
Araştırmacı
acingisdv@gmail.com
Donald Trump Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başkanlığını, 20 Ocak 2025 tarihi itibarıyla, Joe Biden’dan devraldı. Trump, şimdiye değin seçilmiş en yaşlı ve tek “sabıkalı” ABD Başkanı olmakla kalmayıp aralıklı olarak iki defa seçilmiş 45. Ve 47. başkan olma özelliğini de edindi.
Göreve başlarken düzenlenen törende yaptığı konuşmada, kendinden önceki başkanlara ve özellikle Biden’a yönelik incitici deyişleriyle görevi süresince kullanacağı biçemin ve girişeceği uygulamaların hoyratlığına ilişkin ipuçları veren Trump, tüm dünyaya kendisiyle geçirilecek 4 yıllık dönemin epey sorunlu geçeceği mesajını da daha kollarını sıvamadan iletmiş oldu.
Kampanyalarını MAGA (Make America great again – Amerika’yı yeniden büyük yapmak) fikri ekseninde düzenleyen Trump, göreve başlarken yaptığı konuşmada, kendisi sayesinde artık ABD’nin düşüş(!) döneminin sona ereceğini belirtti. Konuşmasında en az 50 kez “ben” ve defalarca “like never before” (daha önce hiç olmadığı ölçüde) deyimini kullandı. Şahsen ben, Clinton’dan Obama’ya ve tabii Biden’a kadar hayattaki eski başkanların hazır bulunduğu toplantıda ortaya attığı bu iddialı ifadeleri, sadece nezaketsizliğin değil aynı zamanda bir megalomanlığın göstergesi olarak algıladım.
Öte yandan, New York Times ve benzeri demokratik eğilimli basın organları yeni başkanın konuşmasını kavgacı ve ayrıştırıcı bir siyasal iklimin habercisi gibi görürken, örneğin Wall Street Journal gibi iş dünyasına yakın yayınlar bu açış söylevini pek de kaygı verici bulmadılar.
Göreve başlarken
İşe başlar başlamaz, Biden dönemini tamamen silmeye dönük olarak, 24 saat içinde 100 kadar kararname imzalayan Trump, ilk aşamada hayata geçireceği icraatın ipuçlarını seçildiği günden bu yana verdiği demeçlerde kamuoyuna açıklamıştı. Bunları, -ilk gün içinde gerçekleştirilenler ve henüz imzalanamayanlar da dahil olmak üzere- birkaç kategoride toplamak mümkün.
–Güç gösterisi: Rusya-Ukrayna savaşının 24 saattte bitirilmesi vaadi; Meksika Körfezi olarak anılagelen körfezin adının bundan böyle “Amerika Körfezi” olarak değiştirilmesi; Panama Kanalı’nın yönetiminde söz sahibi olunması ve bu amaçla –gerekirse- askeri güç kullanılması; MAGA anlayışına uyum sağlayamayadığını öne sürdüğü bin kadar bürokratın görevden alınma niyeti ve bunlardan dördüne ilk gün işten el çektirilmesi…
–Yandaşlarını mutlu etme: 6 Ocak 2021 tarihinde Capitol’e hücum ettikleri gererkçesiyle mahkum edilen 1.600 kişiyi ilk görev gününde bir kararname ile affetti. İnsanların -ya erkek ya da dişi olmak üzere- yalnızca iki cinsten olabileceklerini ve trans bireylerin biyolojik cinsiyetlerine göre işlem görmeleri kararı ise, muhafazakar seçmenlerini memnun etmeye yönelik olup bizdeki iktidarın “LGBTİ düşmanlığı” yoluyla tarikatların rızasını alma uygulamasına benzemekte. Ayrıca, yandaşlarının talebi uyarınca, Dünya Sağlık Örgütü’nden çıktı; TikTok için çıkarılmış yasağı erteledi ve yeni bir düzenleme yapma niyeti belirtildi…
–Göç konusu: Meksika sınırında olağanüstü hal; düzensiz göçle gelmiş olanları yakalayıp derhal sınır dışı etme seferberliği; oturma izni olmadan gelen annelerden ABD’de doğan çocuklara otomatik olarak ABD uyruğu verme uygulamasına -Türkiye’de kimi iktidara yakın zenginleri üzecek şekilde- son verilmesi; Meksika sınırından geçerek ABD topraklarında uyuşturucu, insan ve silah kaçakçılığı yapan kartellerin “terör örgütü” sayılması…
–Ekonomiyi güçlendirme: Enflasyonla mücadele amacıyla petrol ve gaz üretimine hız; komşu ülkeler olan Kanada ve Meksika’dan ithalata, 1 Şubat 2025 itibarıyla, %25 gümrük vergisi uygulaması; Çin ile dış ticarette yeni bir rejim…
–Çevre ve iklim değişikliği: İklim değişikliği sorununu dikkate almaksızın –Alaska odaklı olarak- gaz, petrol, uranyum, kömür gibi yerli enerji türlerine yönelişe hız verme. Anlaşma gereği bir yıl daha yürürlükte kalmak kaydıyla. Paris İklim Sözleşmesi ilk gün iptal edildi; ayrıca, iklime ilişkin olarak verilmiş bazı kısıtlayıcı taahhütlerİn hemen iptaline gidildi…
Bütün bu somut vaat ve uygulamaların yanı sıra bir de Grönland’ın ABD tarafından sahiplenilmesi, Kanada üzerinde iddialar, Avrupa ülkelerine uygulanacak yüksek gümrük tarifeleri, NATO üyelerinden talep edilecek yüksek katkı payları vb konular var ki, bu yüzden herkes tedirgin durumda.
