Kuşağımın pek çok aydını gibi ben de, insan ruhunun keşfine, aralarında Dostoyevski, Tolstoy, Gogol, Turgenyev, Çehov gibi klasik Rus edebiyatçılarının bulunduğu yazarlar sayesinde çıkmıştım. İnsanı kıyısından köşesinden anlamama yardım eden Rus ruhunu da çok sevmiştim. Yine de burada, iki kadeh votkayı fondip edince coşan adamların, bir çapkın bakışla gönlü kayan kadınların “ezeli ve ebedi Rusya”sından söz etmeyeceğim. Konumuz; bugünün, yani Putin’in Rusya’sı ve Rusya’nın bugünlere gelişinin öyküsü.
Ekim Devrimi’nden Putin’e
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) geçen yüzyılın en çarpıcı siyasal olgularından biridir. Marksist düşüncenin, siyasal sisteme dönüşmesi en olası sınaileşmiş yerlerde, örneğin Almanya, İngiltere, Fransa’da değil de çok az beklendiği Çarlık Rusya’sının köylü toplumunda rejime dönüşmesi şaşırtıcı bir tarihsel gerçektir. Sermaye ile Batı Avrupa’da “sosyal demokrasi” adı altında bir tarihsel uzlaşmaya ulaşan “emek ideolojisi”, Rusya’da bir avuç devrimci aydının harekete geçirdiği bir siyasal motora dönüştü. 1917’de boy veren Bolşevik Devrimi Rus Çarı’nın egemenliği altındaki topraklarda 1922’den itibaren 70 yıl sürecek bir proletarya diktatörlüğü kurdu.
SSCB, Lenin’den sonra iktidara gelen Stalin döneminde ve hele İkinci Dünya Savaşı sonrasında bir imparatorluğa dönüşmüştü. Asya’nın çok büyük bir kesimini ve Doğu Avrupa’daki uydu ülkeleri de kapsayan bir alanda Kremlin’in izni olmadan yaprak kımıldayamamıştı. Macaristan, Çekoslovakya gibi ülkelerde boy veren isyanlar bastırılmış; SSCB, dünyanın geri kalan kesiminin korkulu rüyası olmuştu.
Komünist rejim, eğitimli ve sağlıklı kuşaklar yetiştirmiş, ama onları mutlu edememişti. Uzay teknolojisinde ABD’yi sollamış olan SSCB’nin uzaya gönderdiği ilk insan, Gagarin, bugün Moskova’nın bir meydanını süsleyen heykeliyle hala bir “büyüklük” simgesi olarak anılıyor. Ne var ki, gün geldi ve koskoca SSCB, hantal bürokratik yapısının ve kendi ağırlığının altında çöktü. İşleyiş etkinlikten o kadar uzaktı ki, o dönemi bilen Rus dostlardan birinin anlattığı anekdotu nakledersem fazla söze gerek kalmayacak. Malum; o dönemde uzun vadeli planlar yapılıyor ve bu planların saptadığı hedeflere ulaşılması, planı hem yapanın hem de uygulayanın kişisel geleceği açısından yaşamsal önem taşıyordu. Bir 5 yıllık plana her yıl örneğin kömür üretiminin yüzde şu kadar artması hedef olarak konmuş. Ayrıca taşınacak kömürün de yine her yıl yüzde şu kadar ton artması ve en az şu kadar mesafe taşınması öngörülmüş. Bana anlatıldığına göre, hedeflenen taşıma mesafesine ve taşınan kömürün tonajına ilişkin oranı tutturmak için bir kömür havzasında çıkan kömür bir başka kömür havzasına taşınıyor, oradaki kömür de berideki havzaya taşınıyormuş. Böylece sıfır toplamcı bir çaba ve sıfır faydayla, planda yazılı “şu kadar mesafeye taşınacak şu kadar ton kömür” hedefine ulaşılıyormuş.
