11-3-2-21964206-090720201656400000-14-7-20200709000000-aa-picture-20200709-21964205-json

Başar YALTI – İktidar ve Meslek Kuruluşları

“En tehlikeli yalan içine doğru katılmış olanıdır.”

Gündemi oluşturan konuların önemine göre, en çok bir ila üç ay arasında bir süreyle kamuoyunu meşgul ettiği, daha sonra yeni bir konunun gündem olmasıyla önceki sorunu unuttuğumuz bir ortamda yaşıyoruz. Bu durumun, siyasal iktidarın yapay gündem oluşturma becerisiyle birlikte, istikrarsız bir toplumsal ve siyasal yapıdan kaynaklandığı söylenebilir.

Bu çerçevede, “çoklu baro sistemine geçiş” adı altında gündeme gelen “Avukatlık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi”, “muhalif barolara” haddini bildirmek için hazırlandı. İki ay kadar süreyle ülke gündemini meşgul edip “Saray”ın isteklerini onaylayan bir merkez gibi çalışan TBMM’den hızla geçerek,15 Temmuz 2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanıp yürürlüğe girdi. Bugünlerde artık hiç konuşulmasa da bu “kötü niyetli yasa”, hukuk ve yargı alanında önemli hasara yol açarak gündemi terk edip gitti.

“Kötü niyetli yasa”’nın yarattığı hasarın sadece baroların/avukatların sorunu olmadığını görmeliyiz. Sorun, Türkiye’nin genel hukuk ve yargı sorunu çerçevesinde ele alınarak değerlendirilmelidir. Çünkü ülkenin içinde bulunduğu durum, sorunların tek tek ele alınarak çözülebileceği bir noktayı aşmış bulunmaktadır. Türkiye bir rejim sorunuyla karşı karşıyadır.

Bu saptamaları akılda tutarak, Avukatlık Kanunu’nda yapılan değişikliklerin amacı ve sonuçlarını barolar ve siyasal iktidar bakımından irdelemek istiyoruz.

Meslek kuruluşlarının/baroların idare içindeki yeri

Tarihsel ve sosyolojik olarak, siyasal iktidarların, egemenliği paylaşmaktan hoşlanmadıkları ve yatay ilişkiler yerine dikey –hiyerarşik- ilişiklileri sevdikleri ve özendirdikleri bilinmektedir. Ancak gerek toplumsal iş bölümü gereğince gerekse idarenin organizasyonu ve yerelin ihtiyaçları nedeniyle, toplumsal yapılanmada merkezi iktidarın dışında hem yer bakımından hem hizmet bakımından özerk yapıların varlığına ihtiyaç duyulmaktadır.

Böyle bir ihtiyacın gereği olarak meslek kuruluşları, anayasamızda, “yürütme” bölümünde ve “idare” başlığı altında (m.135) düzenlenmiştir. Bu düzenleme, meslek kuruluşlarının idarenin bir parçası olduğuna işaret etmektedir. Anayasada, meslek kuruluşlarına, merkezi idarenin altında değil, yerel yönetimlerden sonra hizmet kuruluşları kategorisinde yer verilmiş olması meslek kuruluşlarının kullandıkları yetkileri doğrudan anayasadan aldıklarını göstermektedir. Bu durum, siyasal iktidarı en çok rahatsız eden özelliklerden biridir.

Meslek kuruluşlarının tarihsel gelişimleri, sosyolojisi ve işlevleri dikkate alındığında üç ana niteliğe sahip oldukları anlaşılmaktadır. Meslek kuruluşları;

  • Özerk yapıda kuruluşlardır.
  • Demokratik (katılımcı) yapıda kuruluşlardır.
  • İşlevsel kuruluşlardır.

Buna göre baroların ve Türkiye Barolar Birliği’nin “özerk, demokratik yapıda ve yasayla verilen görevleri yapabilecek işlevsellikte, tüzel kişiliğe sahip” kuruluşlar olmaları gerektiği ortaya çıkmaktadır. Nitekim Avukatlık Yasası’nın 76’ıncı maddesinde, “Barolar, … tüzel kişiliği bulunan, çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları”, olarak tanımlanmıştır.

