1 Kasım 2015 seçim sonuçlarını neye bağlamalı? Aslında yenilgi hissi ağırlıklı olarak psikolojik. Psikolojik; çünkü denklemden 7 Haziran’ı çıkardığımızda, sonuç, kimi açılardan olumlu bile görülebilir. 2011’deki genel seçimleri anımsayalım: AKP % 50’ye yakın oy almış, Kürt hareketinin ve diğer partilerin barajı geçememeleri sonucu 326 milletvekili çıkarmıştı. Bu kez yaklaşık olarak % 50 civarında oyla 317 milletvekili çıkarıyor. MHP o seçimde % 13 civarında oy almış, 53 milletvekili çıkarmıştı. Bugünse % 12’ye yakın oyuyla 40 milletvekili çıkarıyor. CHP % 26’ya yakın oyuyla 135 milletvekili çıkarmıştı. Bugünse % 25’e yakın oyuyla 134 milletvekili çıkarıyor. Dolayısıyla, CHP için büyük fark yok. MHP için büyük düşüş var. AKP içinse, HDP’nin barajı geçmesi sonucu aynı oyla daha az milletvekili var. Hepsi bu… 7 Haziran’la 1 Kasım’ı karşılaştırmak elbette çeşitli gerekçelerle doğru olabilir; ancak bunun AKP’nin algı operasyonuna hizmet ettiğini unutmamak gerekiyor. Özetlersek, Türkiye, 1 Kasım’la birlikte 7 Haziran’ı pas geçip 2011’deki fabrika ayarlarına döndü.
Asıl ödünç oylar; MHP seçmeninin periyodik kararsızlıkları; HDP’nin başarısızlığı
Şimdi ayrıntılara bakalım: “MHP ve HDP oy kaybetti” sözü bir 2011 karşılaştırmasında yanlış olabilir. Seçmenlerin neredeyse tümünün 2011’de de seçim yaşında olduğunu varsayarsak, 2011’de AKP’ye oy veren, ancak 7 Haziran’da MHP’ye veya HDP’ye oy veren seçmen gruplarından söz edebiliriz. Aslında “CHP’den ödünç oy alan HDP” tartışmaları, daha önemli bir ödünç oy gerçeğini ıskalıyordu: 7 Haziran’da MHP ve HDP, 2011’in AKP’li seçmeninden ödünç oy almıştı ve onlar 1 Kasım’da asıl partilerine geri döndüler. Neden? Çünkü savaş koşulları, MHP ve HDP’nin etkin bir muhalefet yürütememeleri ve AKP seçmeninin CHP’ye yönelik antipatisi, onları AKP’nin alternatifsiz olduğuna inandırdı. Zaten 7 Haziran sonuçları bile, AKP’nin dağılacağını değil koalisyon yapacağını gösteriyordu.
MHP’nin, Türkiye’nin fabrika ayarlarına dönmesindeki payı büyük. Partinin herhangi bir seçim stratejisi bulunmuyordu. CHP’nin de AKP’nin de koalisyon tekliflerini geri çevirmesinde tabanının kemikleşmiş olduğuna yönelik özgüven vardı. Fakat o taban öyle bir kemikleşmişti ki sonunda adeta fosilleşti ve siyasal hayatımızın dışına çıkıp siyasal düşünceler tarihi müzesindeki görülmelik bir nesneye dönüştü. MHP’de “ne yaparsam yapayım, seçmenim bana oy atmaya devam eder” algısı egemendi. AKP tabanında bile farklı sesler olabilirken MHP, dışarıdan tümüyle bir lidere bağlılık abidesi izlenimi bırakıyordu. Bunun kırılması, Tuğrul Türkeş’in seçim hükümetinde başbakan yardımcısı yapılmasıyla oldu. Üstelik MHP’nin AKP’ye koalisyon şartı olarak sunduğu “Çözüm Süreci’nin bitirilmesi” de fiilen gerçekleşmişti. Savaş sıradanlaşmış, her gün ölüm haberleri gelir olmuştu. Bu da, MHP’nin tabanında “asıl parti, AKP” hissini uyandırmış olabilir. Türkiye’de seçmenin çok kolay unuttuğunu biliyoruz.
