yyyy1

Aylin Nazlıaka – Aydınlıktan Karanlığa

aylin-nazliaka

 

 

 

 

 

 

Eğitim kelimesinin Latince ve Arapça kökenlerine bakıldığında inşa etmek anlamına geldiği görülecektir. İnsanın doğumundan ölümüne kadar geçen tüm süreci kapsayan eğitim, bireyi dolayısıyla toplumu inşa eden en önemli parametredir. Politik, sosyal ve kültürel bir inşaya dayanan bu süreç, toplumu ayrıştıran değil farklılıkları bir arada yaşatmayı hedefleyen bir süreç olmalıdır.

Türkiye, aydınlanma döneminde kurduğu eğitim sistemi ile modern Cumhuriyet’i inşa sürecinde bireyi öncelemiştir. Savaş sonrası Türkiye’sinde, ülkenin kasabalarından en yoksul köylerine kadar herkesin eğitim almasına yönelik bir eğitim-öğretim seferberliği başlatılmıştır. 1980’lere gelindiğinde tek bir yönde belirlenen eğitim alanındaki değişim ve dönüşümler, AKP hükümetleri döneminde hız ve yoğunluk kazanmıştır. Eleştirel bakış açısı yerine yandaşlık, laik eğitim anlayışı yerine tek din-tek mezhep anlayışı benimsenmiştir. Eskinin Başbakanı, bugünün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bu süreci “dindar ve kindar gençlik” hedefiyle özetlemiştir.

Eğitimde AKP eliyle dönüşüm

Hiç şüphesiz; AKP’nin kendi siyasal perspektifi içinde yap-boza çevirerek yönettiği eğitim sistemi, Türkiye’nin bugünleri ve yarınları açısından önemli ve telafisi güç yaralar açmakta. Dine dayalı bir algıyla belirlenen eğitim içeriklerinin ilköğretim ve ortaöğretim programlarındaki ağırlığının artması, toplumsal bir talep olmamasına rağmen okulların hızla imam hatipleştirilmesi, orta ve alt gelir düzeyine sahip ailelerin çocuklarına imam hatip ya da meslek liseleri haricinde seçenek bırakılmaması Türkiye’nin yeniden inşa edilmesi sürecine ilişkin en önemli ipuçlarını veriyor.

Soru önergelerimize verilen yanıtlardan biliyorum; Milli Eğitim Bakanlığı 2010-2011 eğitim-öğretim yılından itibaren 1.477 genel liseyi dönüştürmeye başlamış. 2013-2014 eğitim-öğretim yılında tamamlanan bu süreçte, yeni açılan liselerle birlikte mesleki ve teknik lise sayısı %23, Anadolu lisesi sayısı %57 ve İmam-Hatip ve Anadolu İmam-Hatip Lisesi sayısı ise %73 oranında artmış.
Oysa ki AKP döneminde sayıları hızla artan bu okullara talep iktidarın istediği hızda artmıyor. Yurt, derslik gibi ayrıcalıklar sağlanmasına rağmen imam hatip tercihini ilk sırada yazanların oranı %7. İlk 15 tercihinden birini imam hatip yapanların oranı sadece %25.

İmam hatipleşmenin yanı sıra yapılan müfredat değişiklikleri, zorunlu din dersi ve “zorunlu seçmeli” din derslerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararına rağmen dayatılması, hükümet yetkililerinin ve Bilal oğlanın karma eğitime karşı olduklarını söylemeleri, okullarda mescit açılmasının zorunlu hale gelmesi ve de son olarak ilköğretimde türbanın serbest bırakılması Türkiye’de eğitimin dinsel referanslarla biçimlendiğinin birer göstergesidir.

