Barbaros Dinçer – Dijital Aklın Krallığında Dijital Aktivist Örneği; Aaron Schwartz

DSC_7163Yaşamış olduğumuz karmaşık çağın en önemli unsuru söylemdir. Söylem genellikle siyasi olarak ele alınsa da; sadece politik yönünün olmadığını ve mikro iktidar alanlarında da kullanılmaktadır. Söylemi genel olarak tanımlayacak olursak, dilin kullanım biçimidir. Ancak söylem, sadece dil ile de sınırlandırılamamalıdır. Çünkü söylem karşılıklı iletişimin tamamını içerir. Söylem konusu denilince akla gelen isimlerden olan Michel Foucault söyleme ve söylemin kökünde yatan bilgi ve düşünceye modernist eleştirmenlerden farklı olarak; tarihsel, kültürel ve ideolojik bir tavırla yaklaşır. Söylemi; iktidar, ideoloji, toplumsal oluşum, sınıf gibi kavramları da içine alarak orijinal bir kuram haline getiren Michel Foucault’dur. Foucault, söylemi ilk olarak 1969 yılında Fransızca yayınlanan ‘What is an author?’ başlıklı makalesinde ele alır. Daha sonra yayınlanan “Kelimeler ve Şeyler”, “Bilginin Arkeolojisi” adlı eserlerinde ise söylem kavramını daha derin olarak incelemiştir. “What is the author” adlı makalesinde Foucault, Samuel Becket’in “kimin konuştuğunun ne önemi var” sözünden hareketle; yazar-metin ilişkisini incelemiştir. Yazılan eserlerde, yazarın isminin verilmesinin belli bir söylem oluşturma da önemli etkisi olduğunu vurgulayan Foucault’un asıl tartıştığı ise yazarın adının, eserin önüne geçmesidir. Foucault bu makalesinde metinlerin söyleminin çok ötesinde, bir geleneğin, bir kuramın, bir disiplinin söyleminin kaynağı olan yazarların varlığından da söz eder. Ona göre Homer, Aristo gibi yazarlar söylemsellikler arası bir konumdadırlar. Onlardan sonra gelen birçok yazar onların metinlerinin ortaya koyduğu gelenek ya da kuruma kendi metinlerinde gönderme yaparak kendilerini ve metinlerini onların söylemi içinde bir yere yerleştirir. Foucault’a göre özneyi, tarihi ve bilgiyi birleştiren kavram ise söylemdir. Çünkü söylem bir açıdan onları değişik diziler içine yerleştirip dağıtırken, bir başka bakımdan da dizilerin oluşumuna ilişkin kuralları tanımlar ve de diziler arasında ilişkiyi kurarak gerek bu ilişkinin özelliklerini, gerekse sınırlarını oldukça açık çizgilerle belirler ve aktarır. Foucault’un çalışmalarının temelini hakikat tarihinin oluşturduğunu söyleyebilir ve buna dayanarak söylemler de hakikat tarihinin kara kutularıdır diyebiliriz. Söylemler temelli olarak iktidara boyun eğmezler, ortaya çıkmazlar, sessizliğin olduğundan daha fazla bir şey değillerdir. İktidar, hep siyasi anlamdaki bir odak olarak düşünülür. Foucault ise bize iktidarın sadece makro alanda değil mikro alanlarda var olduğunu söylem kavramı üzerinden göstermiştir. “Deliliğin Tarihi”, “Cinselliğin Tarihi”, “Gözetleme ve Cezalandırma: Hapishanelerin Doğuşu”, “Bilginin Arkeolojisi” yapıtlarında özellikle iktidar kavramı yeniden ele alarak, mikro alanlardaki iktidarı açıklamaya çalışmıştır. Foucault’a göre iktidar şekilsizdir. “Hapishanenin Doğuşu”nda, Foucault modern toplumları disiplin toplumları olarak ele aldıktan sonra; onları ‘normun iktidarı’ olarak belirler. Normların insanların davranışlarını belirlediğini söyleyerek, kapatılmanın farklı şekillerine de yer vermiştir. Yaşadığımız “Nesnelerin İnterneti” çağında da geçmişten bu yana söylemi hapsetme anlayışı dijital kapatmalarla devam etmektedir.