ABD Başkanı’nın kimlik yapısı
Trump’ın 2017-2021 yılları arasındaki ilk döneminde dünyanın yönetici çevrelerini en çok rahatsız eden unsur, ABD Başkanı’nın davranışlarındaki öngörülemezlik idi. Bu ikinci 2025-2029 döneminde ise Trump -karakter yapısı olarak- yine aynı Trump; ama dünyada ona ilişkin rahatsızlık farklı. Çünkü Trump’ın öngörülemezliği artık öngörülüyor; bir farklı deyişle, onun tam olarak hangi sorunları çıkarabileceği belirsiz ama -tüm başka otokratlar gibi- yine sürekli ihtilaflardan ve kavgalardan besleneceği tahmin edilebiliyor ve dünyanın yönetim kadroları bu duruma hazırlıklı.
ABD Başkanı’nın aşırı sağcı görüşlere sahip bir popülist otokrat olduğu biliniyor. Bu türden kimlik yapısına sahip tüm politikacılar gibi, onun da –yalan demeyelim ama- doğru olmayan ve yanıltıcı sözlere çok sık yöneldiği malum. Washington Post gazetesine göre Trump, 2017-2021 arası ilk başkanlık dönemi boyunca tam 30.573 kez “doğru olmayan” iddia veya açıklamada bulunmuş. Bu sayı, ABD Başkanı’nın bu süre zarfında, günde ortalama 21 kez gerçek dışılığa başvurduğunu gösteriyor.
Muhalefette kaldığı süredeki açıklamalarda yer alan gerçek dışılıkların dökümü yapılmamış; ancak başladığı ikinci döneminde de huyunu değiştirmeyeceği belli. Nitekim yemin töreninde yaptığı ilk konuşmada, salt Panama Kanalı konusuna ilişkin 3 kez “yalanlanabilecek” açıklamada bulundu. Önce, yapımı 1914 yılında ABD tarafından bitirilip 1979’a değin Panama ile ABD ortaklığında işletilmiş ve 1999’da tamamen Panama hükümetine devredilmiş olan bu kanalın şu anda Çin’in kontrolü altında bulunduğunu söyledi. İnşa sürecinde 38 bin Amerikalının hayatını kaybettiğini ve kanalın geçişi için ABD gemilerinden diğerlerine göre daha fazla ücret alındığını belirtti. Oysa inşaat sırasında toplam 6 binden az ölüm olayı oldu ve ölenler arasında yalnızca 300 Amerikalı vardı. Öte yandan kanalın yönetimi –iki istasyon hariç- Çin’de değil Panama’da ve ABD gemilerinden geçit için alınan ücret de tüm diğer gemilerden alınan ücretten ne fazla ne de eksik.
ABD Başkanı’nın siyasal yönelimini saptamak için başkanlığı devralma törenine davet ettiği yabancı ve yerli konukları gözden geçirmek yeterli olur. Bunların bazıları ülkelerinde iktidarda, çoğunluğu muhalefette; ama hemen hepsi de siyasal yelpazenin uç sağında gezinen siyasetçiler. Avrupa ülkelerinden uç sağcı İtalyan Başbakan Giorgia Meloni, Macaristan Başbakanı Orban, iktidardan uzakta kalanlardan Büyük Britanya’da Brexit’in baş mimarı eski Reform Partisi Başkanı Nigel Farage, Almanya’nın aşırı sağ partisi AfD’nin Eşbaşkanı Tino Chupallo, Fransa’dan Eriz Zemmour adlı, aşırı sağ Marine Le Pen’in yönettiği RN’nin de sağında yer alan marjinal bir uç popülist, Polonya’nın eski Başbakanı ve AB Parlamentosu’nda sağcı partiler grubunu temsil eden Mateusz Morawieck. Öte yandan Güney Amerika ülkelerinden Arjantin’in uç sağcı “delifişek” Başkanı ve Trump’ın aziz “dostu” Javier Milei, Brezilya’nın -davetli olup da ülkesinde yasaklı olduğu için bizzat gelermeyen- eski Başkanı sağcı popülist Jair Bolsonaro, ayrıca Güney Amerika ülkelerinden Ekvador Başkanı sağcı Daniel Noboa ve El Salvador’un kripto dostu Cumhurbaşkanı Nayib Bukele de törende hazır bulundu.
