bulent-ecevit_29153

Ayşe Ayata – CHP’de Ortanın Solu Hareketi

ayse_ayata_2

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 1923’de kuruluşundan sonra ideolojisinin ne kadar değiştiği uzun süre tartışıldı. Bazı politikacılar ve akademisyenler hiç değişmediğini, 1930’ların “Kemalizmi”’nin hala daha egemen olduğunu savunurken, özellikle CHP içinden tartışan diğerleri 90 yıllık tarihinde CHP’nin çok farklı ideolojik dönemleri olduğunu vurgulamakta.

Bu yazıda CHP’nin 1960-80 arasındaki başarıya uzanan dönemi ele almıyor. Bu dönemdeki görüş, program ve liderlik değişikliğinin siyasi yapıya, örgüte ve toplumsal tabana yansıması üzerinde durulmalıdır. 1960’larda gelişen ortanın solu hareketi, yeni ve yükselen sosyal sınıfların taleplerini yansıtmış, onların oyları üzerinde yükselmiştir. Bu görüş ve taban değişikliği örgüte de yansımış, örgütün yapısı ve katılım formları da değişmiştir.

1950’lerden “ortanın solu”na

CHP 1950 seçimlerini kaybetmeyi beklemiyordu ve seçimler sonrasında da kaybettiğine bir türlü inanamadı. Parti, muhalefette olmaya alışkın değildi ve bu yeni duruma uyum sağlamak zorundaydı. 1957 erken seçiminde, CHP tümüyle yeni bir mesajla ortaya çıktı. Programı; sendikalı işçilere grev hakkı, üniversitelere özerklik, bürokrasiye yeni ayrıcalıklar, anti demokratik yasaların ve Milli Müdafaa Kanunu’nun kaldırılmasına ilişkin maddeler içermekteydi. Bu, daha sonra 1961’de yapılan anayasaya da yansıdı.

CHP’nin Kurucu Meclis’te 49 doğrudan ve 125 dolaylı temsilcisi vardı. Yeni anayasa; iki meclisli parlamenter sistem, nisbi temsil, anayasayı güvencede tutmak için bir anayasa mahkemesi ve ekonomiyi düzenleyen bir devlet planlama teşkilatı gibi, doğrudan CHP Programı’ndan alınma fikirler içermekteydi. 1961 seçiminde -CHP ilkelerinin yeni Anayasada yer almasına karşın- parti, 1957 seçimlerine kıyasla daha az oy aldı (1957’de 40%, 1961’de 36%); 1965’de ise oylar %28,7’e düştü. Koalisyon hükümetlerinin yarattığı tüm sıkıntıların CHP’den kaynaklandığı düşünülmekteydi. Parti üyeleri hayal kırıklığı içindeydi. Koalisyon hükümetleri boyunca talepleri reddedilen taşra teşkilatları, sıkı bir parti çalışması göstermek konusunda isteksizdiler.

Ancak günah “ortanın solu”na çıkarıldı. 1965 seçimlerinden kısa bir süre önce, İnönü ve partinin liderlik kadroları parti ideolojisini ‘ortanın solu’ olarak belirlemişlerdi. Seçim sonuçlarının da ortaya koyduğu gibi, bu kimlik tanımından ne seçmenler hoşlandı ne de parti örgütünün kendisi bunun gerçekte ne demek olduğunu anlayabildi. Dolayısıyla da parti üyeleri “ortanın solu” hareketinin “komünizm”den başka bir şey olmadığını söyleyen karşı propagandayla mücadelede yetersiz kaldılar.

Bülent Ecevit tarafından kaleme alınan ortanın solu kitabında 1966’da ortanın solu hareketi, 1930’ların halkçılık anlayışından oldukça farklı bir halkçılık ideolojisine sahipti. Sınıfların varlığını kabul etmekte, ama sınıf mücadelesine karşı çıkmaktaydı. Sosyal adalet, sosyal güvence ve özgürlük taraftarıydı; serbest teşebbüsü de temel özgürlüklerden biri olarak görmekteydi.
1969 CHP seçim bildirgesi düzen değişikliği programı olarak adlandırılmaktaydı ve sosyal reformlar önermekteydi. 1969 seçimi 1965’dekinden de kötü bir yenilgi oldu (%27,3). 1969 seçiminden sonra, parti içinde yeni muhafazakar muhalefet grupları ortaya çıktı. Bunlar, ortanın solu hareketi ve Ecevit’in radikal sloganlarının seçimlerde yenilgiye neden olduğunu ileri sürüyorlardı. Buna rağmen Ecevit, ortanın solu hareketine bağlı kalacağını ısrarla vurguladı.