HDP ise en önemli noktayı unutmuş görünüyordu: Bu da, onun bir barış süreci partisi olduğuydu. Parti için savaşın bir tür intihar olacağının görülmesi gerekiyordu. Dünyanın birçok kurtuluş hareketinde siyasi liderler vardır; askeri kanat onlara bağlıdır. Ancak, HDP’de bunun tersi görüldü. HDP, barış sürecinde bir özne olmaktan çıkıp birçok soldan ve soldışı ismin eleştirdiği gibi, bir figürana dönüştü. Barış talep etmeliydi; ama olmuyordu; çünkü bir yandan savaşanları övüyordu. Arkasına yaslandığı silahlı gücün sözünden dışarı çıkamıyordu. Bir tür ‘askeri vesayet’ olarak adlandırdığımız bu durum, HDP’nin batıda da doğuda da oy kaybetmesine yol açtı. Yukarıda belirttiğimiz gibi, daha önce AKP’ye oy veren ve 7 Haziran’da HDP’ye yönelen muhafazakar Kürtler, HDP’nin hiç de barış ve uzlaşma yanlısı olmadığını gördüler. Barış süreci, HDP’nin derdini anlatabileceği tek şanstı. “AKP, savaştan kandan beslenip tek başına iktidarı kazandı” deniyor. Ancak bu, bir tek AKP’nin etkisiyle olmadı. Kürt Hareketi de AKP’nin planına cansuyu kattı. Bunun korkuyla da bir ilgisi yok; çünkü 7 Haziran’da HDP’ye oy verip şimdi AKP’ye oy verenlerde bir korku değil, “iyi ki AKP’ye vermişim” düşüncesi hakim.
Ya bundan sonra; sosyoloji mi, psikoloji mi?
Muhalefet, hile iddialarını ciddiye almadığı için çok eleştiri aldı. Bundan sonraki seçimlerde de muhalefetin güven kaybı olacaktır. Özellikle gençlerde sandığa güven kalmayacak. 2011 seçimleri, Gezi Direnişi’ni getirmişti. 1 Kasım da, parti olmayan -Halkevleri, sendikalar, dernekler, dergiler, meslek örgütleri vb- siyasal oluşumların daha da güçlenmesine yol açabilir. AKP, yeni zaferin sarhoşluğuyla daha baskıcı olacaktır. Bu da, Gezi gibi başka patlamalara yol açacaktır. Bu, temenni değil gerçekçi bir beklenti.
Bundan sonraki seçimde MHP tarih sahnesinden silinebilir. HDP barajı geçemeyebilir. İkisine de güven ve ilgi azaldı. Yeni bir parti çıkabilir. Zaten çıkmak zorunda. Yoksa MHP’siz ve HDP’siz bir mecliste bir dahaki seçimlerde AKP dörtyüzü rahatlıkla bulabilir ve Erdoğan’a başkanlık sistemini armağan edebilir. Gerçi bu ‘semavi’ armağan için yeni seçimi beklemeye de gerek kalmayacak gibi görünüyor. AKP’nin başkanlık sistemini halkoylamasına sunabilmesi için 13 milletvekili daha bulması yeterli olacak. 1 Kasım sonuçlarından sonra, çözüm süreci yeniden başlayabilir; çünkü AKP rejim değişikliği için HDP’nin sandalyelerine ihtiyaç duyacaktır. Yine kapalı kapılar ardında pazarlıklar yapılabilir. Bu, HDP’nin 7 Haziran’da ona ilk kez oy veren seçmenlerin gözünde saygınlığını daha da azaltacaktır. Aynı biçimde AKP, MHP’nin 40 sandalyesine de göz dikecektir.
Şimdi genel çözümlemeden sonra özel olarak duyguların oy verme davranışı üstündeki etkilerine odaklanalım. Duygular sık sık kısa erimli, gelip geçici oldukları için bu kez 7 Haziran’la 1 Kasım arasındaki dönemi incelememiz gerekecek.
