erdogan5

Aydın Cıngı – Popülist Görev Başında

aydin cingi as

 

 

 

 

 

Bilgisayar ekranının karşısına geçtiğimde, eldeki derginin “dosya” konusuna katkı yapan dostlar gibi, ben de partilerin seçim bildirgelerini belirli bir konu ekseninde incelemek niyetindeydim. Nisan ayı içinde yurtdışında katıldığım “iklim değişikliği” temalı bir konferansta sağladığım bilgi girdilerinin de etki ve itkisiyle “çevre”, “enerji” ve bunlarla bağlantılı “sürdürülebilir büyüme” kavramlarını ele almak istiyordum. Söz konusu kavramların bildirgelerde edindiği yer açısından partileri, tek tek ve karşılaştırmalı olarak, incelemeye tabi tutma çabasına girecektim. Heyhat; tam yazıya başladığım sırada yine Erdoğan televizyon ekranında arz-ı endam eyledi ve beni farklı düşüncelere yöneltti.

Popülizm nedir?

Popülizm, özü itibariyle, siyasal ortamda kalıcı bir ayrışma çizgisi oluşturma çabasına dayalıdır. Toplum, bu ayrışma çizgisinin iki tarafında iki ayrı grupta toplanacaktır. Bir yanda “gerçek halk” veya “millet” ve onun esas temsilcilerinden oluşan sanal bir birlik, yani popülistin “biz” dediği kesim yer tutacaktır. Karşıda ise “ötekiler”, yani halkın veya milletin gerçek değer ve çıkarlarına yabancılaşmış siyasal ve kültürel seçkinleri ve onların yanındaki azınlık gruplarını kapsayan toplum kesimi bulunacaktır. Popülist, bizzat iktidarda bile olsa bu ikili bağlamında halkla birlikte “mağdur” konumundadır. O, “yerleşik düzeni” temsil ettiğini ileri sürdüğü gruba karşı halkla omuz omuza “sessiz çoğunluğun sesi” olduğu savındadır.

Vurgulamak gerekir ki popülizm; komünizm, sosyalizm, liberalizm vb türünden bir ideoloji veya siyasal programlar bütünü değil, toplumsal olguları olduğundan farklı bir algılama ve yansıtma biçimidir. Bir başka deyişle popülizmi belirleyen, kendine özgü mantığı ile toplumsal ve siyasal olgu, gerçek ve öncelikleri sıralama ve sunma biçimidir. Bu yolla sonuçlara, karmaşık toplumsal gerçekleri basitleştirme anlamına gelen bir dizi özdeşlik veya eşdeğerlik aracılığıyla varılır.

Bu özellikleri sayesinde popülizm, halktan oldukları vurgulanarak yüceltilen toplum kesimleri üzerinde popüler öğelerden yararlanarak egemenlik kuran bir söylem biçimine ulaşır. O halde popülizm, herhangi bir sosyal sınıfı değil, sözgelimi “seçkinler” veya “oligarşi” diye nitelediği bir kesim dışında tüm kitleleri harekete geçirme savındadır. Sınıf farklarını göz ardı etmesi de, esasen toplumun her katmanından yığınları titreşime sokabilmesi açısından popülizme avantaj oluşturur. İçeriğinden çok mantık kurgusu ile belirlenen; duygu, önyargı ve korkuları kullanarak basit çözümlere varmaya çalışan popülizm, bir yöntem veya Decker’in deyimiyle “dünya görüşü bulunmayan bir ideoloji”dir.

İkiyüzlü siyaset seçim şansını azaltmıyor

Türkiye ortamında AKP liderinin söylemi, tipik bir “sağ/dinci sağ” popülizmiyle bezelidir. Uç ve dinci sağın seçmen tabanı -genelde toplumun tüm kesimlerinden gelmekle birlikte- dar gelirli, görece düşük eğitimli ve erkek egemen seçmen grupları nezdinde daha yüksek bir temsil oranına sahiptir.

Seçilmiş despotlardan Rusya Federasyonu Başkanı Putin, Macaristan Başbakanı Orban veya Venezuella’da son zamanlarındaki Chavez gibi, Erdoğan’ın da seçim vaatleri ile icraatı arasında tutarlılık zayıftır. Bu popülist liderler, muhaliflerini, devleti kullanmış ve sıradan insanları politikadan dışlamış olmakla suçlamışlardır. Ancak iktidara geldiklerinde ise tam da aynı biçimde davranmışlardır. Nitekim Erdoğan’ın dönemler boyu süren seçim başarısı, bu ikiyüzlü siyasal davranışın –Türkiye’de de- seçim şansını azaltmadığını göstermiştir.

