Şenol ONAY*
Hrant Dink hakkında açılan davanın gerekçesi, bir makalesinde geçen “Türk’ün zehirli kanı” ifadesiydi. Sabiha Gökçen’in Ermeni asıllı olduğuna dair bir yazının Hürriyet Gazetesi’nde yayımlanması işin tuzu biberi oldu; halk galeyana geldi, eline bir tomar para tutuşturulan tetikçi fişi çekti. Bu vuruluş, pek de yabancısı olmadığımız faili meşhur cinayetlerden biriydi. Hrant Dink’in cenaze merasimine katılan binlerce kişi, “Hepimiz Hrant Dink’iz” yazılı pankartlar açmıştı. Oysa ben Hrant Dink değilim. Nedensel etkenleri Marko paşa dahi bilemez, ben tek tek sıralayayım.
Hrant Dink barıştan yanaydı, medenileşme yanlısı olan doğrucuların mümessiliydi. Bense savaş ve talandan başka bir şey tanımam. Hrant Dink, oportünist politikacıların ölçüsüz, programsız projelerle mahvettiği ülkesini ve körleşen halkını mühimsiyor, bu uğurda korakor mücadele ediyordu. Benimse, kişisel çıkarlarımızı kollamak üzere kurduğumuz çetenin faaliyetlerinden başka bir hesabım, kitabım yok.
Hrant Dink rasyonel düşünüyor, sağlamca yazıyordu, üstelik korkusuzdu. Benim beyin fonksiyonlarım yeterince gelişmediğinden, istesem bile sakince düşünemem, dolayısıyla sorunsuz yazamam. Laf aramızda karanlık kabadayısıyım; mezarlıkta yahut ışıksız arazilerde tek başıma yürüyemem, zira ödleğin tekiyim.
Hrant Dink okumuş, kendini geliştirmiş, çağdaş bir kafa yapısına sahipti. Bense sürekli seks açlığı çeken, çapulcu ruhlu biriyim. İlkokul son sınıfta okuduğum tarih kitabından bu yana bir eserin sayfaları arasında yolculuğa çıkmadım, arşivleri hiç kurcalamadım. Öyle bir salağım ki, her gün içtiğim bir paket sigara parası fiyatına yılda bir kitap olsun almıyorum.
Hrant Dink uygar insanlar arasında yaşıyor, sosyalleşmeye değer veriyordu. Bense sosyal değerleri iplemiyorum; kara çarşaflılarla, çember sakallı hüllecilerle, ağzından salyalar saçarak car car konuşan kolpacılarla, kutsal ibadet mekanı olan camilere sarımsak kokularına bürünerek giden cemaatçılarla, ammeye açık yerlerde geğirip yellenen iltimasçılarla aynı havayı soluyorum. Haydi, dürüst olayım, ben de bu jenerasyona uyum sağlayan mollalardan biriyim.
Hrant Dink evrensel ve bilimsel düşünüyor, mükemmelliği arıyordu. Bense görünürde alın yazısına inanırım, lakin doğduğumuz yeri, zamanı, çevremizi seçme şansımız olmadığını bilmeme rağmen ırkçılık yaparım. İkrar edeyim, övünülecek değil de dövünülecek özelliklerime rağmen, aşağılık komplekslerimi başka türlü bastıramadığım için teselliyi ırkçılıkta buluyorum, aslında ne mal olduğumu pekâlâ biliyorum.
Ölenle ölünmez. Açık ve net bir şekilde ifade ettiğim üzere ben Hrant Dink değilim, sulhçuluğa katiyen katlanamam. Ben “made in emperyalizm” kaşeli 12 Eylül’ün çocuğuyum. Papaz cinayeti, Tayad’lıların linç girişimi, Danıştay baskını ve Hrant Dink’in katli kabilinden kıyıcılıkları biz organize ettik, bizi izlemeye devam edin.
Bugün çoğunluktayız, müsterih olun, yarın daha da çoğalacağız, öbür gün her yanı kaplayacağız. Yarınlardan umutluyum, diyen sosyal demokratlara hatırlatmak isterim: Evcil hayvan besleyen veya akvaryumda balık yetiştiren elemanlar iyi bilirler. Kaliteli bir yavru edinebilmenin birinci koşulu, nitelikli bir anne ile babaya sahip olmaktır. Bu mevzu insanlar için de geçerlidir. Hepimizin bildiği üzere maddi koşulları zayıf, ekonomik güçlüklerle boğuşan ve kaliteli beslenme olanaklarından yoksun kişiler erkenden dünyaevine girerek sürüyle velet peydahlıyorlar. İyi ebeveynlerin kanından gelen, iktisadi sorunları aşmış, kültürlü ve yetenekli vatandaşlar ise hem geç evleniyor hem de taş çatlasa iki bızdık dünyaya getiriyorlar; ev bark sahibi olmadıkları için önemli bir kısmının soyları devam etmiyor. En cahil insanın oyuyla, en bilge kişinin oyunun eşit olduğunu hatırlarsak, geleceğin nelere gebe olduğunu anlamak zor olmasa gerek!
Yarınlar bizim!
*Şenol Onay,