Bülent Tezcan – Bütün Gücümüzle Sandığa!..

Anayasalar siyasal iktidarları sınırlamak için hazırlanan düzenlemelerdir. Şekli olarak anayasa biçiminde hazırlanmış olmakla birlikte, gerçekte siyasal iktidarı sınırlamayan metinlere “sahte anayasalar”; bu tip anayasa yapma tutumuna da  “suiistimalci anayasacılık” denir. 16 Nisan günü oylanacak olan anayasa değişikliği bu iki kavrama da tipik bir örnektir.

Değişiklik; yasama, yürütme ve yargı gücünü yürütmeyi temsil eden tek kişinin elinde toplayarak sınırsız bir iktidar yaratmayı amaçlamaktadır.  Böylece demokratik Cumhuriyet ve hukuk devleti tercihinden vazgeçilmekte, tek adam rejimi kurulmaktadır. Yani yapılan, otoriter yönde bir rejim değişikliğidir.

Saraydan alınıp halka verilen yeniden halktan alınıp saraya

Tasarlanan rejim, yüz kırk yıllık parlamenter birikimimizle saraydan alınıp halka verilen egemenliği, halktan alıp yeniden saraya aktarma projesidir. Cumhuriyetin özü, egemenliğin halka ait olmasıdır. Bunun için ilk şart, kuşkusuz, halkın iktidarı serbest ve eşit seçimlerle belirlemesi; ikinci şart ise, egemenliğin halkta kalmasının güvence altına alınmasıdır. Egemenliğin halkta kalmasının güvencesi kuvvetler ayrılığıdır. Kuvvetlerin tek kişinin elinde toplandığı rejimde egemenliğin halkta olduğundan bahsedilemez. Başka bir deyişle, egemenliği halkın almasının güvencesi seçimler, halkta kalmasının güvencesi kuvvetler ayrılığıdır.

Getirilen rejimin kodları şöyle ifade edilebilir: 1) Bütün yetkiler bir kişinin elinde toplanacak. 2) Denge ve denetim ihtimalleri tamamen sıfırlanacak. Böylelikle tek adam rejimi güvence altına alınırken, onun yetkilerini sınırlayabilecek hiçbir açık kapı bırakılmaması amaçlanmıştır. Tüm sistem bunun üzerine kurgulanmıştır.

Tek adam bir başkan olarak tasarlanmış. Ancak bu başkan demokratik başkanlık rejimlerinde tarif edilen başkan değil, aksine diktatoryal yetkilerle donatılmış bir tek adamdır. “Başkan” adı halkta karşılık bulmadığından cumhurbaşkanı ifadesi korunmuş, ayrıca sisteme “cumhurbaşkanlığı sistemi” diye uydurma bir ad verilmiştir.  Getirilen sistem, aslında “Patronlu Başkanlık Sistemi” ya da “Başkancı Sistem” denen bir otoriter rejimdir.

Yürütme yetkisi başkandadır. Başkan, istediği sayıda yardımcılarını ve bakanlarını hiçbir sınırlamaya tabi olmadan atayabilecektir. Bunlar, seçimle gelmediği gibi TBMM’nin onayına da tabi olmayacaktır. Güvenoyu ve gensoru kaldırılmıştır. Yani TBMM’nin hükümeti (kabineyi) etkili bir siyasi denetim yolu yoktur. Sistemi savunanlar “başkanlık sisteminde güvenoyu olmayacağını” gerekçe göstermektedirler. Ancak bunlar, ABD’deki bakan atamalarında senatonun onay yetkisinden hiç bahsetmezler. ABD’de bakanlar, önce Senato’nun alt komitesinin soruşturmasından geçmek sonra da Senato’nun onayını almak zorundadır. TBMM’ne buna benzer bir onay yetkisi vermek, teklifin mimarlarının akıllarına ya da işlerine hiç gelmemektedir! Aslında buna benzer gerekçelerle çokça karşılaşmaktayız. ABD’deki denge ve denetime ilişkin ne kadar önlem varsa hepsini göz ardı edip sistemden çıkarmışlar, yetkiyi tek elde toplayacak ne kadar imkan varsa fazlasıyla kullanmışlardır.