ABD Başkanı ile yine ve yeniden çekişmelere hazırlanan Çin Başkanı Xi Jinping törene yardımcısını gönderdi; yine davetlilerden Hindistan Başbakanı fanatik Hindu Modi de gelemedi ama Trump’ı ilk kutlayanlardan oldu. Kuşkusuz ki, bu listeye eklemeyi unuttuklarımız da vardır. Ancak şunu biliyoruz: Avrupa’nın belli başlı ülkelerini yöneten Emmanuel Macron, Keir Starmer, Olaf Scholz gibi liberal değerlere sahip liderlere ve AB Komisyonu Başkanı Von der Leyen’e davetiye gönderilmedi.
Öte yandan, yemin töreninde Trump’ın yanıbaşında yer alan süper milyarderlerin görüntüsü de gelecek 4 yılın ABD sosyal politik iklimi hakkında fikir veriyor: Elon Musk, Jeff Bezos, Marc Zuckerberg. Ayrıca otokrat liderlerin her törene ve “işe” ailelerini katma geleneği sürdü; Trumpgiller tam kadro ön plandaydı. Bu arada, kontrolden çıkan Elon Musk’ın “patavatsızca” yaptığı “Sieg Heil / Nazi selamı” da –hele Avrupa’da- epey yoruma yol açtı.
Perspektifler
Donald Trump, birçok Amerikalı için, 2020 seçiminde ülkeyi kurtarıcısından yoksun kılmak üzerre düzenlenmiş bir cadı avı kurbanı olan ”yerleşik düzen karşıtı” bir ikondur. O, iki suikastten kurtulup yumruğunu tekrar havaya kaldırarak dünyaya meydan okumuş korkusuz bir kovboy filmi kahramanıdır. Yandşlarının önemli bir kesimi, -ülkemizdeki Erdoğan hayranları gibi- ona kayıtsız ve şartsız bağlıdır.
Öte yandan onu, şu an halk gözünde sahip olduğu meşruiyet dozuna bakarak George Washington’a benzetenler bile vardır. Kongre ve Yüksek Mahkeme büyük ölçüde ona tabidir. Temsilciler Meclisi’nde ve Senato’da, kendi partisine mensup üyelerinin çoğunluğu ona daha önce az görülmüş ölçüde bağlıdır. Öyle ki, bunların –aralarında Başkan Vekili J.D. Vance de dahil olmak üzere- yüzde 80 kadarı anayasadan önce Trump’a bağlı olduklarını ilan etmiştir.
Kabul etmek gerekir ki, 2025 yılının Trump’ı 2017 yılı Trump’ından farklıdır. Beyaz Saray’a bu kez gelen politikacı New York sosyetesi müdavimleri arasından sivrilmiş zengin bir siyaset acemisi değildir. Artık karşımızda, kaotik bir ilk dönemden sonra dört yıl boyu muhalefette pişmiş ve Cumhuriyetçilerin çoğunluğunu kendine bağlamış olan ve uç sağı temsil eden, ciddi profesyonel ve entelektüel bir ekip tarafından desteklenen bir “neo-neomuhafazakar” politikacı var.
–İç politikada yapacaklarını anlamak için uç muhafazakar “Heritage Foundation” adlı fikir üretim kurumunun hazırladığı “Project 2025” belgesine bakmak yeterlidir. Bu belgenin içerdiği program, federal hükümetin yürütmeyi güçlendirecek şekilde yeniden yapılandırılmasını öngörüyor. Buna göre, devlet memeurlarının sayısı azaltılacak ve aile yapısı, göç konusu ve kamu kurumları uç sağın anlayışına göre yeniden düzenlenecek. Ayrıca Kongre’nin yani yasamanın bazı anahtar işlevlerinin Beyaz Saray’a transfer edilmesi ve yargı erkinin bağımsızlığının zayıflatılması tasarlanıyor. Daha pek çok tasarı da dikkate alındığında, çok sayıda yetkinin yürütmeye devredilmesinin amaçlandığı saptanıyor. Bu yolla Amerikan kurumları, merkeziyetçi ve otoriter bir ideolojik vizyon doğrultusunda yeniden yapılanacak. Bütün bu merkeziyetçi ve zorlayıcı değişikliklere uğratıldığı takdirde, ABD’nin, birkaç yıl içinde Kennedy veya Obama’nın ülkesinden çok Orban’ın Macaristan’ına veya Erdoğan’ın Türkiye’sine benzeme ve ABD’nin de otoriter ülkeler arasında –belki de kalıcı- bir yer edinme olasılığı vardır.