7 Haziran ve 1 Kasım arasındaki dönemde Türkiye’nin sosyolojik yapısının değişmediği, ekonomide herhangi bir gelişme sağlanmadığı halde nasıl oldu da AKP’nin oyları %9 oranında artış gösterdi? Bu anomaliyi açıklamada sosyoloji yararlı olmakla birlikte yetersiz kalıyor. İnsanların hayatlarını kaybettiği bir ortamda sosyolojik verilerle açıklanması güç dalgalanmalar meydana gelebilir. Şiddet sahneye çıktığında, insan psikolojisi olağan koşullardakinden bile daha belirgin bir biçimde devreye girer. O halde, öncelikle vurgulanması gereken nokta, 1 Kasım’ın normal bir seçim olmadığıdır. Başarısız dış politika, ekonominin kötü gidişi, şiddetin artışı vb. toplumsal tepki çekiyor, ancak AKP’nin oy oranını arttırıyorsa ve sosyolojik açıklamalarla bu gerekçelendirilemiyorsa, nedenler, psikolojik açıklamalar eşliğinde araştırılmalıdır.
AKP’nin içinde %20-25 oranında milliyetçi sağ söyleme önem veren bir kesim olduğu saptandı. Bu kesim iki parti arasında rahatlıkla geçiş yapabiliyor. MHP’nin tabanından AKP’ye kayış, Kürt seçmenin HDP’den beklediklerini bulamaması, seçmenin istikrar ve güven arayışı gibi faktörler bu oy artışının nedenlerini açıklamada birer etken olarak görülebilir. Güvenlikçi politikalar, savaşın başlaması, çözüm sürecinin durması, Türkiye geneline yayılmış katliamlar, IŞİD tehlikesi vb. tek parti iktidarı isteyenlerin sayısını arttırmış olabilir. Bunların hepsi etkendir. En temel siyasi değerler olarak milliyetçilik, muhafazakarlık ve diğerleri, seçmenin oy verme davranışlarını etkilemeye devam ediyor. Durumu incelediğimizde bu eğilimlerin standard değerler olarak yer tuttukları görülüyor. Ancak AKP’nin oy artışının kökeni yalnızca bunlarla açıklanamaz.
Öncelikle vurgulanması gereken nokta, toplumu yönlendirebilecek hegemonya araçlarının AKP’nin elinde olmasıdır. Yüzyıldır birçok travma yaşamış, birbirine güven oranı en düşük oranda seyreden bir toplumun duygularını harekete geçirmek, bu araçları elinizde bulundurduğunuzda o kadar da zor değildir. Propaganda araçlarının tümüne sahip bir parti de bunu gerçekleştirmede başarılı oldu. Normal şartlarda da kamusal alanın neredeyse tümüne hegemonik araçlarıyla hükmeden bir partinin bu kaos ortamında güçlenmesi beklenirdi. Eğer seçmenler, televizyonu siyaset hakkında bilgi almak için ana araç olarak kullanıyorsa, kitlesel medyadaki siyasi bilgiler de seçmen davranışını etkiler. Devletin tüm imkanlarına sahip bir parti, yanlış “bilinç” yaratmayı rahatlıkla başarabilir. Muhtar toplantıları, ilan edilen tatil, saatlerin geri alınmaması gibi ilginç durumlar yaşadık. Acımasız siyasi taktiklerle milliyetçilik ve muhafazakarlık yine can simidi oldu. Avrupa ülkelerinde de ırkçı ve aşırı sağ söylemlerde aynı olgu gözlemlenmektedir. Dolayısıyla, AKP’nin uyguladığı taktik daha önce başarısı kanıtlanmış bir taktikti.
