polonya-parlamentosu-ulkelere-gore-secim-barajlari

Burak Cop – Seçim Sistemlerinde Türkiye Tecrübesi: Ne Yapmalı?

SONY DSC

 

 

 

 

 

Çok-partili Türkiye tarihi birbirlerinden çok farklı seçim sistemlerinin denenmesi bağlamında bir laboratuvar gibidir. Olabilecek en orantısız sonuçları doğuran, en çok oy alan partinin mecliste demokratik meşruiyet sınırlarının dışına taşacak denli aşırı temsiline yol açan geniş bölgede çoğunluk sistemi de uygulandı (1946-1960), dünya üzerindeki belki de en orantılı sonuçları veren bir sistem olan Milli Bakiye de denendi (1965). 12 Eylül darbesiyle beraber ise mecliste güçlü bir çoğunluğun oluşmasını teşvik etmek ve olabildiğince iki partili bir sistemi hayata geçirmek için seçim sistemine çeşitli orantısızlık unsurları eklendi. Aradan geçen zamanda bu unsurların pek çoğu temizlense de en önemlisine dokunulmadı: Yüzde 10’luk ulusal baraj. Aradan 33 yıl geçmesine rağmen, YÖK’ten zorunlu din dersine, 12 Eylül ürünü pek çok kurum, kural ve uygulama hâlâ hayatımızda yer alıyor. Bunların arasında yüzde 10 barajı da bulunuyor.

Seçim sisteminin temsililiğini arttırmak için alınması gereken tedbirlerin başında yüzde 10 barajının kaldırılması gelmekle beraber, düzenlenmesi gereken başka alanlar da vardır. Bir rejimin demokratik niteliğinin artması için kuvvetler ayrılığından basın özgürlüğüne, örgütlenme özgürlüğünden ifade hürriyetine pek çok alanda ilerleme kaydedilmesi şart, ancak bu yazının konusunu aşacağı için bunlara girmeyeceğiz. Gene çoğu 12 Eylül’ün ürünü olan ve siyasi parti liderlerinin partilerini mutlakiyetçi padişahlar gibi yönetmelerini mümkün kılan, söz gelimi milletvekili aday listelerini kafalarına göre tasarlayabilmelerini olanaklı hale getiren mevzuatın değişmesi gerekiyor. Konumuzla yakından ilgili olsalar da, bunlar da bu yazı çerçevesinde kapsam dışı kalıyor. Peki genel seçimleri düzenleyen kanunlarda yapılması gereken değişiklikler neler?

Yüzde 10 barajı kalkmalıdır

Türkiye’de (1965 seçimleri hariç) 1961’den beri uygulanagelen d’Hondt sistemi zaten seçimlerde birinci gelen partinin oy oranından daha yüksek oranda temsilini beraberinde getiriyor. Bu, 1961’den beri tüm seçimlerde böyle oldu, zira d’Hondt sisteminin yapısal bir özelliğidir. Bir partinin yüzde 40 oyla dahi tek başına iktidara gelmesinin yolu mevcut sistemin barajsız uygulanması halinde açıktır. Yüzde 45 civarında bir oyla ise tek başına iktidar kesin gibidir. Dolayısıyla, Anayasa’nın seçim sistemine yüklediği işlevlerden biri olan müphem “yönetimde istikrar” ilkesi tek parti hükümetinin teşvik edilmesi olarak yorumlansa dahi, yüzde 10 barajı olmazsa olmaz bir kural değildir. Yüzde 10 barajının bir partinin normalde yetersiz bir oy almasına rağmen tek başına iktidara gelmesini sağladığı yegâne seçim 2002’deydi. Bu durumun demokratik meşruiyet açısından doğurduğu sakınca bir yana, 2002 seçimi nevi şahsına münhasır koşullarda gidilen ve nevi şahsına münhasır bir parlamento aritmetiği çıkaran bir seçimdi. Emsal alınması zordur.

İllerin milletvekili sayısı yeniden düzenlenmelidir

Türkiye’de 12 Eylül’den sonra yapılan düzenleme uyarınca her ile önce bir milletvekili veriliyor, ardından nüfuslarına göre illere vekil dağıtılıyor. Bu metodun pratik sonucu, çok nüfuslu illerden seçilen vekil başına düşen seçmen sayısının, az nüfuslu illerdekinden daha fazla olmasıdır. Bir diğer deyişle büyük şehirlerde yaşayanlar daha “az” temsil ediliyor. Milletvekili başına düşen seçmen sayısı her ilde aynı olamaz, ama bu sayıların arasındaki farklar makul olmalıdır. Büyük şehirlerde yaşayan insanların siyasi iradesinin meclise eksik yansımasının önüne geçilmeli; milletvekilleri illere, illerin nüfusuna orantılı olarak doğrudan dağıtılmalıdır.

Toplam milletvekili sayısı artmalıdır

Türkiye’de parlamenter başına düşen yurttaş sayısı hemen hemen bütün AB ülkelerinden daha yüksek. Üyelerinin seçimle belirlendiği senatolara sahip ülkelerin (Almanya, Fransa, İtalya gibi) bu ikinci meclisleri de hesaba katıldığında, Türkiye ile bu ülkeler arasındaki fark iyice büyüyor. Türkiye’deki büyük illerle küçük iller arasındaki dengesizliğin bir benzeri Türkiye ile Avrupa ülkeleri arasında mevcut. AB ülkelerinin yurttaşlarına göre daha “az” temsil ediliyoruz.