Ne var ki, genel anlamda bütünlük duygusunu yitirecek olan kutuplaşmış bir ülkede, federal devlet itibarını kalıcı biçimde yitirecek, sosyal eşitsizlikler derinleşecek, sağlık ve eğitim sistemi çökecektir. Bir aşamadan sonra da, Trump’ın “halkı Amerikan bayrağı altında birleştirme” iddiasının tam tersi gerçekleşebilecek ve ayrışma kalıcılık edinebilecektir.
–Dış politikada yaklaşımları ise, daha kısa süre önce Grönland, Kanada ve Panama’ya ilişkin talepleriyle ve II. Dünya Savaşı’ndan bu yana oturmuş düzeni sarsıcı açıklamaları ile gözlemcilere bir ilk fikir sundu. Hele Grönland konusunda NATO’nun kurucu üyesi ülkenin (ABD) bir başka NATO ülkesini (Danimarka) güç kullanmakla tehdit ettiğini gördük. Donald Trump’n yönettiği ABD’de dış politikayı yönlendirici fikir, Amerika’nın “altın çağı”nın geri gelmesi ve bu yolda izlenecek “America first / önce Amerika” ilkesi. Şimdilik Rusya-Ukrayna alanına çok hızla girmeyen Trump için ilk ele alınacak konular arasında Meksika, Panama ve gümrük tarifelerinin artırılması var.
Başkan, Panama Kanalı’na ilişkin olarak “We’re taking it back, yani onu geri alıyoruz” diyor. Üslubu, yönettiği ülkenin, yapılmış sözleşmeleri veya uluslararası vecibelerini –gerektiğinde- dikkate almayabileceğini gösteriyor. Öyle anlaşılıyor ki, eğer Donald Trump yapılmış bir anlaşmadan hoşlanmıyorsa, onu “revizyona” tabi tutmaktan asla geri durmayacak.
Trump, geçmişi istekleri doğrultusunda silip geleceği kendine göre biçimlendirmekte de aceleci. Örneğin 2015 yılında Barack Obama, Alaska’nın yerli halkının taleplerine uyarak bölgenin en yüksek dağına resmen Koyukon adını vermişti. Trump’ın ilk işlerinden biri, söz konusu dağın adını değiştirerek, onun, ABD’nin geçen yüzyıl başında yüksek gümrük vergileri aracılığıyla korumacı politika uygulayan 25. Başkanı McKinley’in adıyla anılmasını sağlamak oldu.
Öte yandan, Donald Trump’ın Barack Obama’nınki ile benzer doğrultuda yapmak istediği dış politika uygulaması, ülkenin bu alandaki önceliğini Orta Doğu’dan olabildiğince çıkarıp Asya’ya ve Uzak Doğu’ya yöneltmek.
–“Trump doktrini” olarak tanımlayabileceğimiz genel doğrultunun öğeleri; dışa dönük olarak küreselciliğe hasmane ve içeride de yerleşik sisteme karşı popülist birer tutumda somutlaşıyor.
Söz konusu doktrinin küresel bağlamda ana çizgileri şunlar: Stratejik rekabet, tek taraflılık ve milliyetçilik. Böylelikle Soğuk Savaş sonrası “küresel rahatlama” dönemi sona ermiş olacak. Esasen bunun ipuçları Trump’ın ilk döneminde de boy vermişti.
Bu dönemde “çok taraflılığı” ve çok taraflılığın küresel kurumlarını tartışmaya açması, ABD’nin özellikle Avrupalı partnerlerini ve diğer müttefiklerini çok rahatsız etmekte. Bu bağlamda Trump, her türden çok taraflı işbirliği sözleşmesini reddederek her konuda ilgili partnerleriyle teke tek müzakere etmeyi yeğleyecek gibi görünüyor. İçeride yerleşik düzeni değiştirirken dışarıda da America First anlayışıyla her türden küresel örgütlenmeye karşı çıkma eğiliminde. Bu çerçevede askeri güce başvurmaktan çekinmeyeceği izlenimini vermesi, açtığı “II. Dünya Savaşı sonrasının sonu” döneminin karakteristik özelliği.
Makaleyi bir oksimoron ile bitirmem çok aykırı görülmezse; bence, örneğin “Sosyalist Enternasyonal” gibi bir “İzolasyonizm Enternasyonali” veya “Önce Benim Ülkem Enternasyonali” kurulabilseydi, eline America First bayrağını alan Trump o kurumun başını çekerdi.