10 Ekim şoku, yası, üzüntüsü; duygular ve seçim davranışı:
Yukarıda değindiğimiz gibi HDP’nin muhafazakar Kürt seçmenlerden oluşan yaklaşık 1 milyon oyu kaybettiği görülüyor. Ancak şunu göz ardı etmemek gerekir: HDP, 7 Haziran – 1 Kasım tarihleri arasında medyada yeterince yer alamadı, miting yapamadı ve bilinçli gerçekleşen acımasız bir saldırıyla karşı karşıya kaldı. 20 Temmuz’da IŞİD bombacısı Suruç’ta kendisini gösterdi. İHD’nin verilerine göre bu saldırının ardından 2544 kişi gözaltına alındı ve IŞİD ile bağlantılı olanlar bunlardan sadece 136’sıydı. Türkiye’de gerçekleşmiş en ağır katliam 10 Ekim’de Ankara’da yaşandı. Sendikalar, meslek örgütleri, sosyalist örgütler, HDP, CHP ve EMEP’e üye kişiler hayatlarını kaybetti, yüzlerce kişi yaralandı. Bu saldırıdan sonra intihar bombacılarının istihbarat tarafından bilindiği ortaya çıktı. Saldırıdan birkaç gün önce, intihar bombacılarından biri gözaltına alınmış, sonrasında bırakılmıştı. Ankara katliamından sonra Başbakan Ahmet Davutoğlu, hükümetin IŞİD’e bağlı intihar bombacılarının listesine sahip olduğunu ancak eyleme geçmeden devletin hukuki müdahalede bulunamayacağını ifade etti. Bütün bunlar gelecek sonucun belki de habercileri olarak görülmeliydi; fakat birçoğumuz, saldırının şoku, yası ve üzüntüsüyle belki sağlıklı çözümlemeler yapamadık. Zaten o yas duyguları içerisinde, seçime giriliyormuş gibi bile gelmedi…
Psikoloji bilimi bize rasyonel varlıklar olmadığımızı sıklıkla hatırlatır. Birçok seçmen ayrıntılı inceleme yapmadan oy kullanır. Korku uyandırdığınızda, insanlar o korkuyu uyandıran hakkında daha fazla bilgi toplamaya çalışır ve dikkatlerini oraya yöneltir. Bu demek oluyor ki seçmen davranışında duygular ve irrasyonal önyargılar siyasi davranış ve eylemlerin önemli bir bölümünü oluşturur. Öfke ve korku gibi duygular bireylerin dikkatini tehditlere çeker ve tehdit edici durumu çözmeye yönlendirir. Aslında siyasi katılım ve seçmen davranışı, kişinin yaşadığı bağlamla yakından ilgilidir. Özellikle şiddetin arttığı durumlar siyasi katılımı arttırır ve seçim davranışının mantığı değişir. Şiddetle karşılaşan seçmen, özellikle güvenliği ön plana çıkarır. Bazı duygular ve düşünceler o kadar endişe vericidir ki, birey onları bastırır ve siyasi objelere yeniden yönlendirir. Bireylerin siyasi tercihleri bilinç dışı ve derin psikolojik çatışmalarda saklıdır.
Politik psikoloji araştırmalarında duygusal tepkiler ve siyasi karar alma sürecine ilişkin üç önemli bulgu ortaya çıkmaktadır: Birincisi; duygular hep bizimledir ve nasıl düşüneceğimizden bağımsız değillerdir. İkincisi, duygular davranışımızı etkiler ve çoğu zaman bunun farkında bile değilizdir. Üçüncüsü ise, duygular değerlendirme kapasitesini şekillendirir. Duygusal duruma göre, seçmenler farklı sonuçlara ulaşır. Örneğin, endişeli bireyler, kanıtları korkan bireylere göre daha dikkatli inceler. Korku ve öfke en önemli iki negatif duygudur ve her ikisi de krize tepki vermede etkili hale gelir. Bazıları korkar, bazıları öfkelenir, bazıları ise her iki duyguyla hareket eder. Kaygıyı da bu bağlamda anabiliriz; ancak kaygının ayrı bir yazıda kapsamlı olarak değerlendirilmesi gerekiyor.