Dijital çağın hakikat savaşcısı, Parrhesiastes olarak Aaron Swartz

Foucault, parrhesia yaklaşımını, 1983’de Berkeley’de University of California’ da “Söylem ve Hakikat” başlıklı seminerin parçası olarak verdiği derslerde dile getirmiştir. Bu dersler parrhesia nosyonunun veya “hakikati söylemekte dürüstlük” olgusunun incelenmesine ayrılmıştı. Bu derslerde, Foucault klasik Grekçe bir sözcük olan parrhesia’nın anlamlarını, gelişimlerini ve Grek toplumunda doğruyu söylemenin değişen pratiklerini örnekliyor ve akrabalarını ortaya koyuyor. Grek toplumunda kullanılan “Parrhesia” genel olarak açık sözlülük olarak kullanılır. Bu sözcük, pan (her şey), rhema (söylenen) birleşiminden oluşmuştur. “Parrhesia” kullanan kişi yani “parrhesiastes” aklındaki her şeyi söyleyen kişidir. Hiçbir şey saklamaz, kalbini ve zihninde olanların tam ve kesin bir dökümünü vermesi, böylece dinleyicilerin konuşmacının ne düşündüğünü anlayabilmesini beklenir. Bir filozof bir tiranı eleştirdiğinde, bir vatandaş çoğunluğu eleştirdiğinde veya bir öğrenci bir öğretmeni eleştirdiğinde parrhesia kullanabilir. Foucault parrhesia’ da konuşmacının özgürlüğünü kullandığını ve kandırma yerine dürüstlüğü, sahtelik ya da sessizlik yerine hakikati, hayat ve emniyet yerine ölümü, yaltaklanma yerine eleştiriyi, kendi çıkarını koruma ve ahlaki kayıtsızlık yerine ahlaki ödevi tercih ettiğini belirtir. Parrhesiada tek gerçek olur. Bir yerde hakikat yoksa özgür konuşmadan söz edilemez. Parrhesia gerçeğin olduğu gibi, çıplak iletidir. Parrhesia söylemin başarısı iki şeye bağlıdır; gerçeğin ağırlığı ve gerçeği aktarma kabiliyeti. Parrhesiastes eskinin aracılığıyla yeniyi etkileyebilme kabiliyetine sahiptir. Bu yüzden, parrhesiastesin önemli ölçüde yeteneğe ihtiyaç duyar; ancak parrhesiastes hakikatin konularını değiştirmez, sadece hakikatin anlatılma yoluyla ilgilenir. Vurgulanması gereken bir diğer nokta ise parrhesiastes ikna edilmeye gereksinim duymaz, başarısı ilk söylemindeki hareketine göre belirlenir. Orijinal ikna kabiliyeti çok önemlidir. Parrhesiastes hakikati söylemenin bir sonucu olduğunu bilir. Başka kişiler sessiz kalmayı seçebilirler, parrhesiastes bu kişileri konuşmak için zorlamaz. Parrhesiastes sorumluluğunu kabul eder ve yapacaklarının görevi olduğunu düşünür. Eğer biri konuşmak için zorlanırsa, bu kişi parrhesiastes olamaz. Yani parrhesia tasarlanmamıştır, kişinin ahlaki bir görev üstlenmesinin dışında gerçeği konuştuğunu ifade eder. Parrhesianın oluşması için gerçek anlatımı konusunda muhakkak risk alınması gerekir. Bir anlatıcının hakikatti açıklarken güce karşı çıkmasının sonuçları olabilir, gerçek dinleyiciyi sinirlendirebilir ve konuşmacının hapse girmesine, sürgüne gönderilmesine veya ölümüne neden olabilir. Konu hakkında konuşmak, bu riskleri kabul etmiş olmak anlamına gelir. Eğer biri riskleri göze alamıyorsa parrhesia gerçekleşmez.

