Hatırlayanlar olacaktır. BROY adında bir yayınevi vardı bir zamanlar. Standından kitap alanlara hediye ettiği kitap ayracını bugüne kadar başucumdan ayıramadım. O ayraçta Rus şair Yevgeni Yevtuşenko’nun, Ülkü Tamer tarafından çevrilmiş aşağıdaki şiiri yer almaktaydı.
GENÇLERE YALAN SÖYLEMEK YANLIŞTIR
Gençlere yalan söylemek yanlıştır.
Yalanların doğru olduğunu göstermek yanlıştır.
Tanrı’nın gökyüzünde oturduğunu ve yeryüzünde
İşlerin yolunda gittiğini söylemek yanlıştır.
Gençler anlar ne demek istediğinizi. Gençler halktır.
Güçlüklerin sayısız olduğunu söyleyin onlara,
Yalnız gelecek günleri değil, bırakın da
Yaşadıkları günleri de açıkça görsünler.
Engeller vardır deyin, kötülükler vardır.
Varsa var, ne yapalım. Mutlu olamazlar ki
Değerini bilmeyenler mutluluğun.
Rastladığınız kusurları bağışlamayın,
Tekrarlanırlar sonra, çoğalırlar,
Ve ileride çocuklarımız, öğrencilerimiz
Bağışladık diye o kusurları, bizi bağışlamazlar
Türkiye için yepyeni bir şeylerin kurgulanmasının zamanı gelmedi mi?
Sade, anlaşılır, iddialı, samimi ve gerçek bir manifestonun oluşturulmasının zamanı…
1923 yılında, “muasır medeniyetler” seviyesine ulaşmak ülküsü ile yapılan Cumhuriyet Devrimi, geçen zaman içerisinde özellikle sosyalist bloğa karşı duyulan korku sebebiyle, köklerinden koparıldı.
Hoyratça hırpalandı, gerici unsurların tümü “komünizm tehlikesi” bahane edilerek palazlandırıldı ve bugüne gelindi.
Adnan Menderes’in odunu bile vekil seçtirebileceğine olan güveni, Demirel’in milliyetçilerin cinayet işlemeyeceklerini müthiş bir içten pazarlıkçı tavırla haykırması, toplumun muhafazakar kesiminde yarattığı kafa karışıklığı, 12 Eylül darbesi sonrasında bir tür şartsız kabule dönüştü.
Bugünkü çürümüşlüğün mimarı olduğundan şüphe dahi duymadığımız Turgut Özal’ın üzerine yapışan üç cümle bugün yaşanan her türlü ahlaksızlığın temelini oluşturmaktadır.
- “Benim memurum işini bilir”
- Kamuda yapılan yolsuzlukları meşrulaştırdı. Milletin anasına küfredebilme cüretini gösteren müteahhitlerin devletin en üst makamlarınca kabul görmesi böyle normalleştirildi.
- “Bir koyup üç alacağız”
- Bulunduğumuz belalı coğrafyada, Cumhuriyetin kurucu felsefesinin takipçileri tarafından üstümüze başımıza pislik bulaşmaması için gösterilen özeni, “yurtta sulh cihanda sulh” gibi evrensel barışı simgeleyen büyük söylemi, faydacı, işbirlikçi tüccar mantığı ile yıktı. Bugün yaşanan Suriye rezaletinin fikri temelleri işte böyle atıldı.
- “Anayasayı bir kere ihlal etmekle bir şey olmaz”
- Türkiye’nin köküne kibrit suyunu işte böyle döktü. Bugün anayasa, en ufak bir utanma duygusu taşımayan, sorumluluk taşıması beklenen kişiler tarafından delik deşik ediliyorsa, bu Zat’ın anıt mezarında huzur içerisinde yatmaması gerekir.
Bugün sapır sapır dökülen köhne bir binanın içerisinde, hiçbir yere kaçamadan ve herhangi bir önlem alma becerisini de gösteremeden çökeceğimiz saati bekliyoruz.
2010 referandumunda, bugün FETÖ adı verilen pislik şebekesine hiç çekinilmeden emanet edilen adalet mekanizması, bugün gözaltına alınan gazeteci ve yazarlara üç gün süreyle içme suyu dahi vermeyen (bildiğimiz şimdilik sadece bu) bir yapıya evrildi.
Barış özlemini imzaya döken üniversite emekçileri, acımasızca işsiz bırakılmakta.
Halkın oylarıyla seçilen milletvekilleri, parti genel başkanları, belediye başkanları dibinin ne olduğu belirsiz bir girdap içerisine atılmış durumda…
Karadenizli müteahhitlerin inşa ettikleri dandirik 3+1, 110 m2 net daireler için kurnazca ürettikleri “süper lüks konut” mottosuna benzer bir anlayışla, tüm devlet liselerinin başına “İmam hatip” sıfatını takarak günahlarından sıyrılmaya çalışan bir tükenmiş iktidar.
Örneklerin sonsuzluğu içimizi dağlıyor…
Bu tükenmişliğin ürettiği ahlaksızlık, değersizlik ve vandalizm ülkeyi yıkmak üzere…
Çıkış yolu var mı?
Evet var.
Hayallerimize, güzel olan her esere, her duyguya saldırarak bu güzelim ülkenin tüm kurumlarını çürüterek hepimizi felakete sürükleyen dinci-faşist ortaklığın izlerini yarın biz sileceğiz.
Enkazı devralma vakti geldiğinde yeni, yepyeni yapıyı hep beraberce kurmak için bugünden çalışmaya başlamalıyız. Projelerimizle, raporlarımızla, insan sermayemizle, ruhumuzla, yüreğimizle hazır olmamız lazım. Aynen faşizm sonrasında silkelenip ayağa kalkan İspanya pratiğinde olduğu gibi, aynen 1923’de kokuşmuş Osmanlı’yı silen aydınlanma devrimimizde olduğu gibi…
Bunun manifestosunu oluşturmak için yoğun bir tartışma başlatmanın, inisiyatif almanın vakti geldi.
Sosyal demokratlar, sosyalistler, sanatçılar, demokrasi ve insan hakları savunucuları, emek çevreleri, iş dünyası, akademisyenler, demokratik kitle örgütleri, sivil toplum kuruluşları, modern ve çağdaş bir dünyada yaşamak isteyen esnaf, öğrenci, emekli, ev kadını, engelli, zengin, fakir, orta halli herkes ama herkes…
Birleşelim…
Kural 1:
Buna inanmak lazım.
Kural 2:
Yıkımı engellemeye gücümüzün olmadığını görerek, dayanışma kanallarını en son noktasına kadar zorlayarak, bu yıkımdan sağ çıkmamız lazım.
Kural 3:
Sosyal demokrasinin evrensel değerlerine sarılarak barıştan, insan haklarından, özgürlüklerden, emekten, adil paylaşımdan söz ederken “ama” sız konuşabilmeyi becermemiz lazım
Ana kural:
Hiçbir şart altında, bedeli her ne olursa olsun “yalan” söylememek lazım.
Siyasetin, yaşamın ve dünyanın yalandan arındırılabileceğini haykırabilecek cesarette olmamız lazım.
*Babür ATİLA
SODEV Kurucu Üyesi
batila@superonline.com