İşte çökmesi kaçınılmaz olan bu yapıyı 1985’te iktidara gelen Gorbaçov “glasnost” (şeffaflık) ve “perestroika” (yeniden yapılanma) gibi yöntemlerle kurtarmaya çalıştı. Olmadı ve SSCB çöktü. Doğu Avrupa’daki uydu ülkeler zaten rotalarını Batı’ya doğru çevirmişlerdi. Koskoca ülkeden, 1991’de, Rusya Federasyonu dışında 14 bağımsız devlet çıktı. SSCB’nin dağılmadan önceki nüfusu 293 milyondu. Bugünkü Rusya Federasyonu’nda yaşayan insan sayısı 145 milyon. “Büyüklük” tutkunu Rus insanı, koca imparatorluğun dağılıp nüfusun yarı yarıya azalmasına, toprakların da 22,4 milyon km2’den 17,1 milyon km2’ye düşmesine yol açan politikacı olarak gördüğü Gorbaçov’u hiç hayırla anmıyor. Eski Sovyet cumhuriyetlerini-yeni bağımsız devletleri yeniden Rusya’ya bağlama çabasındaki Putin’in emperyal çabalarını ise beğeniyle karşılıyor.
Putin yeni Çar mı?
SSCB, 1991’de dağılmaktayken Çeçenler de bağımsız bir devlet kurmak istemişlerdi. Ruslar, dönemin Çeçen lideri Dudayev’in ayrılıkçı güçlerinin üstesinden zor gelebilmişti. Zaten sürekli kaynayan bölgede, bu kez, İslamcı lejyonerlerin de katıldığı Basayev yönetimindeki Çeçenlerin Dağıstan’ı işgal etmesi üzerine, Ağustos 1999’dan itibaren, yine sıcak savaş başladı. Aynı ayın sonunda Başbakan Primakov ayrıldı ve yerine Putin geldi. Hemen arkasından Moskova’da üç bina bombalandı ve 300’ü aşkın sayıda sivil öldü. İşte tam da o zamanlar Putin’in, teröristlere yönelik olarak, “onları girdikleri tuvalete kadar izleyeceğiz” sözü, infial halindeki halkın yüreğine su serpti. Kimi “kötü niyetli” yorumcular, bu gaddar ve anlamsız suikast serisinin Çeçenler değil gizli servisler tarafından provokasyon amacıyla düzenlenmiş olabileceğini de ima ediyorlar. Nitekim ertesi yılki başkanlık seçimi için Putin’e güçlü adam imgesi vererek sağlam bir zemin hazırlamakta katkısı olan bu deyiş, bizlere de bir başka güçlü adamın “inlerine kadar kovalamak” sözünü anımsatacaktır.
Yeltsin Rusya Federasyonu’nun ilk başkanıdır. SSCB’nin çöküşünden hemen önce meydana gelen darbe girişimini tankların üzerine bizzat çıkarak engellemesiyle biliniyor. Ama resmi toplantılara sarhoş halde katılması, çevresindeki kadınlara yakışıksız davranışları vb ile de biliniyor. Bu nedenle günümüzde artık bir tür vodvil figürü gibi algılanıyor.
Son dönemi 5 yıl süreyle Doğu Almanya’da olmak üzere, 16 yıl boyunca KGB’de görev yapan Putin, 1991’den itibaren St Petersburg’da o zaman belediye başkanı olan Sobçak’ın yanında çalışmaya başladı. O sıralarda sessiz ve göze çarpmayan bir politikacı olarak bilinen Putin’in yıldızı, 1990’lı yılların ikinci yarısında Moskova’ya taşınıp Yeltsin’in yakınında yer almasıyla parladı. Esasen artık iş göremez hale gelen Yeltsin’in yerine geçecek bir aday aranırken Putin ortaya çıktı. Yeltsin, 1999 yılının son günü istifa edince başkan vekilliğini üstlendi ve 2000 yılında da başkanlık seçimini kazandı. 2004’teki seçimi de alarak 8 yıl boyu Rusya’yı yönetti. Anayasa üçüncü kez seçime girmesine elvermediği için Başbakan Medvedev’i başkanlığa seçtirip ülkeyi 4 yıl boyu bu kez başbakanlık koltuğundan yönetmeyi sürdürdü ve 2012’de yine başkanlığa seçildi.
Bunlar, Putin’in siyasal kariyerine ilişkin veriler. Ancak onun kimlik yapısı daha ilginç ve biz Türklerin de ilgisini çekecek çizgiler taşıyor. Putin güce tutkun biri. Ülkesinin dümeninde olabildiği kadar uzun bir süre tek başına kalma dileğinde. Nitekim anayasadaki 4 yıllık görev süresini 6 yıla çıkarttırıp bunu da, o arada mecburen başkan yaptığı Medvedev’e onaylattıktan sonra, 2018’e; bir daha seçilirse de, 2024’e kadar ülkesinin başında. Türkiye’nin mevcut Comhurbaşkanı da 2023’e değin ülkenin yönetimini tek başına elinde tutma niyetinde. Medvedev şu anda yine, Putin tarafından, “başbakan olarak çalıştırılıyor”. Bir aralar biz de “Putin-Medvedev” ikilisinin Türkiye’deki repliğinin “Erdoğan-Gül” ikilisi olabileceğinden kuşku duymuştuk. Eğer Gül, Medvedev’in oynadığı rolü kabullense bir olasılıkla öyle de olabilirdi.