Foucault için parrhesia beş bileşen kavramla anlamını bulur: açıksözlülük, hakikat, tehlike, eleştiri ve ödev. (parrhesiastes’in) “herşeyi söylemesi” edimiyle karşı karşıyayızdır. Retorik oyunlarına başvurmaksızın, tehlikeyi de gerekirse göğüsleyerek açıksözlülükle, dürüstçe hakikati dile getirir. “Parrhesiastes”in inanç ile hakikat arasında büyük bir risk aldığını belirten Foucault, bu kişilerin ölümü göze alarak inandıkları şey uğrana mücadele ettiklerini belirtir. Kişi ancak ve ancak hakikati söylemek bir risk veya bir tehlike taşıyorsa parrhesiastes olabilir. “Bir filozof bir hükümdara, bir tirana hitap etse, ve ona tiranlığının rahatsız edici ve nahoş olduğunu, zira tiranlığın adaletle bağdaşmadığını söylerse, filozof hakikati söylemiş olur, hakikati söylediğine inanır, buna ilaveten bir de risk alır” Parrhesiastes öncelikle kendi kendisiyle özel bir ilişki seçmiştir: kendini kendisine karşı dürüst olmayan biri olarak görmektense doğruyu söyleyen biri olarak görmeyi tercih eder.

İnternetin öz çocuğu; Aaron Swartz

Aaron Swartz da bilginin üzerine söylediği sözler ve ölümü göz alarak inandıkları için mücadele vermesi, Greklerin parrhesianın günümüz kahramanıdır. Aaron Swartz, 8 Kasım 1986 yılında Chicago’da dünyaya geldi. Daha 3 yaşındayken okumayı öğrendi ve bilgisayar ile tanıştı. Star Wars ile ilgili bir bilmece oyunu olan ilk bilgisayar programı BASIC’i, kardeşi Ben ile birlikte yazdı. İnsanların sitenin içine girerek, bilgi ekledikleri bugünkü Wikipedia’ya benzer Theinfo.org adında bir site kurdu. Mesela birileri altın üzerine kapsamlı bilgi sahibi, bunu girip neden paylaşmasınlar diye düşünüyordu. Wikipedia’nın kuruluşundan 5 yıl önce Aaron bunu, daha 12 yaşında, küçük bir sunucu da ve çok eski bir teknolojide çalışıyordu. Aaron’ın sitesi Theinfo.org, Cambridge asıllı ArsDigita’nın düzenlediği okul yarışmasında birinci geldi. Aaron, birinciliği ona internet ve bilgisayar programcıları ile tanışma fırsatı yakalama şansı vermiştir. Bir süre sonra online programlama toplulukları ile iletişim kurmaya başladı, sonra da web için çok önemli yeni bir aracın üretim sürecinde; RSS üzerinde çalışan bir grubun içinde yer aldı. Aaron, okulu sevmemişti. Ona göre zaten okulda verilen bilgilere nasıl ulaşacağını biliyordu. Geometri öğrenmek için okula gitmeme gerek yok ki, geometri kitabını okusam yeterli diyordu. Amerikan tarihini, iktidarın bakış açısı ile öğrenmek istemiyordu. Ona göre öğretmenler, ne anlattıklarını bilmiyorlardı, otoriter ve kontrolcü bir tavırları vardı. En tutkulu olduğu konulardan biri de telif haklarıydı.

