“Sevgili Aydın, CHP’nin İstanbul zaferi beni çok sevindirdi! Öncelikle partiniz CHP açısından; demokrasi, laiklik ve sosyal adaleti savunma risklerinin sürekli arttığı koşullarda mücadelesini hayranlık verici bir inatla sürdürdüğü için… Daha sonra, yaşamının büyük bir bölümünü bu değerlere adamış biri olarak senin için… Ve de bildiğimiz görkemli geçmişe sahip olan ve kendini bir imparatorluğun mirasçısı sanan “reis”ten çok daha iyisini hak eden Türkiye için…
Ancak duyduğum memnuniyet, ülkenizin ötesini de kapsıyor; çünkü siz, İslam’la yoğrulmuş bir ülkenin, önünde sonunda dinci bir despotizmden kaçınamayacağı görüşünün aksini kanıtlıyorsunuz. Bütün bunların Cezayir’den Endonezya’ya, Mağrib’den Maşrık’a çok sayıda ülkeyi etkileyeceğine inanıyorum.
Eski bir yoldaşınız olarak sizlere bir de öneride bulunmama izin ver: tedbiri elden bırakmayın! Sahraaltı Afrika’da bayıldığım bir atasözü vardır: “Yavaş yavaş; acelemiz var”!
Dostlukla.”
Yukarıda çevirisini sunduğum e-mesajı, İstanbul seçiminden hemen sonra, şu anda ülkesi Fransa’yı temsil ettiği Laos’tan bizi izleyen aziz dostum Gérard’dan aldım. Gérard Fuchs, iki dönem Fransız Parlamentosu’nda ve bir dönem Avrupa Parlamentosu’nda görev yapmış; savunma, bütçe vb komisyonlarda yer almış bir eski tüfek yoldaşımdır.
Bu seçim sonucu ile ilgili çok sayıda yabancı dosttan kutlama mesajı aldım; ama yukarıdakini, içerdiği siyasal öngörüler dolayısıyla dikkatlere sunmak istedim. Gerçekten de İstanbul seçimi çok önemliydi ve dünya çapında yansımaları görülecek; ama faşizmi henüz alt etmiş değiliz. Ülkemizde siyasal İslam, bazı dişleri dökülmüş de olsa, merkezde iktidarını ve insani değerlerimizi yutma iştahını koruyor. Onun için Afrika bilgelerine kulak vererek tedbirli olalım, yavaş ve emin adımlarla ilerleyelim.
22 /23 Mart akşamı ve mutlu son
Ben Suadiye Mahallesi’nde, Bağdat Caddesi’ne yakın bir yerde yaşıyorum. Yaz akşamları bu caddede ve Bostancı-Fenerbahçe sahilinde yürüyüş yaparım. Son seçimden önceki gece yürüdüğüm sahil, yıllardır görmediğim kadar kalabalık, cıvıl cıvıl ve mutlu bir kalabalıkla doluydu! Orada siyasal İslam’ın kin duyduğu her türden toplumsal unsur göze çarpıyordu: çimende kadınlı erkekli oturup söyleşen insanlar, kahkahalar atan şortlu genç kadınlar, bir delikanlının çaldığı gitarın tellerinden kopup gelen “Bella Ciao”, birbirleriyle oynaşıp havlaşan evcil köpekler, arada kafalara dikilen bira kutuları, havada dalga dalga yayılan yaşama sevinci ve kendine güven havası ve de herkesin, ama herkesin gözündeki “artık bunların işini bitirelim” kararlılığı.
İşte birilerince “azgın azınlık” diye nitelenenler, ertesi gün sandığa adeta cenge gidermiş gibi gittiler. Seçim sonuçları belli olduktan sonra da Bağdat Caddesi, hatta tüm yan sokaklar mutlu kalabalıklarla dolup taştı. Ufaktan ateşler yakıldı, marşlar söylendi; halay çekenler, içki içip keyiflenenler oldu. Ama kavgaya tutuşan olmadı, havaya bir tek mermi sıkılmadı! Ben yalnızca buralardaki sevince ortak oldum, ama birçok başka yerde de kutlamalar yapılmış. Ana muhalefetin genel olarak %10’u zor tutturduğu mahallelerde dahi kutlama yapılmış olmasını, öncelikli olarak iki temel öğeye borçluyuz: iktidar temsilcilerinin zehirli ve itici diline, Millet İttifakı adayının herkesi kucaklayıcı tutumuna.