Birbirine benzer halklar benzer siyasal olgular üretiyor
Rus kentlisi, Türkiye halkının özellikle Akdenizli bileşeninde rastlanan heyecanlı yapısına sahip. Kırsal bölgelerindeki ağır kanlılığı ise, yüzyıllardır bozkırda diz çökmüş Anadolu insanında da görürsünüz. Orada, geçen yüzyıl başında bir sosyalist devrim gerçekleşmiş. Aslında benzer bir devrim burada da gerçekleşebilirdi. Anadolu Devrimi ile o türden bir devrimi ayıran kısa mesafe, 1960-70’li yıllarda epey konu edilmişti. Farklı yollar izlendi. Ancak şimdi benzer halklar, benzer siyasal realitelere yol açıyor. Aşağıda vereceğim kısa açıklamalarda bu gerçeğe ilişkin pek çok ipucu saklı.
Rusya Federasyonu’nun yasama meclisine Duma deniyor. Bu mecliste yer alan 4 partiden birincisi, Birleşik Rusya Partisi. Muhafazakar ve merkez sağ eğilimli olarak nitelenen parti, Putin’in 2001’de kurulmuş olan partisi. Türkiye’de kurulmuş olsa, adını Adalet ve Kalkınma Partisi koyardık. Rusya’daki işlevi de, “tek adam”ın egemen partisi işlevi. İkinci parti, Rusya Federasyonu Komünist Partisi. 1993’te kurulmuş bu parti de eski komünizm geleneğini sözde yaşatan sol eğilimli ama daha çok sol ulusalcı bir parti. Başkanı Zuganov dinsel yatkınlıkların yeniden filizlendiğini dikkate alarak kendini bir “Hıristiyan” olarak tanıtıyor. Oysa o, dini yasaklamış bir geleneğin sürdürücüsü. Demek ki, “reaksiyon”a dayalı konjonktürün dayattığı baskın akımlara, oy uğruna burada da uyuluyor. Seçmenleri, genellikle eski dönem nostaljikleri ve 40 yaş üstü yurttaşlar. Bunların da, bizdeki bir partinin belirli bir kesiminin seçmenleriyle benzeştiği yadsınamaz. Adaletli Bir Rusya Partisi sosyal demokrat tandanslı bir parti. Aslında çift kutuplu bir sistem oluşturmak istense, tüm Putin muhaliflerinin, çevresinde birleşerek Birleşik Rusya Partisi’ne karşı bir kutup oluşturmalarına elverecek bir parti. Bir de 1991’de kurulmuş sağcı, Rus milliyetçisi, panslavist, popülist bir parti olan Rusya Liberal Demokratik Partisi var. Başkanları Jirinovski’nin çarpıcı çıkışları esasen ciddi siyasal yorumlardan çok magazin sayfalarına konu oluyor.
Yasama meclisi ve başkanlık seçim sonuçları üzerinde kısa bir yorum yapacak olursak öncelikle Putin’in, partisinin çok önünde bir seçmen kapasitesine sahip olduğunu saptarız. Öte yandan, 2011’de, bir önceki genel seçim sonuçlarına göre, Birleşik Rusya’nın %16 kadar kayıplı, başta Komünistler, diğer bütün partilerin kazançlı çıktığı görülüyor. Ancak şu anda Ukrayna sorununun körüklediği Rus milliyetçiliği, kuşkusuz ki Putin’in partisi ve uç ulusçu RLDP için son aylarda avantajlı bir siyasal iklim yaratmıştır. Nitekim 2 yıl önce başkanlığı %63,6 oy ile alan Putin, Ukrayna konusunda Batı’ya karşı sergilediği “one minute” politikası sayesinde, kamuoyu yoklama kuruluşlarına göre, şu an seçmenin %80’ini aşan bir kitlenin teveccühüne sahiptir.
*Aydın Cıngı, Siyaset Bilimci,
acingisdv@gmail.com