O sıralarda anayasa mahkemesinde telif haklarına karşı mücadele veren Harvard’da hukuk profesörü Lawrence Lessing ile tanıştı. Davayı izlemek için, Aaron Washington’a gitti. Lessig aynı zamanda telif haklarının internete yansımasında yeni bir yol da açmaktaydı. İsmi “Creative Commons (cc)” idi. Lawrence Lessing: “Yaratıcılara, eserlerine imza atarken kendilerinin de sahip olduğu özgürlük fikirlerine özen gösterebilecekleri bir yöntem vermek. Yani telif hakkı, “bütün hakları saklıdır” derken, cc’de ise “bazı hakları saklıdır” demek. Eserimle şunları şunları yapabilirsin, ama bazılarını yaparken izin almalısın” demenin basit bir yoludur.” Lessing ile tanıştıktan sonra Creative Commons’ta çalışmaya başladı. Aaron’ın bu projede rolü de bilgisayar kısmıydı, lisansları nasıl makinelerin üzerine işlem yapabileceği basitliğe indirgeyebilir üzerine çalıştı. Çoğu insan, Lessing’e neden 15 yaşındaki bir çocuğa böyle büyük bir projeyi verdiğini sorduklarında o ise en büyük hatanın o çocuğa ciddiye almamak olacağı kanaatindeydi. Bazı eleştirilere rağmen, Creative Commons oldukça başarılı oldu. Flickr gibi fotoğraf paylaşım sitesi eserlerinde bugün “cc” lisanslarından birini kullanılmaktadır. Aaron için önemli olan şey, internet trafiğinin akışıydı. Dikkatimizi yöneten şey neydi? “Yayınlamanın eski yöntemlerinde hava dalgalarındaki limitle sınırlıydınız. Anten ile en fazla 10 T.V. kanalına yayın verebilirdiniz. Kablolu ile dahi 500 kadar yeriniz olurdu. Oysa internette herkesin kendine ait bir kanalı vardır, isteyen herkes kendine blog, Myspace sayfası açabilir. Herkesin kendini ifade edebileceği bir yer olur. Bu yüzden artık problem kimin hava dalgalarına erişimi olduğu değildir; problem insanları bulma yöntemlerine kimin hükmettiğidir. Gücün, Google gibi sitelerin tekeline geçtiğini görürsünüz. İnternet üzerinden nereye gitmek istediğinizi söyleyen bekçilerdir bunlar. Haberleri ve bilgiyi nereden temin edebileceğinizi gösterirler. Yani artık belli bir zümrenin konuşma ayrıcalığı yoktur, herkes bu ayrıcalığa sahiptir. Sorun, kimin sesinin duyulduğudur.”

Aaron, enerjisini, kamusal bilgiye erişime dair birçok yeni projeye harcıyordu. Bunlardan biri de hesap sorulabilirlik sitesi Watchdog.net idi. 2008’de kurduğu watchdog.net’tin işlevi, politikacılar hakkında bilgi toplamak, siyasi olayları izlemek, sonuçlarından hesap sorabilmekti. Aaron’a göre kamusal erişim herkes açık olmalıydı, bunun kilit altında olduğunu düşünüyordu. Aaron’ın özellikle ilgilendiği konulardan biri de, kamusal alana kamusal erişimi getirmekti. Aaron’ın, 2008 yılında İtalya’da yazdığı Gerilla Açık Erişim Manifestosu’nda (Guerilla Open Access Manifesto) “dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için çalışırım” diye yazmıştı. “Yaptıklarıma hırsızlık veya korsanlık denildi. Sanki bir bilgi hazinesini paylaşmak bir gemiyi soyup mürettebatı öldürmek ile ahlâken eşdeğermiş gibi. Paylaşmak yanlış değildir; aksine ahlaki bir buyruktur. Yalnız açgözlülükten gözü dönmüş birisi arkadaşına istediği kopyayı vermez. Adil olmayan yasaları uygulayarak adaletli olunamaz. Aydınlığa çıkma ve görkemli sivil itaatsizlik geleneğimizle, kamusal kültürümüzün şahsi gaspına karşı olduğumuzu duyurma zamanıdır.” Aaron, yılda on milyar dolardan fazla ticari hacmi olan Birleşik Devletler Mahkemeleri İdari Bürosu’nun Elektronik Mahkeme Kayıtlarına Kamusal Erişim (PACER)’dan iki milyon yedi yüz bin mahkeme kaydını indirip, Carl Malamud’un kâr amacı gütmeyen Public.Resource.Org sitesinde halkın hizmetine açtı. Bunun üzerine Aaron, FBI’ın dikkatini çekmeye başladı. İndirmeler, mahkemelerinde devasa açığını ortaya çıkarmıştı. FBI bu nedenle araştırmadan dosyayı kapatmaya karar verdi. Aaron, bu sırada akademik makaleleri ücretli yayınlanan kurumları da incelemeye başlamıştı. Aaron “Büyük üniversitelerin hemen hemen hepsi JSTOR, Thomson gibi firmalara erişim için ücret öderken, dünyanın geri kalanını göremiyor bile. Lisans ücretleri o kadar yüksek ki, Amerika yerine Hindistan’da okuyan kişiler, bu erişime sahip değiller. Bilimsel mirasımızın tamamından mahrumlar. Bu dokümanlardan bazıları Aydınlanma Dönemi’nden kalma. Birisi akademik bir yayın ortaya çıkarttığında taranırlar ve dijital bir şekilde koleksiyona girerler. Halka ait, ulaşılabilir olması gereken bir miras. Fakat bunun yerine kilitlenip, kar amacı giden şirketler tarafından internete koyuyorlar ve onlar da edebilecekleri en yüksek karı elde etmeye çalışıyorlar.” Aaron, Harvard’da burslu çalıştığından, MIT’deki kullanıcıların açık ve hızlı ağından haberdardı ki yakın zamanda JSTOR’un zengin arşivine erişim izni de verilmişti. 24 Eylül 2010’da Swartz, yeni alınmış bir laptop’ı Gary Host adıyla MIT ağına kaydetti. İşlemci adı olarak da Ghost_laptop kullanıldı. JSTOR aslında geleneksel kullanımı ile hacklendi denilemez. JSTOR veritabı düzenliydi, bütün dokümanları indirmek için çok uğraşmak gerekmiyordu, sadece numaralar atanmıştı. Ertesi gün Ghost_laptop makaleleri almaya başladı. Fakat kısa zamanda bilgisayarın I.P. adresi engellendi. Aaron, hemen I.P. adresini değiştirdi ve makaleleri indirmeye devam etti. Yetkililer, makalenin indirilmesini engellemektense, odaya gizli kamera yerleştirdiler. Birkaç gün sonra, Aaron hard diski değiştirirken görüntülendi. Aaron’a dava açılmadan önce bir anlaşma teklif edildi; üç ay hapis, rehabilitasyon evinde bir süre konaklama ve bir yıl ev hapsi. Hepsinde bilgisayardan mahrum olacaktı. Tek şart suçlamaları kabul etmesiydi. Aaron, teklifi reddetti.