Halbuki devlet, her yurttaşına eşit eğitim hakkı sağlamalıdır. Hiç kimseyi çoğunluk olunması gerekçesiyle belli bir inanç grubunun eğitimini almaya zorlamamalıdır. Kız ve erkek çocuklarımız eğitimde hem fıtrat hem de fırsat eşitliğine sahip olmalıdır. Toplumsal cinsiyet eşitliği çocuk yaştan itibaren içselleştirilmeli, küçücük kız çocuklarına “cinsel obje” muamelesi yapılarak türban takılmamalıdır.

Hatırlayalım; AKP’nin kapatma davası sırasında başörtüsü konusunda ne demişti Bekir Bozdağ? “Bizim kamuya, orta öğretime veya ilköğretime dönük bir çalışmamız yok. Ama bizim olmayan niyetimizi, olmayan çalışmamızı varmış gibi gösterenler kendi ahlak anlayışları içerisinde bunu yansıtabilirler.”

Aslını inkar eden AKP Hükümetleri dönemi, Türkiye siyasi tarihinde eğitimde yaşanan dönüşüm ve değişim açısından önemli bir kırılma noktası olarak hatırlanacaktır. 2012 yılında Meclis’te kavga, gürültü ve bir sürü hukuksuzlukla çıkartılan 4+4+4 Eğitim Sistemi sonrasında kız çocuklarının okullaştırma oranındaki düşüş elbette ki şaşırtıcı değildir.

Gerçek şu ki devlet, eğitim sürecinin üç aktörü olan öğrenci, öğretmen ve veliyi mağdur etmemelidir. Maalesef AKP hükümetleri döneminde; veliler okul seçmede seçeneksiz hale getirilmiş, öğretmenler yoksunlaştırmış ve yoksullaştırmış, öğrenciler de anahtar teslimi ideolojiye mahkum edilmiştir.

Öğretmenlerimizin durumu

Atanamayan öğretmenler, her gün gündemin değişebildiği Türkiye’de hiç değişmeyen gündem konularından biridir. Sendikalı öğretmenlerin tehlike olarak görüldüğü bu sistemde, öğretmenlik mesleği sistematik bir şekilde itibarsızlaştırılmaktadır. Son üç yılın rakamlarına göre Bakanlık farklı nedenlerle 7.919 eğitimci hakkında inceleme, soruşturma veya ön soruşturma açmıştır. Bunların sonucunda 4.866 eğitimciye kınama, aylıktan kesme, maaş kesimi, kademe ilerleme durdurulması cezaları verilmiştir. 2002 yılında en düşük devlet memuru maaşından %100 daha fazla maaş alan öğretmen, bugün en düşük devlet memuru maaşını almaktadır. 10 yıl önce lise mezunu bir polis memurundan %4 daha az maaş alan öğretmen, bugün %22 daha az maaş almaktadır.

OECD ülkeleri ile karşılaştırıldığında da Türkiye’de öğretmenlerin durumu kötü bir tablo çizmektedir. “Bir Bakışta Eğitim Raporu 2013’e göre Türkiye‘deki öğretmenlerin yıllık zorunlu çalışma süresi 1816 saat iken OECD ülkelerinde bu süre ortalama 1675 saattir. Türkiye’de öğretmenler, OECD ortalamasından her yıl yaklaşık 141 saat daha fazla çalışırken, Avrupalı meslektaşlarının dörtte biri kadar maaş alıyor. Bu, AKP’nin yönettiği Türkiye’nin kabul edilemez bir gerçeğidir.

Hal böyleyken; bizler geleceğimizi şekillendiren öğretmenlerimize güveniyoruz. Özgürlük, eşitlik ve adaletin sorgulandığı ülkemizde, Gezi Direnişi’nin başlattığı devrimsel sürece inanıyoruz. Bir insan hakkı olan eğitim; ayrımcı, ötekileştirici ve baskıcı olamaz. Aydınlıktan karanlığa savrulduğumuz bu günler geçecek ve çocuklarımız güneş toplayacak yarınlar için…

*Aylin Nazlıaka,
CHP Ankara Milletvekili,
aylin.nazliaka@tbmm.gov.tr