1970’li yıllarda CHP

12 Mart 1971 darbesi sonrası Ecevit, seçimle gelmiş bir hükümete karşı arkasını orduya dayayan bir hükümeti desteklemeyeceğini ve partinin adının tekrar orduyla birlikte geçmesini istemediğini belirtti. İnönü 1971’e dek Ecevit’i desteklemişti. Bu konuda “ters düştüler” ve İnönü kurulan teknokrat hükümete destek verdi. Bu da, zorlu bir siyasi mücadelenin kıvılcımını oluşturdu. Pek çok kişinin gözünde İnönü’nün statükoyu temsil ettiği ve parti ideolojisinde herhangi bir değişiklik yapılmasına en büyük engeli oluşturduğu açıktı. Fakat İnönü’yü istifaya zorlamak da pek kolay değildi. CHP, Cumhuriyetçi geleneğin partisiydi; Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’e bağlılık İnönü’nün kişiliğinde sembolize edilmekteydi.

Ecevit, meclis grubunun İnönü taraftarlarının hakimiyetinde olduğunu bildiğinden, genel sekreterlik görevinden istifa etti. Destek toplamak için yerel parti teşkilatlarına gitti ve gerçekten de güçlü bir destek buldu. Ecevit’in taban politikaları TBMM’deki muhafazakar CHP üyelerini korkutmaktaydı. Eski retoriği kullanarak, Ecevit’i partiyi sosyalist yapmak istemekle suçladılar. Bunun pek az etkisi oldu. İnönü’nün çabalarına karşın Ecevit Ankara, İzmir, Adana ve İstanbul gibi büyük şehirlerde başarılıydı. Ecevit’in il kongrelerinde desteğini arttırdığını gören İnönü yerel kongreleri sürdürmeye gerek olmadığını ileri sürerek olağanüstü Kurultay istedi. Kurultaydan bir gün önce 43 il başkanı, 8 il temsilcisi ve 55 il gençlik kolu temsilcisi, kurultayı toplamada kullanılan yasa dışı yöntemleri protesto eden ve Ecevit’e kesin destek veren bir bildiri imzaladılar.

Kurultay, 5 Mayıs 1972’de eski delegelerin katılımıyla toplandı. İnönü her yolu denedi; hasta adam, ülkenin kurtarıcısı ve Cumhuriyet’in kurucusu rollerini oynadı. Ecevit ve arkadaşlarının sorumsuz sosyalistler olduğunu, bu nedenle onlarla çalışamayacağını ve eğer Ecevit taraftarlarının hakimiyetindeki merkez yürütme kuruluna güvenoyu verilirse istifa edeceği uyarısında bulundu. Muhafazakarların iddiaları, anti-Kemalizm ve komünist suçlamalarına dayanıyordu. Ecevit taraftarlarının kullandığı başlıca slogan yerel parti teşkilatları anlamına gelen “örgüt”tü. Kurultay Ecevit’in zaferiyle sonuçlandı ve İnönü ertesi gün istifa etti. Yeni bir kurultay Ecevit’i 14 Mayıs 1972’de Genel Başkan seçti.

Ortanın solu hareketinin ve bu hareketin lideri Ecevit’in zaferi yalnızca ideolojik değişiklik değil, aynı zamanda örgütsel bir değişim, parti yapısının bu ideolojiye uygun şekilde yenilenmesi anlamına da gelmekteydi. Bunun sonucunda güçlü bir teşkilatlar sistemi, parti içi demokrasi ve özgürlük, parti liderliği ve merkez örgütünün taşra örgütüne ve taleplerine karşı daha fazla sorumluluk taşıması beklenmekteydi.
CHP 1973 seçimini kazandı. CHP, oyların 33,3%‘ünü almıştı ve bu oran, 1960’dan bu yana 6%’lık bir artışı işaretlemekteydi. Ama yine de 1961 yılına ve bu tarihten önceki oy oranlarına bakıldığında daha düşük olduğu görülmekteydi.