Massachusetts mahkemesinden yapılan basın açıklamasında; Aaron’ın 35 yıl hapis, üzerine 3 yıllık gözetimli salıverme, zararın karşılanması, haciz ve bir milyon dolara kadar para cezası istemiyle yargılandığını bildirdi. 100.000 dolarlık bir kefaletle serbest bırakıldı. Aynı gün davacı JSTOR resmi olarak bütün suçlamalardan vazgeçtiğini açıkladı ve dava takibini reddetti. Aaron; ABD’nin telif haklarını koruma bahanesiyle Senato’dan geçirmeye çalıştığı anti-demokratik SOPA (Stop Online Piracy Act); yani Çevrimiçi Korsanlığı Durdurma Yasası’na da karşı çıktı. SOPA, internet üzerindeki film, müzik gibi yapıtların korsan kullanımını azaltma amacı giden bir yasa tasarısıydı. Yasa geçseydi, firmalara yargı süreci olmaksızın sitelere finansal engel koyma imkânı verecekti. Hatta Google’a ilgili sitelerin linkini silmeye zorlayabilecekti. Aaron bu tasarıya karşı insanları örgütledi ve mücadele etti. 16 Ocak 2012’de Beyaz Saray, tasarıyı desteklemediğine dair bir açıklama yaptı. Jimmy Wales, desteğini Wikipedia’yı karartarak gösterdi. Obama yönetimin hacker, elektronik/bilgi teknolojileri ile ilgili bir grup hackera yanıt vermek niyetinde gibiydi. Aareon davası da aslında bunlarından biri olarak görülüyordu. Yönetimin belki de bu bilgi/demokrasi aktivitelerine göndermek istediği mesaj” sizlerin yetileri olduğunu biliyoruz ve Aaron Swartz’ı size ibretlik olsun diye cezalandırıyoruz.” demek olabilirdi. 12 Eylül 2012’de federal savcılık, eskisini geçersiz kılan yeni bir iddianame daha hazırladı. Üç yeni suçlama eklendi eklendi Aaron’ın dosyasına. Elektronik sahtekarlık, korunmuş bir bilgisayardan hukuksuz bilgi edinimi ve bilgisayar sahtekarlığı. Aaron daha fazla iktidarın baskısına dayanamadı ve 11 Ocak 2013 tarihinde yaşamına son verdi. Aaron’ın bilginin kamusal erişimini savundu. Bunun en iyi sonuçlarından biri ise Pankreas kanseri testini geliştiren on beş yaşındaki Jack Andraka, Aaron’ın JSTOR’dan indirip ücretsiz kullanıma sunduğu akademik makalelerden yararlanarak yapması oldu.