Böylece; 31 Mart öncesi illet-zillet, terörist, fetöcü vb edebiyatından sonra ikinci raundda da AKP Genel Başkanı’nın –Kabataş bacısı gibi- göstermeyi vaat edip de bir türlü gösteremediği oy çalma videolarına, “bir şeyler oldu ama biz anlayamadık”a, “çok sağlam çalmışlar”a, Yunan gazetelerinin İmamoğlu kazandı diye sevinmesine, Pontus’a, VİP salonu tuzağından sonra valiye küfür edildiği iddiasına, ”kazansa da onu o koltuğa oturtmayız”a, açık oturumda “kravatı Yunan bayrağının renginde”ye, oturum moderatörü ile kentin göbeğindeki bir otelde buluşup soruların önceden verilmesi ithamına, İmamoğlu’nun Sisi ile özdeşleştirilmesine, “kazansa bile vitrin süsü olarak kalır”a, Öcalan’ın Kürtlere güya tarafsız kalmayı öneren mektubuna, kırmızı bültenle aranan Osman Öcalan’ın hemen hemen hiçbir muhalifi konuşturmayan TRT’de yer almasına ve daha anımsayamadığım bir dolu pespayeliğe karşın İmamoğlu makamına oturdu… arkasına da bir yurttaşı dikkatle dinleyen Atatürk’ün fotoğrafını asmış olarak.
Yerel seçim sonuçlarının etkileri ve yansımaları
Aslında, 2019 Türkiye yerel seçimlerini, son üç aydır tüm enerjimizi emmiş olan İstanbul seçimi ile birlikte bir bütün olarak ele almakta yarar vardır. Ülke katma değer üretiminin %70 kadarının kaynaklandığı ve ortalama eğitim süresinin Türkiye ortalamasının çok üzerinde olduğu nüfusa sahip bir dizi büyük kenti kazanan Millet ittifakı, HDP seçmenleri ile birlikte bu seçimin tartışmasız galibidir. Bu yenginin uzantıları, çok özetle de olsa, birkaç düzlemde gözden geçirilmelidir.
–CHP açısından: İmamoğlu’nun söylemi ve tutumu, önce CHP içinde etkisini gösterecektir. CHP üst yönetimi, bundan böyle iktidar demagoglarının popülist deyişlerine ve anlamsız suçlamalarına yanıt yetiştirmek yerine yapıcı ve herkesi ve her kesimi kucaklayıcı bir söylem ve davranış benimsemenin erdemini İmamoğlu sayesinde anlamıştır. Öte yandan Kılıçdaroğlu, bir hayli aşınmış olan genel başkan imgesini, kazanılan büyükşehirlerdeki aday seçimlerinde sağladığı isabetle, bilge bir siyaset büyüğü kimliğine dönüştürmüştür.
–AKP bakımından: 2019 Türkiye yerel seçimlerinin ve yenilenen İstanbul seçiminin en önemli etkisi AKP bünyesinde ve Türkiye siyaset sahnesinde yankılanacaktır. Öncelikle, “Reis ne yapar eder bu seçimi de alır” mitosu tarihe karışmıştır. Esasen 2016 referandumu ve belki başka seçimler de AKP tarafından alınmış değildi; ama o zamanlar CHP bünyesinde seçim sonuçlarını Canan Kaftancıoğlu gibi denetleyen özverili yöneticiler ne İstanbul’da ne de başka illerde vardı ve Anadolu Ajansı verilerine bakınca “atı alan Üsküdar’a geçiyordu”.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denen ve Erdoğan için ısmarlama yapılmış, halkı bir kişinin emrindeki parya konumuna düşüren sistem tartışmaya açılmıştır bile! Tek bir kişiyi muktedir ve mutlu kılmaya yönelik sistemin yürürlüğe girmesinden bugüne, Türkiye’de her şey ama her şey kötüye gitmiştir. Üstelik artık yalnızca sistem değil Erdoğan’ın kimliği de yakında tartışmaya açılacaktır. Hele de ekonomik durum daha da kötüleştikten, AKP yeni bir parti doğurduktan ve kopmalar başladıktan sonra! Bu, despotizmin son debelenmeleriyle adaleti büsbütün ayaklar altına alma çabasına girmeyeceği anlamına gelmiyor. Ancak üst bürokrasinin de, düşmekte olan iktidar sahiplerinden ilk uzaklaşacak kesim olduğu bilinen bir gerçektir.