Başkan bakanlıkların sayısı, kuruluşu, işleyişi, merkez ve taşra örgütlerinin yapısına kadar her konuyu tek başına kararname ile düzenleyebilir. Yani idareyi tümüyle tek kişinin keyfine göre belirleyebileceği bir sistem getirilmektedir. Bunu denetleyecek hiçbir güç yoktur. Bu sınırsız yetki sadece yürütme alanına ilişkin değildir. Başkan, yasama ve yargı alanlarında da etkili şekilde yetki kullanabilmektedir.

Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile başkan, yasama yetkisine ortak edilmiştir. Kişi hak ve ödevleri ile siyasi hak ve ödevler dışında her konuda kanuna eşdeğer güçte kararname çıkarabilecektir. Olağanüstü hallerde ise bu sınırlamalara da bağlı olmadan her konuda kararname çıkarma yetkisi vardır. Kararname yetkisiyle TBMM’nin yasama tekeli elinden alınmaktadır. Millet meclislerinin yasama tekeline sahip olma süreci, aslında fermandan kanun geçiş, egemenliğin de saraydan halka geçiş sürecidir. Yasama tekelini ortadan kaldırmak, egemenliği halktan alıp tekrar saraya vermektir. TBMM, kararname uygulaması ile tamamen devre dışı kalacaktır. Güvenoyu ve gensoru ile siyasi denetim yetkisi elinden alınan meclisin, kararname yoluyla da yasama yetkisi zayıflatılmaktadır.

Partili cumhurbaşkanı-yasama ilişkisi

Burada bir başka önemli sorun, partili cumhurbaşkanlığı sorunudur. Partili başkanlık, aslında sistemde yetkileri tek elde toplamanın bir başka güçlü mekanizması olarak getirilmiştir. Aynı zamanda parti genel başkanı olacak olan başkan, bu şekilde TBMM’deki parti grubunun da başkanı olacaktır. Meclisteki siyasi parti grubu aracılığıyla meclisi kontrol edebilecek, tek kişilik yürütme erkini meclisin denetlemesinin önü de bu şekilde kesilmiş olacaktır.

Tek adam rejiminde başkanın meclisi kontrol etmesi şansa bırakılamayacak kadar önemli görülmüş; bunun için de sisteme partili başkanlıktan başka mekanizmalar da sokulmuştur. Bunlardan birisi meclis seçimi ile başkan seçiminin aynı tarihte yapılmasıdır. Aynı gün yapılan seçimde başkan hangi partiden seçilmişse meclis çoğunluğu da o partiden seçilecektir. Çünkü sandığa giden seçmen genellikle başkana oy verirken mecliste de onun partisine oy verir. Partili başkan partisinin milletvekili listesini de yapacağından, bu durum başkana meclisi istediği gibi kontrol edebilme olanağı sağlar. Amaç da zaten budur. Yoksa ABD’de olduğu gibi demokratik bir başkanlık rejiminde bu seçimler ayrı tarihlerde yapılır. Oradaki amaç, başkana tabi bir meclisin değil onu denetleyebilecek bir meclisin oluşmasıdır.