Dolayısıyla, barolar üzerinden yürütülen tartışmaların, baroların ve Türkiye Barolar Birliği’nin “özerklik, demokratiklik ve işlevsellik” nitelikleri dikkate alınarak yapılmasında yarar bulunmaktadır. Aksi takdirde tartışmaların hizmet ettiği amaç anlaşılamamakta, tartışmalar kör dövüşüne dönüşmekten kurtulamamaktadır. Nitekim Ankara Barosu’nun Diyanet İşleri Başkanı’nın bir konuşmasına karşı yaptığı haklı açıklama[1] nedeniyle siyasal iktidarın barolara “haddini bildirmek” üzere yaptığı yasa değişikliği sırasında yapılan tartışmaların düzeyi yazık ki vasatlığı aşan bir niteliğe ulaşamamıştır.

İktidar ve Barolar

Mevcut iktidar, 18 yıllık sürecin sonunda gücünü, otoritesini, etkisini, hatta meşruluğunu yitirmiş gözüküyor. Gücünü yitiren bütün iktidarlar gibi, otoriterleşerek toplumu ve kurumları denetim altına almaya çalışıyor, dolayısıyla demokrasiden uzaklaşıyor, eleştiriye katlanamaz hale geliyor.

Öte yandan siyasal iktidarın, yarattığı otoriterleşmenin meşruluk zemini olarak din ve milliyetçiliği kullandığı görülüyor. Ancak araştırmalar, bu iki sosyolojik zemine ait toplumsal tabanın gittikçe daraldığına işaret ediyor. Halk, aynı sesi yıllardır dinlemenin verdiği bıkkınlıkla iktidarın sesine sağırlaşmış durumda. Buna rağmen AKP, siyasal İslam’a yaslandığı ve iktidarının temel dayanağı olarak dini değerleri gördüğü için, dinin siyasal hayat üzerindeki etkisinin yıpranmasına ısrarla karşı duruyor. Bu alanı sürekli olarak diri tutmak istiyor. Dolayısıyla Diyanet İşleri Başkanı’nın söz ve eylemlerine kararlılıkla sahip çıkıyor. Diyanet İşleri Başkanı’nın dini çevrelerce de eleştirilen konuşmasında söylediklerine karşı açıklama yapan Ankara Barosu’na, Cumhurbaşkanı düzeyinde cevap veriyor. Hatta bu bahaneyle, “muhalif” baroları dize getirmek, onlara “haddini bildirmek” için yasa değişikliğine gidiyor. Sonuçta, benim “kötü niyetli yasa” olarak nitelendirdiğim yasa değişikliği yürürlüğe giriyor.

Niçin Kötü Niyetli Yasa?

Kötü niyetli yasa, ahlaki temeli bulunmayan yasa demektir. 

“Avukatlık Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” incelendiğinde; Kanunun amacı, “… Avukat sayısı fazla olan barolarda, avukatlık hukukuna ilişkin iş ve işlemlerin yürütülmesinde gecikmeler meydana gelebilmektedir. Teklifle, avukat sayısı fazla olan barolarda baro hizmetlerinin daha sağlıklı yürütülebilmesi amacıyla, aynı ilde birden fazla baronun kurulabilmesi imkânı getirilmektedir. Buna göre, avukat sayısı beş binden fazla olan barolarda iki bin avukatın yazılı başvurusu üzerine o ilde yeni bir baro kurulabilecektir.” şeklinde açıklanmıştır. Oysa böyle bir güncel ihtiyaç bulunmamaktadır.

Ayrıca, Kanunun amacı ile bu amaç için yapılan yasal düzenlemeler arasında bir bağlantı olmadığı açıkça görülmektedir. Bu durum ahlaki bir sorun yaratmaktadır. Yasa, öncelikle gerçek amacını gizlediği için kötü niyetlidir. 

