china-usa

Aydın Cıngı – Küresel Düzen Değişirken: 2017’de “ABD-Çin”

Dünya 21. yüzyıla tek kutuplu bir yapıda girmişti. Sosyalist blokun 1990’ların başında yok olmasından sonra Amerika Birleşik Devletleri (ABD) hegemonyası o ölçüde belirginleşmişti ki, artık tek kutuplu bir küresel düzenden söz etmek olanaklıydı. Ne var ki bu düzen, bu yüzyıl başında bozulup yeniden biçimlenmeye başladı.

İletişim patlamasını olanaklı kılan teknoloji devrimi dünyayı “koca bir köy” durumuna getirmişti. Uluslararası ilişkiler de bu gidişten etkilendi ve ortak ekonomik çıkarlar, ideolojik veya jeostratejik yakınlıklar ekseninde ülke grupları ve entegre birlikler biçiminde çok sayıda yeni yapılanma meydana geldi. Birleşmiş Miletler (BM) ve bağlı kuruluşlar, AB, NATO gibi pek çok kurum zaten vardı; ama 21. yüzyılda bunlara yeni ve adını/açılımını pek çoğumuzun bilmediği çeşitli kurumsallaşmalar katıldı: G-20, BRICS, APEC, TPP… Sonuçta, devingen bir uluslararası ortamda çok yönlü etkileşim olasılıkları arttı; ilişkiler karmaşıklaştı. Ancak yeni oluşmalar, yine de çok sayıda uluslararası oyuncunun ABD ve Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) gibi iki oyun kurucu odak ekseninde hareketlenmeleriyle biçimlenmeye başladı.

Öyle dönemler vardır ki, önceki yılların birikiminin somut biçimde belirginleşmesine sahne olur. 2017 yılı, uluslararası dünya düzeni açısından işte öyle bir yıl oldu. ABD’nin, yeni Başkanı Trump’ın başlattığı uygulamalarla, artık küresel liderlikten vazgeçmiş olduğuna 2017 yılı içinde tanık olundu. Dünya güç dengesinin Batı’dan Doğu’ya kaymakta olduğu, küresel kamuoyunun bilincinde net olarak 2017’de yankı buldu.

Yeni küresel yönelimin işaret fişeği, ÇHC Devlet Başkanı Xi Jinping’in, dünya karar vericilerinin toplandığı Davos’ta Ocak ayında yaptığı konuşma oldu. Bu konuşmada küreselleşme, dünyaya açılma ve özgür değişim fikrinin sözcülüğüne soyunan Xi, her zaman Batılı liderlerin gösterdiği eğilimleri bu kez Çin lideri olarak dile getirdi ve -pek çok gözlemcinin deyişiyle- o gün, dünyanın artık tersine dönmeye başladığı anlaşıldı.

Trump: 2017 ABD’si

Önceki yılın neredeyse bütününü kapsayan seçim kampanyası boyunca ABD’nin işsizlik, dış ticaret açığı gibi ekonomik sorunlarından sürekli olarak Çin’in dış ticaret politikasını sorumlu tutan Trump’ın 2017 başında iktidara gelmesi, -şaşırtıcı biçimde- en çok Çin’in işine yaradı. Beyaz Saray’a gelir gelmez ilk işi, ABD’yi TPP diye anılan ve ABD ile 11 Uzakdoğu-Pasifik ülkesini bir araya getiren Trans Pasifik Ortaklık’tan çekmek oldu. Oysa selefi Obama ABD’nin bu ortaklıkta olmasını, Çin’in bölgedeki baskın varlığını bu ülkelerle birlikte sınırlamak için tasarlamıştı. Trump, böylece Çin’in bölgede önünü açmış oldu. Nitekim ABD’nin bıraktığı boşluğu dolduran Çin Pasifik’teki etkinliğini artırdı ve uzun süredir mesafeli ilişkiler sürdürdüğü Japonya, Avustralya gibi ülkelerle de bu yıl içinde yakınlaşma olanağı buldu.