Bir diğer önemli mekanizma, başkanın meclisi fesih yetkisidir. Değişiklikte başkana meclisi fesih yetkisi verilmiş, karşılığında meclise de başkanı azil yetkisi tanınmıştır. Gerek fesih gerekse azil yetkisinin kullanılması halinde, diğerinin görevi de sona erecek ve hem başkan hem de meclis seçimi birlikte yapılacaktır. Bunun, bir fesih yetkisi değil seçimi yenileme yetkisi olduğu ifade edilmekteyse de bu, fesih sözünün sevimsizliğinden sakınmak için uydurulmuş bir yalandan başka bir şey değildir. Fesih yetkisi hiçbir sınırlamaya tabi değildir. Başkan, istediği zaman, gerekçe göstermeden bu yetkisini kullanabilir. Hatta kendisi ya da bakanlarının suç işlediği iddiasıyla 301 imzayla meclis soruşturması açılmasını isteyen meclisi, henüz soruşturma açılmadan feshedebilir. Fesih tehdidi altındaki meclisin başkanı denetleyebilesi ya da başkana rağmen kendi yetkilerini kullanmakta ısrarlı olabilmesi mümkün değildir. Fesih yetkisi, meclisi başkana tabi kılma silahıdır. Karşılığında meclisin de başkanı azil yetkisi olduğu savunmasının hiçbir pratik sonucu yoktur. Çünkü meclis bu yetkiyi ancak beşte üç (360 milletvekili) çoğunlukla kullanabilecektir ki, -özellikle partili başkanlık ve aynı gün yapılacak seçim gibi mekanizmalarla- başkanın çoğunluğu kontrol ettiği bir meclisin bu kararı alabilmesi neredeyse imkansızdır.

Meclisin, başkanı güvenoyu ve gensoru gibi yollarla siyasi denetim yetkisi elinden alınırken, suç işlediği edilen başkan, başkan yardımcıları ve bakanları meclis soruşturmasıyla denetleme yolu da neredeyse kapatılmıştır. Başkan, başkan yardımcıları ve bakanların, işledikleri iddia edilen bir suç nedeniyle haklarında meclis soruşturması açılmasını istemek için önce salt çoğunluk (301 imza), meclis soruşturması açılması için beşte üç çoğunluk (360 oy), Yüce Divan’a sevk için de üçte iki çoğunluk (400 oy), yani bulunması neredeyse imkansız bir çoğunluk gerekmektedir. Oysa bugün başbakan ve bakanlar için aranan çoğunluk; sırasıyla istem için meclisin yüzde onu (55 imza), soruşturma açılması için katılanların çoğunluğu (139 bile olabilir), Yüce Divan’a sevk için salt çoğunluk (276 oy) gereklidir. Yani yargılanmayı engellemek için ne gerekiyorsa yapılmış, bir anlamda yargı bağışıklığı sağlanmıştır.

Cumhurbaşkanı açısından mevcut Anayasaya göre sorumluluğun arttığı söylenmekteyse de gerçek durum farklıdır. Mevcut Cumhurbaşkanı ile getirilen sistemdeki cumhurbaşkanı aynı yetkilere sahip değildir. Getirilen yeni başkan, hem başbakanın, hem bakanların yetkilerinin tümünü kullanacak hem de gerek idare, gerek yasama, gerekse yargıya dair daha geniş ek yetkilere sahip olacaktır. Bu kadar geniş yetkilere sahip bir başkanın sorumluluğunun -daha ağır olması gerekirken- mevcut başbakan ve bakanlarınkinden daha az olması, yetki ve sorumluluk dengesinin yok edilmesi demektir.

Yargı cumhurbaşkanına bağımlı

Demokratik düzenin en önemli güvencesi hukuk devletidir. Hukuk devletinin olmazsa olmaz koşulu ise yargı bağımsızlığıdır. Bağımsız yargı, rejimin otoriterleşmesine karşı en etkili sigortadır. Hangi hükümet sistemi tercih edilirse edilsin, rejim demokratikse orada mutlaka bağımsız yargı vardır. Getirilen sistem, yargıyı da tek adama bağlamaktadır. Değişiklik teklifinde Hakimler ve SavcılarKurulu (HSK) tamamen başkan ve onun kontrol ettiği meclis çoğunluğu tarafından seçilecek bir şekilde yeniden düzenlenerek bütün yargı düzeninde tek kişi egemenliği yaratılmaktadır. Kurul on üç üyeden oluşacak, bunların yedisini (adalet bakanı, müsteşar ve dört üye) başkan doğrudan atayacak; kalan yedi üyeyi de -partili başkan sıfatıyla kontrol ettiği- meclis çoğunluğu aracılığıyla belirleyebilecektir. HSK, yargı örgütünün en üst idari kuruluşudur. Başkana HSK eliyle tüm yargı örgütünü belirleme ve kontrol etme yetkisi verilmektedir.