Yasa, gizlediği amaca dahi hizmet etmeyecek kadar beceriksizce, yasaya tabi olacak avukatların / baroların görüşü alınmadan, inatlaşma uğruna, “muhalif” barolara haddini bildirme amacıyla hazırlandığı için kötü niyetlidir. 

Yasa, her beş bin avukata bir delegelik[2]öngörürken, iki bin avukatın kurabileceği baroya dört delegelik vererek, matematik ve mantık kurallarını açıkça çiğnediği için kötü niyetlidir. 

Yasa, Türkiye’deki toplam avukatların %57’sini temsil eden 3 büyük baroya, Türkiye Barolar Birliği delegelerin sadece %7,5 kısmının temsil hakkını verirken, avukatların %43’nü temsil eden diğer 77 baroya delegelerin %92.5’nin temsil hakkını tanıyarak, temsilde adaleti yok ettiği için kötü niyetlidir. 

Sonuç olarak bu yasa, anayasanın; hukuk devleti kuralı ile ilgili 2’nci, yasa önünde eşitlik kuralıyla ilgili 10’uncu, seçme ve seçilme hakkıyla ilgili 67’nci ve meslek kuruluşlarıyla ilgili 135’inci maddelerine açıkça aykırı olduğu için kötü niyetlidir. 

Yasanın gizli amacının; büyük çoğunluğu siyasal iktidara muhalif avukatlar[3] ve onların örgütü baroları pasifize etmek ve Türkiye Barolar Birliği’ni ele geçirmek, bu yolla yargının diğer iki unsuru yargıç ve savcılardan sonra avukatları da denetim altına almak, sindirmek ve etkisizleştirmek, yargıyı özelleştirmek olduğu anlaşılıyor. İktidar, bu yolla gücünü anayasadan alan örgütlü yapıları yıpratmak ve önemsizleştirmek istiyor.

Ancak yasanın yürürlüğe girmesinin üzerinden bir ay kadar süre geçmesine ve yasayı savunanlarca ileri sürülen, çok sayıda avukatın istemedikleri baro yönetimlerine mahkum edildikleri iddialara karşın, henüz “yandaş” nitelikte bir baro kurulamadı. Belli ki, iktidar yanlısı olduğu varsayılan avukatların dahi, kötü niyetli yasayı benimsemedikleri, yasa savunucularının, yeni bir baro kurulabilmesi için gereken 2.000 avukatı bir araya getirmede zorlandıkları anlaşılıyor.

Barolar ve Varlık Nedenleri

Bu süreçte iğneyi barolara da batırmak gerekiyor. Bu açıdan bakınca, ezberlerini tekrarlayan, sıradanlığın dışına çıkamayan bir vasatlıkla karşılaşıyoruz. Yasanın tartışılması aşamasında mücadele görüntüsü veren tablo ise gerçeği yansıtmıyor.

Yukarıda baroların yapısal olarak –özerklik, demokratiklik, işlevsellik- üç ana nitelik taşıması, belirtmiştik. Bu üç özellik açısından baroların yapısını, yapılan yasal değişiklik öncesi ve sonrasına göre kısaca değerlendirmek, toplumsal konuşlanmalarına bu açıdan yaklaşmak gerekiyor.

  • Avukatlık Yasasının 76. maddesi dikkate alındığında baroların görevlerini üç ana başlık altında toplamak mümkün gözükmektedir:

(a)       Avukatların mesleki gereksinimlerini karşılamaya çalışmaya dayalı “mesleki görevler”,
(b)       Adaletin gerçekleşmesine katkıda bulunmak, adil yargılanma hakkının uygulanmasını sağlama amaçlı “yargısal görevler”.
(c)        Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak ve korumak yolunda “toplumsal görevler”.

