vahabi-erdogan2

Can Büyükbay – Ortadoğu’daki Çatışmaların Temeli: Evrensel Değerlere Karşı Rasyonel ve İrrasyonel Çıkarlar

can_buyukbay

 

 

 

 

 

 

Soğuk Savaş’ın sona ermesi uluslararası boyutta çatışmaların karakterini değiştirse de; şiddet sarmalını ve insanların acılarını azaltmadı. Son yıllarda özellikle Ortadoğu’da ölümcül ve derin uzlaşmazlıklar giderek artıyor. Ana akım sosyal bilimciler tarafından yapılan yapısal ve stratejik analizler genelde insanların çektikleri acılara duyarsız kalıyor. Grup dışında kalanların gayri insani hale getirildiği ve düşmanların sürekli değiştiği bir ortamda; iletişim de mümkün olmuyor; güvensizlik, öç alma, intikam ve düşmanlık duyguları artış gösteriyor. Aslında psikolojik düzlemde iç savaşta doğrudan ya da dolaylı olarak var olan aktörlerin günlük taktiklerini tartışmak ya da çeşitli boyutları olan tekil sorunların çözümünü aramak yerine, Ortadoğu’daki sorunları biraz daha geniş bir perspektiften analiz etmek önemlidir. Bugün Irak’ı ve Suriye’yi çok zor duruma getiren ve Hobbes’un dahi tahayyül edemeyeceği bir seviyede olan sosyal ve siyasi gerçekliğe neden olan motivasyonları irdelemek gerekir. Bölgedeki uzlaşmazlıkların ve süregelen sorunların dengeli ve derin bir analizini yapmanın anlamlı olduğu açıktır.

Korkuların hüküm sürdüğü bir coğrafyada, uluslararası toplumdan da yeterli bir baskı gelmedi. Çatışma çözümü uzmanlarının kontrol edilmesi zor olarak nitelendirdiği bir durumla karşı karşıya kalındı. Bunun sonuçları günlük hayatlarımıza dek ulaştı. Bırakın Hatay’ı, Gaziantep’i ya da İstanbul’u, Datça’ya her gelişinde jandarmanın durdurduğu Suriyelilerle karşılaşmak tehlikenin hiç de uzak olmadığının yazar açısından kanıtıdır. Çatışmalar dinamik süreçler içeriyor; ancak temel aktörlerin değişmesine, çıkarların ve ilişkilerin görünürde farklılık göstermesine rağmen düzenliliklerin olduğu iddia edilebilir. Ortadoğu’da izlediğimiz etnik ve mezhepsel çatışmalar hem rasyonel hem de irrasyonel düzenlilikler içeriyor.

Çıkarların değerlere baskınlığı

Üzerinde durulması gereken nokta, resmi söylemlerin ve resmi söylemlerin üzerinden yapılan analizlerin ne kadar gerçeği yansıttığıdır. Basit mantık kurallarını izlersek birçok çelişkiyle karşı karşıya kalırız. Geçmişte resmi söylemlerin aslında doğru olmama oranlarını da göz önüne alırsak kuşkularımız giderek artar. Bu nedenle Ortadoğu’da şüphe içeren analizler kaçınılmazdır. Resmi olmayan eylemlere de dikkat etmek gerekir. Suriye iç savaşındaki durumu analiz ettiğimizde, IŞİD’in Irak’ta ilerlemesinin ABD, İsrail ve Türkiye’nin izlediği bir strateji olduğu görülür. Demokrasi de bu bağlamda egemen kapitalist devletlerin jeopolitik çıkarlarını, enerji ve ticari önceliklerini örten bir kavram konumuna indirgenir. Giderek karmaşıklaşan, dengelerini kaybetmiş bölgesel düzen, uzlaşma ve anlaşmalara dayalı diplomatik çözümleri de olanaksızlaştırmaktadır. Batılı devletlerin güçlü jeopolitik ve ticari çıkarları, demokratik değerleri çürütmektedir. Suriye’deki iç savaşı daha da güçlendiren ve daha çok insanın ölümüne neden olan kararlar, Şam ya da Halep’te değil, Tahran, İstanbul, Riyad ya da Doha’da küresel aktörler ve istihbarat servislerinin planlarıyla alındı. Unutmamak gerekir ki, Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın verdiği desteklerle kanlı çatışmalar arttı. Bölge, bu desteklerle büyük bir belirsizliğe sürüklendi. Hangi grupların bu yardımlardan yararlandığı gerçeği saklandı. Bölgesel dengeler tamamen yok olmak üzere. Ortadoğu’da artık insan hakları ve hukukun üstünlüğü için mücadele edildiği söylemi trajikomik bir söylem halini aldı. Dünya kamuoyunda hakim olan söylemler ve sosyal gerçeklikler arasında derin bir uçurum var.