–Siyasal ortam itibariyle: Öte yandan, yerel seçim sonuçlarının ve yinelenen seçimin ülkenin siyasal ortamı üzerinde de olumlu bir etkisi olacaktır. Kutuplaşma yorgunu seçmen kendisiyle, farklı partilerle ve dünyayla barışık bir dilin ve siyasetin hasreti içindedir. Erdoğan ve onun -Soylu gibi- taklitlerinin aşağılayıcı retorik ve bağırtılarından bıkmış olan halk, artık karşısında ona sevecen yaklaşan ve ona hesap vermeye hazır liderler ve politikacılar görmek isteyecektir.
–Dış dünyada: Çoğunluğunu Müslüman nüfusun oluşturduğu ülkelerde ise bu seçimin etkisi şimdilik sınırlı kalacaktır. Kapsamlı bir yeniden yapılanmaya tanık olmak için Müslüman Kardeşler’den artakalan Erdoğan’ın da iktidardan ayrılışı beklenmelidir. Ancak şunu unutmamak gerekir ki, Türkiye, Müslüman çoğunluklu olanlar arasında “aydınlanma süreci”ni bir ucundan tanıyabilmiş tek ülkedir. Dolayısıyla Türkiye, siyasal İslam’ın temsilcilerine karşı bu türden bir “yeter artık” refleksini oluşturabilmiş bulunmasını, ekonomik çöküşün yanı sıra, bu topraklardan Atatürk’ün gelip geçmiş ve Anadolu’da bir aydınlanma başlangıcı yeşertmiş olmasına borçludur.
Türkiye, bu demokratik direnişiyle, tıpkı Gezi Direnişi döneminde olduğu gibi, dünya gözünde saygınlığını artırmıştır. İstanbul’da yenilenen ve baskıcı rejime karşı kazanılan seçim sayesinde, “Türkiye” deyince dünya kamuoyu gözünde şimdi, “altın kaplama koltukta oturan kibirli zat” değil bir otobüsün tepesinden kalabalıklara gülümseyen temiz yüzlü genç adam canlanmaktadır.
Yakın geleceğin umudu
Türkiye işte bu genç adamın dediği gibi kucaklaşacak, normalleşecektir. Başını bağlayıp tarikat toplantısına koşan genç kız ile “CHP camileri ahır yaptı” sanan işçi amca, artık İslam’ı yozlaştıran din tüccarlarına kanmayacak; “çalıyorlar ama çalışıyorlar” sığlığına düşmeyecektir. Kapalı kalmış zihinler artık açılacak, insanlar olan bitenin daha hızla farkına varacaklardır. İnanıyorum ki, AKP’ye yönelmiş kitlelerle empati kurmayı yıllardır denememiş veya becerememiş olan karşı mahallenin insanları da toplumsal normalleşmenin gönüllü aktörleri olacaklardır.
İmamoğlu’nun, “Kadıköy ile Sultanbeyli aynı düzeyde olmalı” diye yola çıkması, “Bayburt’un da İzmir gibi olması” için çabalama yolunda toplumun tümüne esin kaynağı olmalıdır. Çok işimiz var; hep birlikte el ele verip hedefe ulaşırsak, “siyasal İslam” sınavından başarıyla çıkmış olarak –bize bir aralar bahşedilmiş olup sonradan elimizden alınan- demokratik hakları bu kez gerçekten hak etmiş olacağız.
Cumhuriyet’in kurumsal yapısı, özellikle son yıllarda, ciddi tahribe uğramıştır. Ancak tekrar parlamenter sisteme veya yarı başkanlık sistemine dönmekten başlayarak kurumsal yapıyı onarmak çok da fazla zaman almayacaktır. Cumhuriyet, kendini yönetme konumuna gelmiş karşıtlarından kurtulduktan sonra soluklanacak ve ilk yüzyılını bitirirken kuruluşundaki güç ve heyecana kavuşacaktır.
2019 Türkiye yerel seçimleri ve özellikle yenilenen İstanbul seçimi, Türkiye’nin ileriye doğru atılımının tetikleyicisidir. Bu seçimlerde “iyi”nin ve “doğru”nun başarısını, genel başkanı ve tüm örgütüyle CHP’ye; İYİ Parti ve örgütüne; HDP seçmenine ve de Ekrem İmamoğlu ve Canan Kaftancıoğlu’na borçluyuz.
*Aydın CINGI
Siyaset Bilimci, Eski SODEV Başkanı
acingisdv@gmail.com