Noam Chomsky bilginin herkes tarafından erişilebilir olması gerektiğini savunur. Bu nedenle halk kütüphanelerin olmasının herkesin eşit ve ücretsiz erişilebilir bilginin insan hakları olduğunu iddia eder. Ona göre bilgi herkese aittir. Kapitalizmin öğesi olan medyaya, internetin kanalı ile iktidarın denetimine geçmemesi, herkese dağıtılması gerektiğini savunur. Foucault, bilginin iktidar tarafından kontrol edildiğini, bilginin iktidar/güç ilişkili olduğunu belirterek bunu bilgi rejimleri olarak belirtir. Ona göre bilginin oluşumu, kullanımı ve dolaşımı her zaman bir iktidar konusudur. Hakikat ya da bilgi, her zaman zaten bir iktidarın sorunuysa saf bir bilgiden söz etmenin imkansız olduğunu belirtir. Aaron Swartz, JSTOR’dan akademik makalelerin ücretsiz olarak ulaşılabilmesinin, bilginin açık ve erişebilir olduğunu savunduğu için iktidar tarafından cezalandırılmıştır. Aaron; bilginin herkes tarafından kullanılması, erişebilir olması ve bilginin, internetin kullanımın insan hakları olduğunu savunur. İnternetin ve bilginin dolaşımını elinde bulunduran iktidara karşı, mücadele eder ve JSTOR’dan indirdiği bilgiyi insanlara armağan eder. Bu armağanı karşında kutsanması gerekirken, iktidarın söylemine başkaldıran olarak, iktidar tarafından cezalandırılır ve Foucault’un deyişiyle iktidarın belirlediği “normal” insana dönüştürülmesi için cezalandırılır. Bir nevi kurban edilir. Aaron Swartz, Yunanlıların hakikati arayan ve inançları uğruna ölümü göze alan modern zamanın “parrhesiastes”idir. Zaman deli ile dahi arasındaki değişimin ölçüm aracı ise, aradan geçen kısa bir sürede verilen tepkiler ve kamuoyu şunu göstermektedir. Deli olan hâlâ internetin -dolayısıyla iletişimin ve bilginin- potansiyelini anlayamayan insanlar. Deli olan yıllarca ödüllendirdiği hacker’lara rağmen politik baskılar yüzünden Aaron’a sahip çıkmayan MIT. Onu intihara sürükleyen ve sahip çıkamayan insanlar deli.

Panama Belgeleri

Deliliğin kuşattığı dört bir yanımızda haberimiz olmadan dünyanın çivisini çıkarıyorlar. Öyle ki geçtiğimiz günlerde ortaya çıkarılan Panama Belgeleri, bilgiyi kamulaştırmanın önemini hepimize bir kez daha hatırlattı. Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Birliği’nin Mossack Fonseca hukuk firmasının kayıtlarını ele geçirmesiyle elde edilen dokümanlara göre; offshore hesaplarla vergi kaçıranlar arasında 12 devlet lideri ve 143 politikacı olduğu iddia edildi. Panama belgeleri, Wikileaks’da ortaya çıkan belgelerin bin beşyüz katı. Belgeler Mossack Fonseca’nın aralarında eski ve görevdeki dünya liderleri ile ünlü isimlerin de bulunduğu bazı kişilerin milyarlarca dolarlık para aklamasına, vergi kaçırmasına ve yaptırımları bertaraf etmesine yardımcı olduğunu gösteriyor. Kurulan kara para aklama sistemi sayesinde Ortadoğu’da yaşanan kirli savaşların da finanse edildiği iddialar arasında. Kısacası; dünyanın kirli çamaşırlarının büyüklüğü bu yazı hazırlandığında henüz açıklanmamıştı. Her kavramın içinin boşaltıldığı günümüzde; özgürlük meselesini hayati konulardan uzak tutup sadece tüketim özgürlüğüyle sınırlı tutmak yaşadığımız en büyük akıl tutulması. Bu akıl tutulmasına karşı; gerçeği nerede olursa olsun bulmak, söylemek ve geniş kesimlere ulaştırmak ahlaki sorumluluğumuzdur.

*Barbaros DİNÇER
İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Doktora Öğrencisi
barbaros@iskav.org.tr

Bir cevap yazın