Banu Gün Öztürk – Hukuk: Geçmişten Bugüne Anlamı ve Eğitimi

Hukuk tek yönlü tanımı ile “Toplumu düzenleyen ve devletin yaptırım gücünü belirleyen yasaların bütünü” olarak nitelendirilir.

Bu niteleme birçok soruyu doğurur. Buradan, hedeflenen toplumun hangisi olduğu; ne tip bir düzen kastedildiği; devletin kimlerden ve nasıl oluştuğu; yaptırımların niteliklerinin neler olduğu; yasaları kimlerin nasıl belirlediği soruları doğar. Bu soruların cevapları da yasalar ile belirlenir. Tüm bu sorular yasalar ile sabitlenmiş ise, “hukuku meslek edinen, hukuk ile uğraşan” hukukçuların toplum için varlık sebebi nedir?

Bu, Aristoteles’in belirttiği üzere, “hukuk olarak tespit edilmiş yasalar bütününün zamanla bizzat kendisinin hukuksuzluğa sebep olması veya olma ihtimali”dir. Hukukçu, bu ihtimalin önleyicisidir.  Çünkü Platon’un belirttiği gibi; “Kallikles: yasaları çoğu kere, zayıf adamlar yaparlar, bunun için de onları kendilerine, yalnız kendi çıkarlarına uydururlar ve ancak bu bakımdan onları överler veya kötülerler” (Platon, Gorgias. Erol Bilik; Sofistler, sayfa: 374). Ancak kastedilen “zayıf adamlara”, sistemdeki açıkları tespit edip hukuksuzluğu bizzat yasalar eliyle yaratmaya çalışanların da eklenmesi gerekir.

İşte hukukçu, bahsedilen “zayıf adamları” da kapsayan bir kümenin önündeki bilgi ve davranış üreticisidir. Bu noktada üretilen bilgi ve davranış, en başında bahsettiğimiz “”hedeflenen toplumun hangisi olduğu, ne tip bir düzen kastedildiği, devletin kimlerden nasıl oluştuğu, yaptırımların niteliklerinin neler olduğu, yasaları kimlerin nasıl belirlediği” sorularının cevaplarını değiştirir.

Bu bilgi ve davranışı hukukçu nasıl üretecektir? İşte eğitim sisteminin hukukçu üzerindeki etkisi bu noktada ortaya çıkar. Hukukçunun, hukuksuz olgular karşısında bilgi ve davranış üretebilir konumda olabilmesi, bu üretimi yapabilme yetisini kazandıran bir hukuk eğitim sisteminden geçmiş olmasını gerektirir. Fikri üretim; yasaları bilmenin yanı sıra, ahlak anlayışının temelini oluşturduğu bir sorgulamaya dayanır. Her sorgulamanın ihtiyacı olan; bilgi ve yorumlama yeteneğidir. Hukukçu, elindeki yasaları ve yapılan yanlışları bir arada değerlendirerek, teamüllerin bilincinde ancak geleceği de öngörebilen bir yetenek ile toplumu düzenleyecek gerçek sentezi üretebilmelidir. Bu üretebilme yetisi bilinçli bir şekilde oluşturulmazsa “zayıf adamların” hükmü sonsuz kılınır.

Peki diğer ülkelerde bu üretebilme yetisi nasıl kazandırılıyor?

Üç ülke örneğinde hukuk eğitimi

Fransa’da hukuk eğitimi almak için öncelikle sınavda başarılı olma şartı aranıyor ve akabinde üç aşamalı bir hukuk eğitimi veriliyor. Eğitim sürecinin iki yıl süren ilk aşamasında temel bilgiler veriliyor ve sonunda yapılan sınav ile diploma alınıyor; ancak çalışabilmek için yine iki yıl süren bir uzmanlık eğitimi veriliyor. Öğrencilerin çok azının bu diplomayı alabildiği genel olarak belirtilmektedir. Hukuk eğitiminde küçük çalışma grupları oluşturuluyor ve böylece öğrenciler araştırma yapıyor, kompozisyon yazıyor, karar analizi yapıyor ve olay çözümlüyorlar. 

Almanya’da ise, öğretim teknikleri açısından farklı ders türleri vardır. Klasik derslerde öğrenciler temel hukuk alanlarına ilişkin bilgiyi edinir; konulara ilişkin öğreti ve uygulama alanını öğrenir. Derslerin içeriğine göre temel sorunları tartışırlar. Bunun yanında güncel gelişmeleri takip etmeleri ve konular üzerinde tartışmaları da sağlanır. Projelerin ve gezilerin sonunda olduğu gibi; seminer derslerine katılan öğrenciler dersin kapsamı içerisinde seçtikleri konuyu yazılı ve sözlü olarak sunmakla yükümlüdürler. Uygulama derslerinde öğrencilerin edindikleri “soyut” alan bilgisini belirli “somut” hukuki sorunların çözümünde kullanmaları sağlanır. Çalışma gruplarında öğrencilerin özellikle somut hukuki bir sorun üzerinde yoğunlaşmaları ve bir araya gelerek kolektif şekilde bu sorunlara yönelik çözümler bulmaları sağlanır.