ABD zaten dünyanın en büyük ekonomisi ve en güçlü ülkesi idi. Belirli zaaflarına karşın ABD’nin durumu bu iken, Trump, seçim kampanyası sırasında bu ülkeyi “yeniden büyük” yapma sloganına sarıldı. Ne var ki, işbaşına geldikten sonra ortaya koyduğu siyasal çizgi ABD’yi büyütmedi; aksine bir anlamda küçülttü. Örneğin Çin’in dünyayla bütünleşmeyi övdüğü, özgür değişim yoluyla hep birlikte refaha yönelmeyi önerdiği günlerde Donald Trump aynı dünyayla kavgaya girişiyordu. Xİ Jinping’in küresel liberalizm övgüsü paylaşılmayabilir; ancak kimse onu küresel işbirliği veya ortak refah türünden kavramları dile getirdiği için kınayamaz. Trump ise, Meksika ile ülkesi arasına 3.144 kilometrelik duvar örüp bedelini de bu ülkeden tahsil etme derdine düştü. Bir dizi Müslüman ülkenin vatandaşlarına ABD’ye girme yasağı koydu; üstelik bu kararı da yargıdan döndü ve böylece inanılırlığı yara aldı. AB’nin en güçlü üyesi ve dünyanın en yüksek dış ticaret fazlasına sahip ülkesi Federal Almanya Şansölyesi Merkel ile kötü kişi oldu. İran’ı ve Kuzey Kore’yi “düşman ülke” ilan etti.

Karbon emisyonunu kısıtlayarak küresel ısınmayı sınırlayacak önlemleri ve bu alanda her bir ülkeye düşen ödevleri saptayan “COP 21” Paris Anlaşması’nı reddederek ABD’yi bu anlaşmadan çıkarttı. Trump’a göre çevre sorunu vb yoktu; küresel ısınma, iklim değişikliği ve arkadan geleceği söylenen felaket senaryosu ABD’nin gücünü sınırlamaya dönük uydurmalardı. ABD ve Çin, küresel karbon emisyonunun toplam %40’ını üreten ülkelerdir. Çin, çaba gösterip dünyanın tüm ülkeleriyle birlikte davranıyor; oysa ABD “ben oynamam” havasında. Şimdi çevre konusunun açıldığı tüm uluslararası toplantılarda oluşan tabloda, herkese karşı ABD tek başına kalıyor. Bu tutum ABD’yi, kuşkusuz ki, “yeniden büyük” yapacak türden bir tutum değil; tersine, Çin’i bu yaşamsal önemdeki küresel girişimin lideri konumuna getiriyor.

Bu yazının, Başkan Trump’ın kendine özgü kişiliğini çözümleme iddiası olamaz. Ancak o, benzerleri Ortadoğu’da ve Doğu Avrupa’da bulunan, popülist bir söyleme ve otoriter bir yapıya sahip fevri davranışlı bir politikacı. Bu tür politikacıya ABD’de pek sık rastlanmıyor; olanlar da –genellikle- başkanlığa gelemiyor. O nedenle ABD’nin kurumsal yapısı ve hatta vatandaşları da Trump’ın tarzını çoğunlukla yadırgıyor.

Trump, göreve başlarken “America First (Önce Amerika)” ilkesini benimsiyordu. Uluslararası düzlemde, ülkesinin zararlı çıktığını düşündüğü çok taraflı anlaşmaları reddediyor; baskın taraf olarak kazançlı olacağı belli olan ikili anlaşmaları yeğliyordu. Nitekim, Vietnam’daki son APEC (Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği) Zirvesi’nde hazır bulunan liderlere şöyle seslendi: “Ben önce ABD’yi düşünüyorum; eminim ki sizler de, her biriniz, önce kendi ülkenizi düşünüyorsunuz”. Bu, uluslararası işbirliği öneren bir örgüt toplantısında dile getirilmesi gereksiz ve anlamsız bir gerçektir. Orada bulunan her bir lider, doğal olarak, ülkesinin çıkarlarını göz ardı etmemek kaydıyla çok taraflı bir müzakere süreci yürütmek için oradadır. Trump, daha önce BM kürsüsünden yaptığı gibi, burada da her ülkeye bir tür korunmacılığı, kendini kollamayı, yalnızca ikili görüşmeye girişmeyi tavsiye ediyor; yani bir tür “içe kapanmacılık enternasyonalizmi” öneriyor. Oysa “uluslararasılık” veya “enternasyonalizm”, “biraradalık” ve “çok taraflılık” kavramlarını içerir. Donald Trump, salt bir işadamı zihniyetiyle, ülkesini bir şirket yönetir gibi yönetme çabasında olduğu için “kendi işine bakan” ve ikili iş görüşmesi yapıp iş olanakları yaratmaya çalışan bir kişi görünümü veriyor. Bu arada da, silahlı gücüne dayanarak, güvende olmak için İran, Kuzey Kore gibi ülkelerden gelmesi olası tehlikeleri bertaraf etmek için, yapılmış uluslararası anlaşma ve oluşmuş kuralları tanımıyor.