Bunun nedeni, popülizmin salt belirli bir sosyal sınıfla veya kitleleri ayartmaya dönük basitleştirilmiş politikalarla tanımlanmasının ötesinde aranmalıdır. Popülist politikacı halkın/milletin gerçek temsilcisinin yalnızca kendisi olduğunu öne sürer; siyasal muhaliflerini de iktidarda hak iddia eden kötü ve insafsız insanlar rolüne indirger. Bu savın temelinde, herkesin iyiliğine yönelik tek bir halk iradesi bulunduğu varsayımı yatar. O iradenin tek sözcüsü de, örneğin “milli irade” kavramını dilinden düşürmeyen Erdoğan olsa gerektir(!) Dolayısıyla popülistler, yalnızca “seçkin karşıtı” değil “çoğulculuk karşıtı” ve “anti liberal”dirler. Politikaları daima bölücü, kutuplaştırıcıdır; toplumu, -Erdoğan’ın “biz” dediği “iyi” ve “bunlar” dediği “kötü” kesimler gibi- kamplara ayırırlar.
Popülistin gözünde “meşru” bir muhalefet olamaz. Eğer kendine/lidere muhalif bir kesim varsa, o kesim zaten halka karşı demektir. Bu anlayış, zeka ve empati yosunluğunun ötesinde farklı bir mantık zincirine sıkışmışlığın da sonucudur. Örneğin bu, Erdoğan’ın Gezi olaylarına ve o olaylara katılanlara bakışını da açıklar. “Biz milletiz, ya siz kim oluyorsunuz?” anlamındaki sloganları, popülizmle malul ruh durumunun yankısıdır.

Popülist partiye kayırmacılık ve yolsuzluk da kısa dönemde zarar vermiyor

Bu kadar sığ düşünen bir popülist önderliğindeki siyasal yapıların aslında yönetim aşamasında acze düşeceği varsayılabilir. Ancak olgular, bunun böyle olmayabileceğini gösteriyor. İktidara tırmanan popülist parti, kendinden önceki siyasal düzende eleştirdiği ne varsa aynen devralıp durumdan yararlanır. AKP’nin, vaktiyle lanetlediği 12 Eylül düzenini seve seve kullanıyor olması, bu olgunun tipik bir örneğidir. Öte yandan bu partiler, başka siyasal yapıların güçlerini olabildiğince gasp eder; denetim mekanizmalarını devre dışına çıkarır; kamu yönetimini yandaşlarıyla doldurur ve onları ödüllendirir.

Tüm siyasal partilerin kendi seçmenlerine öncelik tanımaları anlaşılabilir bir olgudur. Ancak popülistler bunu çok açıktan ve gönül rahatlığıyla yaparlar; çünkü “milleti”, onlara göre, yalnızca “kendi yandaşları” temsil etmektedir. Ötekiler hiçbir şey hak etmemektedir. Nitekim kayırmacılık ve yolsuzluk, lideri destekleyen çekirdek seçmeni olumsuz etkilemez. Bu tür uygulamalar, bu seçmen grubunun gözünde, “iyi” olan “biz”i “kötü” olan “onlar”dan farklı kılıcı nitelikte olup meşru sayılabilir.

Popülist partiler devleti de büyük bir hevesle ele geçirir. Eğer milleti bir tek kendi partileri temsil ediyorsa devletin de milletin emrinde bir araç olarak kullanılmasında ne sakınca vardır? Yine eğer popülist parti yeni bir anayasa oluşturacaksa, bunu, muhaliflerin yani millet düşmanlarının haklarını dikkate almadan yapsa fena mı olur?

Sonuçta, ayrıştırılmış toplumun “millet” olan kesimi yani “iyiler” korunup kollanmakta, “kötüler” itilip kakılmaktadır. Liberal ve demokrat siyaset dünyasının, popülistlerin salt kayırmacılık ve yolsuzluklarını sergileyerek onların itibarını kısa dönemde zedeleyecekleri yolundaki umut boş bir umuttur. Seçmenin bilincine aktarılması gereken; kayırmacılığın ve rüşvetçiliğin, denetim ve hesap verebilirlik yoksunluğunun, etkisiz hale getirilmiş bir bürokrasinin, hukuk devletinin yok edilmesinin uzun vadede -“millet” denen kesim de dahil- herkese zarar vereceği gerçeğidir.

7 Haziran Seçimi

Bu seçim kampanyasının -bırakalım eşitliği- her türlü izan, insaf, dürüstlükten uzak olduğu konusunda gözlerin gördüğüne eklenecek pek bir söz yoktur. Erdoğan’ın, meydanlardaki siyasal faaliyeti bağlamında, elde Kuran popülizmin doruklarına tırmandığı malum. Kendisi, bu yasadışı davranışını, “ben sıradan bir cumhurbaşkanı olmayacağımı baştan söylemiştim” diyerek aklınca gerekçelendiriyor. Yasayı/anayasayı çiğneyeceğini önceden belirtmiş olmanın söz konusu ihlali meşru kılamayacağını ya düşünmüyor ya da düşünmemeyi yeğliyor. “Hakkında hayırlısı” mı demeli, “Türkiye’nin hakkında hayırlısı” mı demeli, bilemiyorum. Şu anda kesinlikle saptadığım tek şey, özü dinci/yöntemi popülist AKP’nin 90 yıllık Cumhuriyet birikimini tepe tepe kullanıp harcamakta olduğudur.

*Aydın Cıngı,
Siyaset Bilimci,
acingisdv@gmail.com