Türkiye’nin batısında ve büyük şehirlerde, sosyal demokrasiye katılabilecek seçmen grupları mevcuttu. Bunlardan birincisi, büyük şehirlerin kenar mahallelerinde yaşayan işçi sınıfı ve yoksul şehirlilerdi. Sanayi işçileri, özellikle de imalat sanayinde, madenlerde, özel teşebbüsün hakimiyetindeki sanayi kollarında çalışan sendikalı işçiler arasında CHP’ye destek çok fazlaydı. İkinci olarak da CHP, hali vakti yerinde küçük köylülerin yaşadığı yerlerde başarılıydı. Ege, Marmara ve Trakya, tarım açısından en gelişmiş ve pazar için üretimin en yaygın olduğu bölgelerdi.

1975’te yapılan ikili seçimin sonuçları, CHP için oylarını 1973’teki 35,4%’lük orandan 41,4%’e çıkardığı bir zafer oldu. 1977 seçimlerinde bu kutuplaşma, oyların %41’i, meclisteki sandalyelerin 213’ü CHP’nin öncekilerden daha büyük bir zaferiyle sonuçlandı. CHP’nin 1957’den başlayan, ama 1969’larda yoğunlaşarak süren ve 1972’de Bülent Ecevit’in Genel Başkanlığı ile ivme kazanıp Türkiye’nin 1970’li yıllarına damgasını basan “sosyal demokrat” hareketi, bir katılım yaygınlaşması arzusunun; bu yeni demokrasi arayışının sonucudur. Bu yeni dönemde halk, sadece seçimden seçime oy verme demokrasisi değil, aynı zamanda sunulan alternatifler, öneriler, siyasalar, bulunan çözümlere de aktif olarak katılmayı arzu etmektedir. Kahvelerde, iş yerlerinde, evlerinde, köylerinde kendi sorunlarını tartışmakta, seçim dışında da gerek sorunlarını dile getirerek; gerek düşünce, çözüm üreterek siyasete katılmak istemektedir. Kendini herkesle eşit saymakta, artık kimsenin sosyal konumundan dolayı üstünlüğünü kabul etmemektedir. İşte 1972’de zaferle sonuçlanan Ortanın Solu hareketi, bu yeni demokrasi anlayışının bir başarısıdır. O hareketi ülke düzeyinde söz sahibi yapmıştır.

1970’li yıllarda Türkiye’ye yeni bir demokrasi halkası eklendi, bu halkanın özünde ise süreçlere katılan ve o süreçleri oluşturan halk kesimlerinin yaygınlaştırılması vardı. Ortanın solu hareketi sadece bir ideoloji değişmesi değil, aynı zamanda bir örgüt yenilenmesi hareketiydi. Daha sonraları Sosyal Demokrat/Demokratik Sol adını alan bu hareket hem görüşleri ve ideolojisi hem de örgütü ve yeni bir örgüt anlayışı ile bu yeni katılımın halkasını, haresini Türkiye’nin siyasal kültürüne katmıştır. Örgüt içindeki herkes; en ufak mahallenin üyesi, delegesinden il ilçe başkanına kadar etkili olabileceği, kendisinin önemli olduğu ve bir katkıda bulunduğu hissine kavuşmuştur. 1972 sonrasında her üye, parti hiyerarşisindeki yeri ve toplumdaki konumu ne olursa olsun partinin içinde yanaşma değil ev sahibi olarak girmiştir.

