gündeme getirilmesini sağlandı. STK’lar olarak iki ay süreyle sahada birbirlerimizle görüş alışverişi yaparak, ortak metin ve eylemle mücadelemizi sürdürdük. Aslında İçinde bulunduğumuz süreçte kazandıkları hakları kaybetmekle yüz yüze kalan kadınlar, iktidar tarafından pek çok kez de sadece kadın oldukları için aşağılanmaya maruz kaldı. Kadınların kılık ve kıyafetleri çokça gündem oldu. Kürtaj, doğum kontrol hakları, sezaryen seçimi gibi kadın üreme sağlığı ve hakları kadınların ellerinden alındı. Hamile olarak sokaklarda dolaşmaları eleştiri konusu oldu; annelerin oğullarını diz kapaklarıyla tahrik edebilecekleri gibi pervasız tartışmalar yaratıldı. Ensest konusu bizzat diyanet tarafından önemsiz gösterilmek suretiyle tartışmaya açıldı. Yalnız yaşayan, bekar kadınları toplumda “iffetsiz” damgasıyla yaftalayacak söylemler her fırsatta yinelendi. Kadınların kahkahaları, kadınların kırmızı ruju, kadınların şortu gibi akla hayale gelmeyecek detaylar, kadın düşmanlığının üretilmesine araç oldu. Yani birden fazla cephede savaşıyor, darbelere karşı muhalefet etme gayreti sergiliyorduk.

Tasarının meclise geldiği andan 3 gün sonra, Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu olarak Sn. Cumhurbaşkanı’na tasarıyı TBMM gündemine getiren partinin Genel Başkanı olması ve Cumhurbaşkanı sıfatı ile bir mektup yayınladık[1].  Bu mektup ile tasarı ile hedeflenen olayın kara deliklerinden bahsettik ve geri çekilerek tartışılmasını ve gerekirse yeniden düzenlenerek meclise getirilmesi talebimizi ilettik. Tüm bu süreçte muhalefet partileri konuyu sadece nikah yetkisinin müftülüklere verilirken, diğer cemaat mensuplarına verilip verilmeyeceği çerçevesinde savunuya oturtuyordu. Tam da iktidarın istediği şekilde yürüyordu her şey: “Papaza da yetki verecek misiniz?” “cemevinde nikah kıyılacak mı?”; “imamların kıydığı nikah geçerli olacak mı?” gibi savunulara verilen cevaplar, tabi ki itirazları haklı konuma çıkarma yönündeyken, aslında işin hiç de öyle olmadığını dillendirme fırsatı yakaladığımız bir ulusal kanalda yayından alındık. O tarihten sonra da hiçbir görsel medya da yayına alınmadık. Bir yanda OHAL yasağı varken sokakları çok da sıkıntıya koymama adına, diplomasi çerçevesinde yürütmeye gayret ettiğimiz mücadelede bir başka sorun ile karşılaştık: Arkadaşlarımızla birlikte,  TBMM’ye alınmadık.

“Vatandaş istiyor” söyleminin ardında…

İktidar, “dininizi yaşamanıza izin verilmiyor” söylemi çerçevesine oturttu tasarıyı. Hatta birçok kişi “vatandaş istiyor” söylemi ile konuşmasına başladı. Kimdi bunu isteyen vatandaş? İş ve aş bulmaktan muzdarip vatandaşın ekonomik sorunlarla boğuştuğu bir süreçte nikahı kıyacak kişinin kim olmasını düşünmesi kadar saçma bir argüman olamazdı. Ki; tasarı genel gerekçesinde, kargaların güleceği bir gerekçe yazılmış ve denmişti ki: “Vatandaşlarımızın evlenme işlemlerini kolaylaştırmak ve daha kolay ve seri bir şekilde hizmet almalarını sağlamak amacıyla il ve ilçe müftülüklerine de evlendirme memurluğu yetkisi verilmelidir”. Bizler de savunmamızda, “ülkede nikah günü almakta zorluk yaşayan biri ya da birileri mi oldu?”; “hatta dini nikahımı kıydıramıyorum diyen kimse var mı?” diye sormuştuk. Ancak hedef belliydi ve süreçte kulaklar tıkalıydı. Sonuç olarak,  İçişleri Bakanlığı tarafından hiçbir kurumun görüşü alınmadan hazırlanan tasarı, TBMM Genel Kurulu’nda kadın örgütlerinin karşı çıktığı beyan usulü konusuna cebir unsuru getirilerek, genel ahlak kriteri de kaldırılarak 17 Ekim 2017 tarihinde muhalefet partilerinden bazılarının girmediği oylama ile kabul edildi ve 3 Kasım 2017 tarihinde de resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi:  Laiklik vuruldu!

 

[1] http://www.tkdf.org.tr/haberlerduyurular.aspx?id=581

*Canan GÜLLÜ
Türkiye Kadın Dernekleri
Federasyonu Başkanı
cgullu@gmail.com

Bir cevap yazın