Türkiye’nin 75 milyon nüfus gerçeğine de uyan bir değişiklik yapılmalı ve milletvekili sayısı 650’ye çıkmalı. Bu, pek çok ilden seçilecek vekil sayısının artması anlamına gelecek (mevcut sistemle devam edilirse). Yani seçim çevreleri coğrafi açıdan olmasa da çıkardığı vekil sayıları bakımından genişleyecek. Seçim çevrelerinin genişlemesi sonuçların daha adil olmasını beraberinde getirir. Eğer sonuçları deforme edecek kadar yüksek bir baraj uygulanmıyorsa, söz gelimi 2X sayıda milletvekili çıkaran bir ildeki sandalye dağılımı her zaman X sayıda vekil çıkaran bir ildeki dağılımdan daha adildir. 12 Eylülcülerin daha “istikrarlı” bir yürütme için TBMM’deki toplam milletvekili sayısını 450’den 400’e düşürmeleri boşuna değildi.

Tercihli oy getirilmelidir

Seçmenlere, eğer istiyorlarsa, oy verdikleri parti listesindeki milletvekili adayları arasında tercih yapma şansı tanınması, demokratikleşme yolunda atılmış küçük ama anlamlı bir adım olacaktır. Böylece seçmenin teveccühüne mazhar olduğu halde diyelim ki genel merkez tarafından pek sevilmediği için listede alt sıralara konulan bir milletvekili adayı, tercih oyları sayesinde seçilme imkânına kavuşabilir. 12 Eylül’den sonra yalnızca 1991 seçimlerinde uygulanan tercihli oy sistemi herhangi bir soruna yol açmamış, ancak 1995 seçimleri öncesinde kaldırılmıştı. Geri gelmemesi için bir sebep yoktur.

Karma sisteme geçilmelidir

Bu yazının önerisi, 250 vekilin tek sandalyeli dar bölgelerden, 400’ünün ise nispi temsil usulüne göre seçilmesidir. Dünyada ilk kez Almanya’da uygulanan karma sisteme 1990’ların başından itibaren pek çok ülke geçti. Karma sistemlerin son 20 yılda yaygınlığı artmıştır ve halen de artmaya devam etmektedir. Karma sistemler, dar bölge ve nispi temsil sistemlerinin her ikisini de hayata geçirerek, bunların olumlu yanlarını aynı anda yürürlüğe sokmaktadır.

Bu noktada birkaç alternatif önerilebilir. Almanya’da partilerin toplam milletvekili sayısının ne olacağını geniş çevrede elde edilen oy oranları belirliyor. Bundan dolayı Almanya’da yüzde 5 barajını geçen partiler oy oranlarına çok yakın oranda milletvekili çıkarıyor, sonuçlar epey adil oluyor. Aralarında Japonya’nın da bulunduğu bir grup ülkede ise partilerin kaç vekil çıkaracağına dair baştan böyle bir hesaplama yapılmıyor, dar bölge ve geniş bölge vekil sayıları ayrı ayrı hesaplanıyor. Bu durumda büyük partiler biraz daha avantajlı hale geliyorlar, mecliste bir tek parti hükümeti kurulma olasılığı artıyor. Almanya’da ise her seçimden sonra mutlaka bir koalisyon kuruluyor.

Almanya’daki sisteme “mixed member proportional” (MMP), Japonya’dakine ise “mixed member majoritarian” ya da “parallel voting” (PV) deniyor. Her ne kadar MMP PV’ye göre daha adil sonuçlar verse de, iktidardaki partinin (bugün AKP’nin, yarın başka bir partinin) kendisini iktidara getiren sistemi daha adil hale getirecek bir değişikliğe yanaşmayacağı göz önünde tutulmalı.

Dolayısıyla, gerçekçilik prizmasından geçirilmiş bir öneri olarak Türkiye için 250’si dar bölgelerden, 400’ü de il çevrelerinden seçilmek üzere 650 kişilik bir meclis ve sıfır barajlı PV sistemi öneriyoruz. Bu önerinin daha adil versiyonu, 400 vekilin partilerin oy yüzdeleriyle doğrudan orantılı olarak ulusal ve tek bir seçim çevresinden seçilmesidir. 400 vekil ister illerden, ister ulusal ve tek bir seçim çevresinden seçilsin, diğer 250 vekilin çoğunu (diyelim ki 200’ünü) kazanabilme olanağı AKP gibi hegemon bir iktidar partisinin böylesi bir sisteme evet deme olasılığını doğurabilir. Bu noktada 250-400 yerine 325-325 gibi bir ayrıma da gidilebilir, bu partiler arasındaki müzakerelere bağlıdır.

Biz de bu yazıyla ana muhalefet partisine böyle bir dizi öneri sunmuş olalım.

*Yard. Doç. Dr. Burak Cop,Siyaset Bilimci
b.cop@iku.edu.tr