Örgüt yapısında değişim

1960’ların ilk yarısına kadar, Anadolu’nun hemen her yerinde CHP’nin yerel örgütleri, o bölgelerin eşrafından sorulurdu. Bu dönemin Türkiye’sinde daha %55-70 arasında kırsal nüfus vardı ve merkezler önemliydi. Eşrafın en önemli özelliği, köylüyle yıllara dayalı bire bir güven ilişkisinin olmasıdır. Kah kredi açarak, kah ürününü alarak çeşitli formlarla bu ilişkiyi korur ve kasabadaki güç mücadelesinde olsun Ankara ile ilişkisinde olsun bu yapıyı mobilize etme kapasitesine sahiptir. Tabii ki 1950 sonrasında eşrafın bir kısmı Demokrat oldu, ama bu, temel ilişkiyi değiştirmedi. 1960’lı yılların başından itibaren Anadolu’daki küçük merkezlerin güç yapısında çok önemli bir değişiklik oldu. Bu yıllarda yaygın olarak küçük kentlerden çok sayıda genç büyük şehirlere okumaya gittiler ve daha önceki dönemlerden farklı olarak meslek sahibi olarak memleketlerine geri döndüler. Bu gençler, dönemin Türkiye’de yarattığı hızlı değişim sürecinden haberli, siyasi hırsları ve idealizmleri yüksek; en önemlisi CHP içinde, eşrafın tıkadığı katılımsızlıktan şikayetçiydiler.
Esasında Ortanın Solu hareketi, büyük şehirler ve sanayileşmiş bölgeler dışında, üye tabanının niteliğini değiştirmemiş; sadece partide üyenin konumunu değiştirmiştir. Köyde etkin bir üye, o köyün hali vakti yerinde bir ailesindendir. Fakat 1960 sonrası bu köylü delege özellikle köylerde pazara dönük üretimin egemen olması ve göçün önem kazanmasıyla artık köyün dışını tanıyan, şehir bilen, devletten ve siyasetten doğrudan beklentisi olan bir kişi olmuştur. Burada yeni bir açılım vardır. Bu köylü haftada, ayda bir şehre indiğinde bilgi almak için eşrafa bağlı değildir, radyo dinlemekte, kredi kullanmakta, gazete okumakta, hatta Almanya’ya gitmektedir. Siyasette var olmak istemektedir.

İşte bu dönemde bazı genç avukatlar, mühendisler, doktorlar bu katılım arzusunu ve potansiyeli kendi yanlarına çekmişler; hem yörelerinde kendi iktidarlarını pekiştirmişler, hem de bu rüzgârla katılım arzusunu Ankara’ya kurultaylara taşımışlardır. Nitekim 1970’li yıllar 30-40 yaş arasında genç il başkanlarının partiyi yönettiği yıllardır. 1950’den 1975’e kadar il başkanlarının yaş ortalaması 10 yaş düşmüş, eğitim seviyeleri yükselmiş, meslek dağılımı ise serbest meslek ağırlıklı olmuştur. Parti içi faaliyet sürekli hale gelmiş, partide ideolojik ve fikri tartışma yoğunlaşmış, propaganda yöntemleri modernleşmiş ve gerek halkla gerekse üyeyle diyalog önem kazanmıştır.

Büyük şehirler ve sanayileşmiş bölgelerde ise daha farklı bir değişim söz konusudur. Artık 1960’lı yılların ikinci yarısıyla önce oy tabanını, daha sonra da örgüt tabanını köyden şehre göç etmiş, birçoğu zaman içinde örgütlü kesimde çalışan işçiler oluşturmaktadır. 1970 sonrasında -özellikle sanayi bölgelerinde- işçilerin parti içinde etkinliğinin artmasına paralel olarak, onların örgütlü sözcüleri konumundaki sendikacılar ve daha etkin konumlarda ve daha iyi imkanlarla çalışan teknik personel vardır. Büyük şehirlerde artık Sosyal Demokrasi, halkçılık ve demokrasinin yanında refah devleti, sendikacılık, bağımsızlık, örgütlenme özgürlüğü anlamına gelmektedir. Büyük şehirler ve sanayi bölgelerinde 1960’dan 1975’e gelindiğinde, sadece üyenin konumu değil bütün üyelik yapısı değişmiş, ayrıca CHP bir üye patlamasıyla da karşı karşıya kalmıştır.