Öte yandan, başkanın Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay’daki atama yetkileri esas olarak değişmemiştir. Ancak diğer alanlarda yetkileri olağanüstü artan başkanın gücünün dengelenebilmesi ve denetlenebilmesi için bu alanlardaki atama yetkilerinin de azaltılması gerekirdi. Yeni yetkilerle tek adam olarak güçlenmiş başkan Anayasa Mahkemesinin on beş üyesinin on ikisini doğrudan kendisi, üçünü de kontrol ettiği meclis çoğunluğu aracılığıyla seçebilecektir. Bu, Yüce Divan sıfatıyla kendisini yargılayacak olan hakimleri bizzat kendinin seçmesi demektir. Öte yandan, Yargıtay Başsavcısı ve vekilini, Danıştay üyelerinin dörtte birini de başkan seçecektir. (Yargıtay üyelerinin tümü ile Danıştay üyelerinin kalan dörtte üçünü ise başkanın kontrol edeceği HSK seçecektir.) Görüleceği üzere, bırakın bağımsız olmayı, tamamen tak adama bağlı, onun emir ve komutasına sokulmuş bir yargı, bir anlamda “Führer yargısı” yaratılmak istenmektedir.

Sonuç olarak, anayasa değişikliği ile devlet güçlerini tek bir kişinin elinde toplayan, denge ve denetleme mekanizmalarını yok eden, otoriter bir parti devletinin yönettiği tek adam rejimi getirilmektedir. Kuşkusuz mevcut anayasamız ve parlamenter sistemimiz mükemmel değildir. Demokratik parlamenter sistemin güçlendirilmesine, güçlü parlamenter sistem için kurumsal düzenlemelere ihtiyaç vardır. Özellikle meclisin güçlendirilmesi; yasama ve denetim mekanizmalarının etkin hale getirilmesi; etkin hükümet etkili denetim esasına dayalı bir yürütme erki, sembolik cumhurbaşkanı, bağımsız yargıyı kuracak bir Anayasa değişikliği gerekmektedir. Demokratik cumhuriyet ve hukuk devleti ancak bu şekilde güçlenebilir. Getirilen sistemin bu ilkelerle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Fiilen yaratılmış olan otoriter parti devleti ve tek adam rejimi düzeninin anayasal zemini oluşturulmak istenmektedir.

Her darbe kendi hukukunu yaratır. Mevcut anayasa 12 Eylül Darbesi’nin ürünüdür. Geçen 35 yıl içinde birçok olumlu değişikliğe rağmen, parlamenter sistemi bozan kurumsal yapılar darbe hukukunun ürünü olarak devam etmektedir. Yapılması gereken şey, parlamenter sistemi sakatlayan yönleri düzeltmek ve güçlü parlamenter demokrasiyi kuracak yönde değiştirmektir. Yapılan ise, yeni bir darbe hukuku yaratmaktır. 20 Temmuz OHAL Darbesi Türkiye’de son dönemde uygulanan fiili tek adam rejimine yeni bir boyut katmıştır. Bu yeni boyut, iktidara, hiçbir sınırlamaya tabi olmadan istediğini yapabilme imkanı vermektedir. 15 Temmuz darbe girişiminin milletin ortak mücadelesiyle püskürtülmesinden sonraki süreç bir demokrasi fırsatına dönüştürülmemiş, tersine 20 Temmuz’da olağanüstü hal ilanıyla yeni bir darbeye dönüştürülmüştür. İşte bu anayasa değişikliği, 20 Temmuz Darbesi’nin hukukunu yaratma girişimidir.

Darbelerin tüm etkilerinden arınmaya çalışırken yeni bir darbe hukukuna geçit vermeyelim. Bütün gücümüzle sandığa!..

*Bülent TEZCAN
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı
bulent.tezcan@chp.org.tr 

Bir cevap yazın