Amerika’da hukuk eğitimine gelince; hukuk eğitimi ile ilgili standartları saptamak, konu ile ilgili tüzük, yönetmelik çıkarmak hukuk fakültelerinin ve mahkemelerin işidir. Bunun yanı sıra, hukuk mesleğinin ülke çapında örgütü olan Amerikan Barolar Birliği yeknesaklığı sağlamaya çalışır, hukuk fakültelerinin onanması ve denkliği için standartları belirler. (Güncel Gelişmeler Işığında Türkiye’de Hukuk Eğitimi Araştırma Raporu; Prof. Dr. Meral Öztoprak Sağır)

Her ülkenin sistemi benzerlikler taşısa da farklıdır. Bu üç ülkeyi, genelleme amacıyla, birer örnek olarak kullanabiliriz. Fransa ve Almanya’daki hukuk eğitim sisteminde; ve elbette buna benzer sistemlerde eğitim veren ülkelerde de olduğu gibi; öğrencileri sorgulamaya, tartışmaya, kolektif çalışmaya, araştırmaya yönlendirerek hukuk sistemine dahil ettikleri açıktır.

Amerika örneğinde ise; hukuk fakültelerinin standardını yine hukuk fakülteleri ve mahkemeler sağlarken; Barolar Birliği’nin de farklı uygulamaların önüne geçiyor olması önemlidir. Çünkü bir hukukçunun nasıl yetişmesi gerektiğini ve hangi niteliklere sahip olması gerektiğini en iyi hukukçular bilebilir. Aksi halde “zayıf adamlar” istedikleri zaman övebilecekleri ve yerebilecekleri yasa uygulayıcılarını mezun ederler.

Hukuk eğitiminin evrensel gerekleri ve ülkemiz

Türkiye’deki hukuk eğitiminde ise sorgulama, tartışma, araştırmanın eksikliğinin yanı sıra hukuk fakültesini tercih etmiş kişilerin genel kültür düzeylerini geliştirme zorunluluğu da önemli bir olgudur. Ülkesinde yaşananlara kayıtsız kalan; neden-sonuç ilişkisi kuramayan; felsefeden, siyasi ve, iktisadi bilimlerden uzak kalan zihinlerin üretebileceği bilgiler eksik ve sınırlı olarak kalacaktır. Hukuk; hayatın yönlendiricisi ise, hayatın mevcut koşullarının farkında olmak gereklidir. Aynı zamanda uluslararası düzeyde okur ve yazar seviyesinde bir yabancı dil eğitiminin gerekliliği de açıktır. Üniversitelerimizde yabancı dil eğitimi verilse de, bu eğitim hiçbir zaman uluslararası akademik metinlere ulaşacak seviyede olmayabiliyor. Oysa hukukçunun küreselleşmiş dünyaya açık, yeni ve farklı sistemlerin getirdiği düzenlemeleri algılayabilen ve bu bilgileri -sistemine uygunluğu ölçüsünde- toplum menfaatine davranışa yansıtabilen bir seviyede olması gereklidir.

Amerikan Barolar Birliği ve Amerikan Hukuk Okulları Birliği 1992 yılında MacCrate Raporu adıyla yayınlanan ve hukuk eğitiminin içermesi gereken on adet akreditasyon standardı belirlemişlerdir. Söz konusu rapora göre bir hukuk öğrencisine kazandırılması gereken on adet özellik şu şekildedir: Problem çözme; problemin belirlenmesi ve ileride yeni bilgi girişine imkan verecek şekilde açık uçlu bir problem çözme planı oluşturma; hukuki analiz ve gerekçelendirme; hukuki araştırma metotları; olaya yönelik araştırma metotları; iletişim becerileri; meslektaşlarla ve diğer kişilerle fikir alış verişinde bulunabilme; görüşme-mülakat yeteneği; dava yürütme ve alternatif tartışma çözümü; belli bir hukuki işin organize edilmesi ve yönetilmesi; olaylardaki ahlaki (etik) çelişkilerin ortaya konulması, tartışılması ve çözüme kavuşturulabilmesi. (Bücker, A., Woodruff, W. A., a. g. m., s. 590-593; Güncel Gelişmeler Işığında Türkiye’de Hukuk Eğitimi Araştırma Raporu; Prof. Dr. Meral Öztoprak Sağır)

Elbette ki bu özelliklerin hepsi belli bir yaşa ve kalıba oturmuş zihinlerde sadece hukuk fakültesinde kazandırılamaz. Temellerinin ortaöğretim ve lise düzeyinde de verilmeye başlanması şarttır. Eğitim, ilköğretimden üniversiteden mezun oluncaya kadar öğretime koşut olarak devam eden ve hayatın sonuna kadar uzanan bir süreçtir. Bu öğrenim sürecinde önemli üç aşama vardır: Bilgilenmek, anlamlandırmak yani yorumlamak ve yapmak. Birey -özellikle bu yazı bağlamında hukukçu- bilgiyi nereden bulacağını bilip edinmeli; akabinde toplanan bilgileri yorumlayabilmeli ve anlamlandırabilmeli; en sonunda da bir davranış üretebilmelidir. Türkiye’deki hukuk fakültelerinde uygulanan eğitimin ilköğretim sürecinden beri gelen eksikliği, işte özetle bu üç aşamanın özümsenemiyor olmasıdır. Bu eksikliğin hukuk sistemine etkileri; siyasete, temel hak ve özgürlüklerin güncel hayata yansımasına, vatandaşların adalete olan inancına yansıdığı bir dönemin yaşanmasına yol açar.

Eğitim sistemindeki tüm eksikliklere karşın “zayıf adamlar”ın karşısında etkin bilgi ve davranış üretebilecek olanlar, ancak kendini geliştirme sorumluluğundan kaçmayan hukukçular olacaktır.

*Banu Gün ÖZTÜRK
Avukat,
banugunozturk@gmail.com