Xi Jinping ve yükselen Çin

Dünyanın “Batı” diye bilinen ülkeleri, takriben çeyrek yüzyıldır ekonomik zorluklar ve güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya. Asya’nın aynı dönemde yükselişi, Batı’nın 2008 finans krizi ve onu izleyen durgunluk dönemiyle daha da görünürlük edindi. Henüz 1980’lerde Asya kaplanları denen Güney Kore, Tayvan, Hong Kong, Singapur; 1990’lardan itibaren de Çin ve bir ölçüde Hindistan görülmemiş bir ekonomik büyüme sürecine girdi. Doğu ve Güneydoğu Asya ülkeleri, neredeyse yarım yüzyıldır, kişi başı gelirini dünyanın geri kalan kesimine oranla iki buçuk kat artırdı. Kalkınan Asya ekonomilerinin ortalama büyüme oranı, son 20 yıl içinde, %8; yani zengin Batı ülkelerininkinin aşağı yukarı üç katı oldu.

Çin, bu arada, dünyanın ikinci büyük ekonomisi konumuna ulaştı. Çin’in ve bölge ülkelerinin gelişmesi, dünyanın ekonomik ağırlık merkezinin doğuya doğru kaymasına yol açtı. 19. yüzyılda Avrupa ile Amerika kıtaları arasında, takriben Atlantik Okyanusu ortalarında bulunan “dünya ekonomik ağırlık merkezi”nin, bugünkü trendler sürerse, bu yüzyıl ortasında Çin ile Hindistan arasında bir noktaya kayması öngörülüyor. Dolayısıyla, “eski” gelişmiş Batı’nın, yarının dünyasına -jeopolitik ve ekonomik açıdan- artık tek başına öncülük iddiasında bulunamayacağı açıktır. Esasen 2017 yılının uluslararası gelişmeleri, mevcut küresel yapının, beliren yeni olgular çerçevesinde güncellenmesidir.

Bu gelişmelerin en önemlilerinden biri, Mayıs ayında Pekin’de düzenlenen “Kuşak ve Yol” Forumu olmuştur. Asya, Orta Asya, Afrika, Orta Doğu ve Avrupa’dan 70 kadar ülkeyi kapsamlı bir ulaşım ağıyla kara ve denizden birbirine bağlamayı öngören bu girişim “Yeni İpek Yolu” olarak niteleniyor. Otoyol, enerji hatları, demiryolu, liman gibi altyapı tesisleriyle dünya nüfusunun yarıdan fazlasına ve küresel ekonominin %40’ına dokunan bu proje, 2013’te Çin Devlet Başkanı Xi Jinping tarafından ortaya atılmıştı. Bu forum ve yıl boyu düzenlenmiş olan buna benzer uluslararası platformlar, dünya kamuoyu gözünde hem Çin’in dünyada öncü ve norm belirleyici bir ülke olduğu algısını hem de Xi’nin liderlik konumunu pekiştirdi.

Çin lideri Xi Jinping, ABD’de Trump gibi “öngörülebilirliği ve tutarlılığı düşük” birinin işbaşına gelmesinden dolaylı olarak en çok yararlanan kişi; çünkü o, Trump ile kıyaslama yoluyla “dengeli ve ılımlı küresel devlet adamı” profilini yükseltmiş oldu. Ancak onu, bu yıl içinde en çok parlatan olay Çin Komünist Partisi (ÇKP)’nin 5 yılda bir toplanan 19. Ulusal Kongresi oldu. Ekim ayında yapılan bu kongrede ikinci bir 5 yıllık dönem için Başkan seçilen Xi, üst yönetici kadronun tümünü bizzat kendi adamlarından oluşturdu. Görüşlerini “resmi ideoloji” olarak ÇKP tüzüğüne yazdırdı. Çin Anayasası olarak kabul edilen belgede, Mao Zedong’dan sonra henüz hayattayken adı zikredilen ikinci kişi olarak tarihe geçti.

Son söz

Yılın sonuna doğru, Kasım ayında, Pekin’i ziyaret eden Trump, işte böyle gücünün doruğundaki bir Xi tarafından karşılandı. ABD Başkanı’nın ülkesindeki popülerliği ise, aynı günlerde yapılan kamuoyu yoklamalarında, o güne değin görülmemiş derecede düşük bir düzeye inmişti. İki lider, bu yılın başında ilk kez ABD’de, Florida’da buluştuklarında Trump henüz çiçeği burnunda bir başkan, Xi de yıldızı bu ölçüde parlamamış bir lider olarak karşılaşmışlardı.

İlk buluşma ile ikincisi arasında iki başkanın yurtiçi ve yurtdışında edindikleri itibar açısından ve iki ülkenin mevcut önderliklerle bu zaman aralığında sağladığı kar/zarar bakımından ciddi bir farklılaşma oluştuğu saptanıyor. Oluşan farkın, iki başkanın ve ülkenin 2017 performanslarından kaynaklandığı bellidir.

*Aydın CINGI
Siyaset Bilimci, SODEV Önceki Başkanı
acingisdv@gmail.com