Maliki ve güç dağılımı sorunsalı

IŞİD’in Irak’taki ilerlemesini Şiiler ve Sünniler arasındaki çatışmaya bağlamamız da oldukça basit bir değerlendirme olur. Saddam Hüseyin dönemini ve ABD’nin bölgedeki müdahalesinin rolünü de sorgulamamız gerekir. Sünniler ve Şiiler arasında giderek büyüyen yapısal-siyasi boşluk, denge politikası fırsatının kaçırıldığı olgusunu ve Maliki’nin yaptığı hataları da göz önüne getiriyor. Diğer Ortadoğu devletlerinin aksine Irak’ın ulusal birliği dini aidiyet üzerinde yükselmedi. Saddam Hüseyin döneminde, Şii-Sünni dengeleri gözetilerek bir Irak milliyetçiliği oluşturulmuştu. Saddam yönetiminde mezhepsel farklılıklar ve uzlaşmazlıklar var olsa da, rejim tarafından bastırılıyordu. ABD’nin müdahalesi Sünnilerin Şiiler arasındaki çatışmaları çoğaltırken, milli kimlik kurulması çabalarını da bitirdi. Irak’taki durum Kuzey İrlanda’daki Protestanlar ve Katoliklerin uzlaşmazlığından çok daha keskin. Irak’ta da azınlıklar siyasi karar alma süreçlerine müdahale edemedi. Maliki, tüm gruplara siyasi katılım sağlayacak federal bir sistem kurmayı başaramadı. Irak bugün bu hatanın bedelini pahalı ödeyebilir. Denge politikası ve eşit güç dağılımı bugünkü uzlaşmazlığı engelleyebilirdi. Bugün Irak’ta gücün ABD’nin onayıyla Şiilerin elinde toplanması, Sünniler arasında siyasi hayal kırıklığı ve endişeye yol açtı. Irak’taki aktörler arasında denge kurulmalıydı.
Şüpheci analizler, IŞİD: Halifelik ve İslam Devleti

Heterojen yapılar arasında artan geçişkenlik ve belirsizlik, stratejik planların da daha kolay devreye girmesine neden oluyor. Bunun son örneği, IŞİD’in Musul’u savaşmadan almasıdır. Kürt bölgesi ve merkezi hükümet arasında ilerleyen IŞİD, Irak’ın üçe bölünme planının bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Irak ve Suriye’ye baktığımızda heterojen ve değişken gruplar görüyoruz. Bu grupların birbirleriyle, diğer ülke hükümetleri ve istihbarat servisleriyle ilişkileri hakkında sadece tahminler yürütülebiliyor. Ancak; ortaya çıkan gelişmeler ve çelişkiler aslında ABD, Avrupa devletleri, Rusya, İsrail ve diğer bölge güçlerinin çıkarları, hangi grubun ya da grupların destekleneceğinin parametrelerini içeriyor. Mezhep savaşlarının, ABD ve İsrail için olumsuz bir durum oluşturmadığı bellidir. Değerler ve çıkarlar arasındaki çatışmanın varlığı o kadar yoğunlaştı ki, artık Chomsky, Pilger, Eggert, Roth, Hersh gibi yazarlar olmasa sosyal ve siyasi gerçekliğe ulaşmakta zorlanacağız. Ottawa Üniversitesi’nde ekonomi profesörü olan Michel Chossudovsky de bu önemli isimlerden biri; son makalesinde Irak’ın bilinçli olarak bölünmek istendiğini ve ABD’nin bir İslami halifeliğin sponsoru olmayı amaçladığını anlatıyor. Eğer bu gerçekse, IŞİD hakkında basından öğrendiklerimizin bir değerinin olmadığı da açık. Dolayısıyla sosyal ve siyasi gerçeklerin doğruluğunu sorgulamamız gerekiyor; çünkü kamuoyundaki çoğu yorum, olayları yansıtmayıp çeşitli stratejilere güç kazandırmak istiyor. Chossudovsky, IŞİD’in tek başına bir örgüt olmadığını vurguluyor. ABD istihbarat servisinin, IŞİD’i bir araç olarak savaş yönetimi için kullandığını iddia ediyor. Bu İslami örgütün, ABD İstihbarat servisinin Sünni İslami bir hilafet yaratma projesinin bir parçası olduğunu söylüyor. Maliki hükümeti ve IŞİD militanları arasında, ABD ve NATO tarafından sponsorluğu yapılan uzlaşmazlığın Irak’ın destabilize hale getirilmesi olduğunu iddia ediyor. Irak devletinin etnik ve mezhepsel olarak parçalara ayrılması ABD ve müttefiklerinin uzun süredir izlediği bir siyaset olduğunu da ifade ediyor. IŞİD’in kurulması Washington’da planlanmış olabilir. Suriye ve Irak’ta faal olan teröristlerin gizli biçimde desteklenmesi iki ülkede de lojistik olarak istediklerini yapmalarını kolaylaştırıcı etken olabilir. IŞİD’in izlediği halifelik projesinin, ABD’nin uzun süredir istediği Suriye ve Irak’ı üç devlete bölme denemelerinin bir yansıması olması da olasıdır: Sünni İslami Halifelik, Şii Arap Cumhuriyeti ve Kürdistan Cumhuriyeti.