Yasa bu görevler bakımından bir değişiklik öngörmemektedir. Ancak baroların bu görevlerini yerine getirmeleri, işlevsellikleriyle uyumlu bir yetenek ve güçte olmalarını gerektirmektedir. Nitelik olarak barolar, bu üç görevi aynı anda gerçekleştirebilecek özellik ve güce sahipse “baro” vasfını kazanabilir ve taşıyabilirler. Sadece asgari sayının üstünde avukatın bir ilde bir araya gelmiş olmasıyla baro adına kavuşulsa bile niteliksel olarak “baro” olmak zordur.Bu üç görevin sağlıklı bir şekilde yapılmasının gereği, baroların temel niteliği olan özerk yapıda olmalarıyla yakından ilgilidir. Özerkliğin gereğine uygun bir yapılanma içinde olmayan; mali, idari ve mesleki bakımdan yetkinliği bulunmayan bir baronun yasayla kendisine verilen görevleri yerine getirmesi ise mümkün olamamaktadır.

Avukatlık Kanunu değişmeden önce her ilde sadece bir baro kurulabilmekteydi. Şimdi ise üye sayısı 5.000’i geçen barolarda iki bin avukatın bir araya gelmesiyle birden çok baro kurulabilecektir. Böylece, avukat sayısı beş bini geçmiş üç barodan İstanbul’da 24, Ankara’da 9-10, İzmir’de 4-5 baronun kurulması teorik olarak mümkün gözükmektedir. 31.12.2019 tarihi itibariyle Türkiye genelinde 80 baroya kayıtlı toplam 127.691 avukat bulunmaktadır. Türkiye’deki avukatların 84.835’i yani %66.4’ü İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya, Bursa ve Adana olmak üzere 6 ildeki barolara kayıtlıdır. Türkiye’de avukat sayısı binin üzerinde 21, iki binin üzerinde ise sadece 10 baro bulunmaktadır. Avukat sayısı 400’ün üzerinde 39 baro varken, avukat sayısı 300’ün altında 35, yüzün altında ise 4 baro bulunmaktadır.

Yukarıdaki sayılar, baroların özerk bir yapı oluşturmalarının ve özerk bir kuruluş gibi davranmalarının mümkün olup olamayacaklarını anlamak bakımından anlamlıdır.Bizce üye sayısı iki binin altında olan baroların, özerk yapılar oluşturması, mesleki, yargısal ve toplumsal görevleri yerine getirmeleri olası değildir. “Bu bakımdan temel sorun, büyük baroların varlığı değil, “küçük” baroların çokluğudur”. Yasa değişikliği “küçük” baroları özendirmektedir. Bu durum baroların görevlerini yerine getirmelerinde başarısız olmalarına neden olabilecektir.Mali yönden özerk olamayan bir baronun, “parayı verenin düdüğü çaldığı” bir sistemde, idari yönden de özerk olamayacağı fiili bir gerçekliktir. Dolayısıyla kendi varlığını ayakta tutamayan bir “yapının” başkalarına yardım ve destek sağlaması düşünülemez.Kaldı ki, yeterli maddi gücü ve personel kaynağı bulunmayan baroların yukarıda belirttiğimiz üç ana görevi hakkıyla yerine getirmesinin mümkün olmadığı pratik olarak bilinmektedir. Gerçek şu ki, mevcut 80 barodan ancak 10-15civarında baro Avukatlık Kanunu ile verilmiş üç ana görevi hakkıyla yerine getirme imkan ve kabiliyetine sahiptir.