O halde, bu oy artışını açıklamak için, Türk seçmeninin duygusal yanını da ele almak gerekiyor. Kararlar genelde duygulardan etkilenir. Seçmen davranışında duyguların rolü siyasi karar almada sanıldığından daha önemlidir. Korku ve öfke bu duygulardan en önemlileridir. Kamuoyunda oy artışının nedeni muhalif çevrelerde açıklanırken korkuya odaklanılıyor. Ancak bir başka önemli duygu da öfkedir. Öfke, kişileri korkuya yol açan etmenleri yok etme yönünde bir yaklaşıma iter. Seçmenin büyük bir kısmı için bu öfkenin nedeni PKK’ydı. Araştırmalar, öfke duyan bireylerin bir parti hakkında bilgi almaya daha az istekli olduğunu ortaya koymuştur. Öfkenin sonucunda seçmenler partilerine sadık kalır ve siyasi katılım artar. Korku ise risk önleyici davranışa iter. Bu ise korku durumlarında tanıdıkları hükümete ve partiye oy vermelerini açıklar. Önemli duygusal tepkiler her zaman hükümetlerce kullanılır. Seçmenlerin karar almalarında duygular etkilidir. Duyguların rolü özellikle siyasi sosyalizasyonun zayıf olduğu toplumlarda daha da önem kazanır. Dolayısıyla korku uyandırmak seçmenleri siyasi ilgisizliğe değil, siyasete yönlendirir. Yapılan araştırmalar bunu gösteriyor. Yüksek seçim katılım oranını da demokrasinin gelişmişliği değil bu olgu açıklar. İronik biçimde, korku siyasete yönlendirir. Şu çok iyi bilinir ki, bilinçli tercihlerimiz bilinç dışı düşünme süreçlerinden, duygulardan ve önyargılardan etkilenir. Bu nedenle, seçim kampanyaları ve ikna çabaları da düşüncelere değil duygulara hitap etmek durumundadır.
Hükümet, sürekli olarak duygu sömürüsünden kredi ve oy kazanırken (örneğin, Erdal Eren için ya da Filistin için ağlamalar) muhafelet partilerinin seçmeni akla mantığa davet etmeleri bir hataydı. Hükmetmenin tüm nimetlerinden yararlanmasına karşın “mağdurum da mağdurum” silahını daha ilk günki gibi kullanmaya devam eden bir iktidarın karşısına “asıl mağdur biziz” diyerek çıkılabilmeliydi. Akla dayanmayan bir iktidara karşı muhalefetin de akla dayanmaması gerekiyor. AKP iktidarının yarattığı mağduriyetlere vurgu yapılmalıydı. Dalga geçerek, ötekileştirerek, “orantısız zeka” ifadesindeki aşağılayıcı dili kullanarak değil; dışarıda bırakan değil dışarıda bırakıldığını düşünenleri içeri buyur eden bir kampanya gerekliydi.
CHP ne yapmalı?
Az önce belirtildiği gibi, muhalefet, seçmenin rasyonel tarafına odaklandı. İrrasyonel taraf ise pek fazla hesaba katılmadı. Çoğulluğu bünyesinde barındıran bir CHP yaratılmalıdır. Kutuplaştırma siyasetine karşı gerçektan taktik ve strateji geliştirebilen ve uzun vadeli olarak bunun için mücadele eden bir CHP gereklidir. Türkiye’nin pek çok ilinde CHP’nin olmamasının nedeni kimlik siyasetinin siyasi alana egemen olmasıdır. “Biz ve diğerleri” ayrımı AKP iktidarında keskinleşmiştir. AKP’nin seçim kampanyası, önceki seçimden sonraki ilk günde başlamaktadır. Duygular gün gün biriktirilmektedir. CHP ise sonradan katılan bir parti izlenimi vermektedir. Parti daha uzun erimli bakmak zorundadır. Aksi halde çok partili bir rejim zaten kalmayacaktır.
CHP’nin pozitif seçim kampanyaları ancak negatif siyaset zemini olmadığında işe yarayabilir. Rasyonel bir seçmen davranışı ancak düzgün bir siyaset zemininde görülebilir. CHP’yi ve Kılıçdaroğlu’nu suçlamak yersizdir. Toplumun geniş kesimlerinde sempati kazanmaya devam eden bir parti söz konusudur. CHP’nin büyük dalgalanmaların yaşandığı iki seçimde etkilenmemesi çok önemli ve değerlidir. Ancak onu sıçratacak olan daha karizmatik bir lider olup kimlik siyasetinden de gerçekten çıkılmalıdır. CHP’nin önem vermesi gereken bir konu da, siyasi kadrolarının ürettikleri sözü halkın anlayacağı düzlemde tekrar üretecek kişileri bulmak ve onları desteklemektir.
*Yrd.Doç. Can Büyükbay,
Türk-Alman Üniversitesi
canbuyukbay2002@yahoo.com
*Doç.Dr. Ulaş Başar Gezgin,
British University Vietnam
ulasbasar@gmail.com