Chossudovsky, batı medyasının, Irak’taki savaşı IŞİD ve Maliki Hükümeti arasında bir savaş olarak yansıttığını vurguluyor. Bu bağlamda, bu kampların arkasında hangi destekçi güçlerin olduğu sorusu ise belirleyici ve açıklayıcı olandır. Suriye’de El Nusra ve IŞİD teröristleri Batı’nın kontrolünde paramiliter savaşçılar olarak eğitildiler. IŞİD’in ilerlemesi isteniyordu. Sünni halk arasında Maliki hükümetine karşı geniş bir direnç sağlanması istendi. IŞİD’in gizli gizli desteklenmesindeki amaç, Maliki rejimi yerine bir rejim ya da rejim değişikliği değildir. Tekrar vurgulamak gerekirse, amaç Irak’ı etnik ve mezhepsel hatlarda bölmek. Bağdat’taki rejimin düşmesi ve merkezi hükümetin tüm kurumlarının dağılması isteniyor. Bu da doğrudan Suriye’ye etki edecek bir stratejidir. Halifelik kurulması Ortadoğu’daki uzlaşmazlıkların genişlemesinde ilk adım olabilir.

Kamuoyu aldatmalarından biri de şuydu: IŞİD’in ilerlemesine karşı ABD endişeli görüldü, teröristlere karşı mücadelede yardım edileceği ifade edildi. Ancak işin ilginç yanı bu teröristlerin, ABD tarafından desteklendiği gerçeği. Öyle görülüyor ki, ABD desteklediği bir grubu terörist grup olarak nitelendirip kamuoyunu ona karşı olduğuna inandırmayı amaçladı. Ancak şunu da söylemek gerekir: İslami halifeliğin kurulması sadece CIA tarafından değil aynı zamanda Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin istihbarat servisleri tarafından da destekleniyor. Ulus devletleri parçalamak ve açık bölgelere dönüştürmek özellikle yabancı yatırımcılara açık olan bölgelerde kapitalizmin şu anki askeri mantığıdır. Burada dikkat çekmesi gereken nokta NATO ve ABD tarafından sponsorluğu yapılan IŞİD’in, Suriye’de birçok yerde yenilgiye uğramış olmasıdır. Musul’un düşmesinin askeri açıdan izahı yoktur. Chossudovsky de bu konuya eğiliyor; Obama hükümeti bunun beklenmedik bir gelişme olduğunu açıkladı ve kamuoyunu da buna inandırdı. Ancak şu basit gerçeği hepimiz yakın zamanda öğrendik: Pentagon ve ABD istihbaratı bunun farkında olmakla yetinmedi; aynı zamanda Türkiye üzerinden lojistik, silah ve finansal destek sundu. Musul saldırısını da kulisler arkasında koordine etti. Mantıksal düzlemde Musul’un fethinin başka bir askeri izahı olmadığı çok açık. Basit mantık sorusu şu: 1000 kadar IŞİD militanı bir milyondan fazla nüfusu olan bir şehri 30 000 Irak askerine karşı nasıl alabilir? Savaşmadan Musul’u bırakma kararı kime aittir? Medyada yer alan bazı haberlerde Maliki’nin, Katar ve Suudi Arabistan’ı IŞİD’i desteklemekle suçladığını gördük, ancak hem Doha hem Riad’ın Washington’la yakın işbirliği içerisinde hareket ettiğini aynı haberlerde göremedik. Chossudovsky’e göre, şu andaki iç savaş ABD ve NATO’nun Irak ve kurumlarını ve ekonomisini çökertmek üzere bir saldırıdır. Aynı anda dünya kamuoyuna Şiiler ve Sünniler arasında bir çatışma olduğu izlenimi veriliyor. Hem Irak ordusu modern silah sistemleriyle hem de IŞİD Batılı istihbarat servisleri tarafından iç savaşı devam ettirecek biçimde silahlandırılıyor.