  • Bu nedenle, baroların toplumsal olarak konumlandığı yer, kendi isteklerinin ötesinde, kendilerine baro olma imkanını (makam odası, makam arabası vb) sağlayanların yanı olmaktadır. Bu tür fiziki imkanlara ihtiyaç duymayan baroların göstereceği çaba ise avukatların ve avukatlığın örgütü olduklarını hangi bilinçle kavradıklarına bağlıdır. Üzülerek belirtilmelidir ki, “büyük” barolarda yasal görevlerinin sorumluluğunu hakkıyla kavrayacak bir bilinci her zaman taşıyamamaktadır.
  • Baroların seçim sistemi yasa değişikliğinden önce de avukatı sadece oy verme zamanında hatırlayan bir anlayışı yansıttığından, yabancılaşma üretmekte, barolar avukata, avukat barosuna yabancılaşmaktaydı. Yapılan yasa değişikliği katılımcı anlayışı tümüyle tırpanladığı için yabancılaşma daha da artacaktır. Ortaya çıkan yabancılaşma nedeniyle avukatların seçimlerde oy kullanma isteği dahi olmamaktadır. Yasa değişikliği öncesinde de anti demokratik olan seçim sistemi ortaya “tek adam” yönetimi çıkarmakta, bu tür bir yönetim sistemi ise kolayca anti demokratik alışkanlıklar üretmekteydi. Bu özellik, yasa değişikliğiyle daha da belirginleşecektir. Uygulanan seçim sistemi vb nedenlerle baro başkanları, baronun “tek adamıdır”. Yasa değişikliğine karşı verilen mücadele ve tartışmalar sırasında yalnızca baro başkanlarının görüntülendiği bir tablo ile karşı karşıya kalmamızın nedeni budur. Baro başkanları eylemlerini, avukatlardan hatta Türkiye Barolar Birliği delegelerinden dahi kopuk şekilde sürdürmüştür. Kaldı ki avukatlar da baro başkanlarına gereken desteği vermemiştir. Gözden kaçan bu, otoriter/antidemokratik yapılanmadan ve anlayıştan baroların bir an önce kurtulması gerekmektedir. Böyle bir yapının yarattığı temel nitelikte başka bir sorun, tabanından kopmuş baroların kamuoyu ve iktidar üzerinde bir etki yaratamamasıdır.

Yabancılaşma ortadan kalkar, demokratik, katılımcı, hukuk bilinci gelişmiş bir baro anlayışı ve yapısı oluşturulabilirse, sorunları çözmede yeteneği ve etkisi olan bir baro yaratılabilir. Ancak böyle bir baro, hukuk güvenliğini sağlamada, adil yargılamanın önündeki engelleri aşmada, tarafsız ve bağımsız bir yargı sisteminin kurulup işlemesinde, insan haklarının korunmasında, hukukun üstünlüğünün sağlanmasında topluma yardımcı ve destek olabilir.

SONUÇ          

Avukatların toplumsal yapıda işgal ettikleri yer, mevki ve statü sürekli gerilemektedir.Avukatlık Kanunu’nda yapılan değişiklik bu süreci hızlandıracaktır. Baro başkanlarının yasa sürecinde gösterdiği mücadelenin baroların toplumsal işlevi ve varlığından çok, kendi konumlarını, “tek adam” olarak kalmalarını korumaya yönelik olduğu gerçeği ile yüzleşmeliyiz. Siyasal iktidarın “adamı” haline gelen Türkiye Barolar Birliği Başkanına karşı, yasal imkan olduğu halde etkili bir mücadele yürütemeyenlerden TBMM den kanunun geçmesini önleyeceklerini düşünmek saflık olurdu. Avukat kamuoyu bunu gördüğü için baro başkanlarının mücadelesine yeterli desteği vermedi. Daha sonra umudu Anayasa Mahkemesine çeviren anlayış da kısa sürede hüsrana uğramıştır. Görünen o ki, siyasal iktidar yandaş baro kuramamış olsa da “büyük” barolara haddini bildirmiş, onları sindirmiştir. Bu sessizlik başka türlü açıklanamaz.

Şimdi yapılması gereken, yasayı kendi silahı ile vurmak, statükoculaşmış “büyük” barolar yerine adil yargılanmayı, hukuku, demokrasiyi, cumhuriyeti savunan mücadeleci barolar kurmaktır.

Türkiye’nin ihtiyacı budur.

*Başar YALTI
Avukat
byalti@istanbul.av.tr


[1]http://www.ankarabarosu.org.tr/HaberDuyuru.aspx?BASIN_ACIKLAMASI&=4985

[2] Yasa değişmeden önce her 300 avukata bir Türkiye Barolar Birliği delegesi seçme hakkı veriliyordu.

[3]Avukatların sadece %22.7’si kendisini, dindar, milliyetçi, muhafazakar olarak nitelendirmektedir. Bkz: Başar YALTI, “Hukuk Perspektifi Açısından Avukatların Adil Yargılanma Algısı”, Aristo Yayınevi, 2019, İstanbul, S.174,175