Sosyal demokrasi, o zamanki vurgusuyla halkçılık ve demokrasi, bu yeni açılan kesimlere farklı anlamlar ifade etmektedir. Onlar için halkçılık halkın saygınlığı, insan yerine konulması, devletin onların arzusuna göre yönetilmesi ve seçilenlerin kaynakların dağıtımında onlara karşı sorumlu olması demektir. Halkçılık özetle, örgütteki sıradan, ortalama üyeye göre Sosyal Demokrasinin eşitçiliğini vurguluyordu. Demokrasi ise katılım, etkinlik, yani özgür düşünce, özgür irade anlamına geliyordu.

1970’li yılları özetleyecek olursak, CHP sadece ideolojik yapısını değiştirmedi, sadece bir oy patlamasına da gitmedi. Bu iki önemli faktörün arasını yeni bir örgütlenme modeli ile doldurdu. Yeni bir kadro ile yeni bir örgüt anlayışı getirdi. Bu örgüt anlayışının altında siyasi sürecin her noktasına mümkün olduğu kadar çok katılım sağlama, yani daha ileri bir demokrasi anlayışına varma çabası vardı. Bu yenileşen kadrosunun en önemli özelliği kendisini Türkiye’nin kaderi üzerinde etkin görmek isteyen, atılımcı, bir nevi Türkiye’nin yeni açılımlarına sürükleyici kesimleri olmalarıydı. Nasıl 2000’li yıllarda AKP, 1980’li yıllarda ANAP Türkiye’nin sosyoekonomik yaşamında yeni bir dalga yakaladıysa, 1970’lerde de CHP, öyle bir yükselen eğilim, akım ve sosyal kesim yakalamıştır.

Gerek gittikçe pazarla bütünleşen küçük köylüler, gerekse o dönemlerde Türkiye’nin üretici gücü olarak düşünülen yeni şehirliler ve işçiler daha fazla siyasete katılma, daha fazla etkin olma ve karar süreçlerinde yer almayı istiyorlardı. İşte 1972’de, kapıkulu değil özgür üyeler olma seçimini kurultaya yaptıran bu katılım arzusu, bu örgütten gelen itici güçtür. 1970’lerde değişim arzusunu savunan Ortanın Solu ekibine “baldırı çıplaklar” diyenler bir bakıma doğruyu söylüyorlardı. Çünkü Ortanın Solu hareketi sahiden Anadolu’nun çeşitli kesimlerinden gelen fakat temel özelliği atılımcı bir arzu ve hırsla kendilerini etkisiz konuma düşürmüş olan eşrafa, merkez güçlerine karşı mücadele ile katılmayı amaçlayan ve kendi seslerini duyurmaya çalışan halkı, üye tabanını, örgütü temsil ediyorlardı ve o sırada parti yönetiminde olanlara göre sahiden daha mütevazı sosyal konumlardan geliyorlardı.

CHP 1970’li yıllarda Türkiye’ye yeni bir demokrasi haresi sundu, yeni bir katılım modeli önerdi, yeni bir toplumsal model benimsetti. Daha da önemlisi, Türk siyasal yaşamına yepyeni sosyal gruplar ve güçler kattı.

Sonuç olarak şu vurgu da yapılmalıdır. 1970’lerden bu güne 40 yıldan fazla geçti. O zaman toplumda değişime öncü olan sınıflar ve katılım biçimleri Türkiye gibi hızlı değişen bir ülkede artık aynı önemini korumuyor. Türkiye’de şehirleşme oranları o döneme göre çok arttı. Aynı şekilde, ekonomide, toplumsal düzende, sosyal sınıflar konumunda, eğitimden aile yapısına kadar çok alanda gelişme ve değişme söz konusu. 40 yıl öncenin toplumsal kesimleri aynı yapıyı korumuyor, önemleri, konumları ve beklentileri değişti.

CHP o zaman ileriye dönük toplumsal kesimleri ve katılım modellerini yakalamayı başardı. Bu gün aynı başarıyı yakalamak için yeni gruplara açılmak, yeni yöntem ve katılım formlarını oluşturmak gerekir.

*Prof.Dr. Ayşe Ayata
ODTÜ Öğretim Üyesi
ayata@metu.edu.tr