Günlük taktiklere karşı süregelen düzenlilikler: Dünya sistemleri analizi

Ortadoğu’da şu anda baskın olan dini, mezhep kaynaklı radikalizmlerin, kapitalizm/hükümranlık (rulership) etkileşiminin hangi kesitinde olduğunu anlamak önemlidir. Dünya sistemleri analizi açısından genel perspektiften ele aldığımızda şu anda 1970 yılı civarlarında başlayan ve 2060’lara kadar sürecek yaygın-ademi merkezi döngü içinde olduğumuzu görürüz. Bu da aslında 1870-2020 arasında etkili olan yoğun-merkezi döngüden çıkışın sancılarını akla getirmelidir. 1870-2020 yoğun maddi sürecinde, 1970’teki iktisadi kriz, hükümranlık rejimlerini sarsmaya başlayan işaretti. Soğuk Savaş dönemindeki Mısır, Suriye, Cezayir, Libya, Tunus, Irak gibi tek parti cumhuriyetlerinde özel teşebbüs, devletçiliğin güdümü ve baskısı altındaydı. Bu nedenle, Kapitalist alanla Hükümranlık alanı arasındaki fay hatlarında bulunan devletçi otokrasiler, kapitalist uluslararası topluluğun içinde olan ve genellikle yarı çevre statüsünde yer alan Latin Amerika ve Güney Avrupa ülkelerinde ayrı bir konumda yer aldılar.

Devletçi otokrasiler 1990’lardan itibaren ciddi olarak sarsıldılar, iç savaşlara sahne oldular. Burada tarihsel bağlamda dikkat çeken nokta, radikal mezhepçiliğin esas olarak yaygın-ademi merkezi kesitlerde gündeme gelmesi ve etkili olmasıdır. Bunun da tesadüf olmadığını söylemek ve dış etkenlerin bilinen stratejilerini hesaba katmak gerekir. Yaygın kapitalizmin çıkarmalarını aklımızda bulundurmalı ve mezhepsel farklılıkları bu arka planda ele almalıyız. Aksi takdirde analizlerimiz eksik ve yetersiz kalacaktır. Devletçi otokrasilerin yoğun-merkeziden yaygın-ademi merkeziye geçişte devlet yapılarının sarsılıp darmadağın olması sürecini yaşıyoruz.

Genel analiz bunu öngörürken strateji de şu şekilde seyretmektedir: IŞİD’in mücadele edilmesi gereken ortak düşman olarak kamuoyunda sunulması ve kamuoyunun yanıltılması oldukça akıllı bir hamledir. Kürt bölgeleri ve Irak hükümeti arasında aylardır ülkenin kuzeyindeki petrol ihracatlarının kontrolü konusundaki gerilim de göz önünde bulundurulmalıdır. Türkiye, Mayıs ayında uluslararası piyasalara Kerkük’ten petrol sevkiyatı yapacağını açıklamıştı. Bu tutum, Irak yönetimi ve Türkiye arasında gerilime yol açmıştı. AKP Hükümeti, altı yıl önce Kuzey Irak’taki özerk hükümeti ciddi bir tehdit olarak algılıyordu. Ancak enerji sektöründeki ortak çıkarlar tutum değişikliğine yol açtı. Ortadoğu’da aktörler arasında kurallı ve katı ilişkilerden çok, gevşek ilişkiler gözlemleniyor. Burada dikkat edilmesi gereken nokta, egemen siyasi aktörler tarafından ne şekilde araçsallaştırma yönelimine girildiğidir.

Kaynaklar:

Chossudovsky, Michel: The Engineered Destruction and Political Fragmentation of Iraq: Towards the Creation of a US Sponsored Islamist Caliphate, Globalresearch, 2014.
http://www.globalresearch.ca/5386998, [June 14, 2014]

Osborne, Peter: A powerful and merciless force has emerged on the world stage, The Telegraph, 2014.
http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/middleeast/10892615/ [June 12, 2014]

Sherlock, Ruth: Iraq crisis: Generals in army ‘handed over’ entire city to al-Qaeda inspired ISIS forces, The Telegraph, 2014.
http://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/middleeast/iraq/10899134/ [June 13, 2014]

Umruk, Okan: İki Dünya Sistemi: Modern Dünya-Sisteminin Sınırları, İmge Kitabevi Yayınları, 2013.

*Can BÜYÜKBAY,
Zürih Üniversitesi Siyaset Bilimleri Fakültesi doktora öğrencisi,
canbuyukbay@access.uzh.ch