Avrupa alışılmış sosyopolitik kimliğinden her seçimde biraz daha uzaklaşıyor. 4 Mart 2018 günü yapılan İtalya genel seçimi, bu kez de bu ülkenin siyasal yapısını altüst etti. Artık İtalya’dan, “popülistlerin elindeki ilk Avrupa ülkesi” diye söz edebiliriz.
Kazananlar; kaybedenler
Seçimin kazananları, %32 ile “ne sağcı ne solcu” Beş Yıldız Hareketi ve %18 ile radikal sağcı Lega (eski ayrılıkçı Kuzey Ligi). Bunların ikisi de, AB karşıtlıkları ve popülist kimlikleri öne çıkan partiler. 10 yıl önce kurulmuş olan Beş Yıldız Hareketi böylece ülkenin 1. partisi konumuna gelmiş oldu. Bu konumunu ve Güney İtalya’nın bazı bölgelerinde %50’yi aşan oranlara ulaşmasını, 10 yıl içinde salt bir protesto hareketinden iktidara talip bir siyasal partiye dönüşmesine borçlu. Haritanın kuzeyinde ve merkezinde ise Lega ve onun küçük ortağı durumuna düşmüş bulunan Forza Italia üstünlük sağlamış görünüyor.
Kaybedenler, başta mevcut hükümeti yöneten ve %40’lardan %18’e düşen merkez soldaki Demokratik Parti ve daha solundaki Eşit ve Özgür. Soldaki partilerin toplam oy oranı %23 kadar. Ayrıca, Lega ile koalisyon halinde seçime giren Berlusconi’nin Forza Italia’sı da kaybedenler arasında sayılabilir. Üç dönem ülkeyi yönetmiş bu parti de bu kez ancak %14 alabildi.
Bütün araştırmalar İtalyanların başta gelen kaygılarının ekonomi/yoksulluk ve gelecek endişesi olduğunu gösteriyordu. İllegal göç konusu, her iki kaygının içinde barınan bir tema. Dolayısıyla, korku ve geçim sorunlarının güdümlediği seçim sonrasında İtalyan parti sistemi yepyeni bir siyasal yapıya büründü.
Avrupa Birliği faktörü ve Avrupa Solu
4 Mart’ta İtalyan seçmenlerinin çoğunluğu oylarını Avrupa Birliği (AB) karşıtı partilere yöneltti. Siyasal ortamı daha da altüst edici olan gerçek, oyların %20’den fazlasının, Lega ve ufak parti İtalya Kardeşleri gibi neofaşist partilere verilmiş olması.
Bu sonuçlar, AB karşıtı Avrupalı seçmenlerin yaptığı sürprizlerin şimdilik sonuncu. Dalga, 2014’te Büyük Britanya’da Brexit sözcüsü UKIP ile başlayıp 2017’de Federal Almanya’nın AfD’si ve yine aynı yıl Avusturya’nın Özgürlük Partisi ile sürmüştü. Seçmenlerin AB’ye muhalif olmasında, kuşkusuz ki, Avrupa Komisyonu Başkanı Juncker ve diğer bazı AB yöneticilerinin özellikle İtalya’nın illegal göç sorunundaki anlayışsızlıklarının da payı var.
Neredeyse 10 yıldır süren ekonomik bunalımı, kimlik sorunları, İslam ve göç Avrupa’da her türden popülizme yataklık eden temalar. Bunların da tam hedefinde AB bulunuyor. Suçları; fazla merkeziyetçilik, Avro konusu, bürokrasi, ayrıcalıklı kesimler için çalışan lobiler, halkın çıkarlarının yeterince korunmaması… Sorumlu tutulan siyasal akım hep Avrupa sosyal demokrasisi oluyor. Portekiz sosyalistleri ve Corbyn’in İşçi Partisi dışında, yüzyıldır hükümet kurabilme kapasitesini korumuş olan sol Avrupa partileri artık iktidara oynama yetisini yitirmiştir.
Popülokrasi
Neopopülizm diye adlandırılan sistem karşıtı yeni tür söylemin başarısı, salt İtalyan siyasal yapısına özgü değil. Bu eğilim, tüm Avrupa demokrasilerinde saptanan bir gelişmenin ürünü. Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda, Avusturya ve diğer Avrupa ülkelerinde göze çarpan oluşmalar yalnızca “popülist partiler”den kaynaklanan yüzeysel değişimler değil. Demokrasiler, seçmenin yönetici sınıfları reddetmesine ve dışlamasına ayak uydurarak derinlemesine dönüşmekte. Bu yeni olgu, “halk iradesinin, yönetici elitlerin geleneksel değerleriyle zıtlaşmasıdır”.
Tam da bu nedenle İtalyan araştırmacı Ilvo Diamanti, bu eğilimi “popülokrasi” olarak adlandırıyor. Bu; bir öfke, elitlere karşı –hem de yalnızca siyasal lietlere değil- tüm elitlere karşı bir nefret demokrasisi. Bu dönüşüm bağlamında seçilen popülist lider ve yöneticilerin, elitlerin geleneksel insan hakları, özgürlükler, hukukun üstünlüğü vb değerleriyle çatışması da bundandır. Esasen birçok gözlemci, söz konusu gidişi basitçe “halk ile demokrasinin kavgası” diye niteliyor.
İtalyan seçim sonuçlarından geriye doğru bakınca, ABD’de Donald Trump’ın seçilmesinden Brexit referandumuna kadar, “isabetsiz” olduğu kısa süre sonra anlaşılan bir dizi yanlış kararı sıradan seçmenin bilgisizliğine ve irrasyonel tutumuna bağlama eğilimi beliriyor. İşte zaten bu noktada “Halka karşı demokrasi” veya “Halk demokrasiye karşı” diye özetlenen görüş boy veriyor. Aslında bu anlayış doğru değil. Seçmenlere odaklanmak, demokrasiyi tehdit eden yapısal sorunların gözden kaçmasına neden olabilir.
Seçmenlerin, bir dizi nedenle genelde doğru ve iyi bilgilenemediği bir gerçektir. Bu da onların isabetli karar verememesine yol açabilir. Ancak esas sorun, her siyasal konuya bir parti aidiyeti duygusuyla, partizanca yaklaşma güdüsünden kaynaklanır. Karşı tarafın görüşlerini gözü kapalı reddetme aşamasına gelmiş bir kimlikteki seçmen her türden popülizme açık ve demokrasiyi tahribe uğratacak bir ortamın esas öğesidir. Popülist ve otoriter liderler tam da bu nedenle kutuplaşmış bir siyasal ortam yaratmaya çabalarlar.
Öte yandan seçmen, vaatlerine kanarak iyi niyetle iktidara getirdiği popülist liderin sonradan başka bir yola girdiğini gördüğünde vakit geçmiş olur. O zaman ya oluşmuş bulunan kutuplaşma ortamı yüzünden seçmen sağduyulu davranamaz ya da atı alan Üsküdar’a geçmiş olur.
Ya şimdi…?
Yerleşik düzen partilerinin yenilgisinin düz ve en basit nedeni, onların bugünün sorunlu İtalya’sının mimarları olmalarıdır. İktidarların başarısızlığı, kural olarak, muhalefete yarar. Nitekim seçimde yenilgiye uğrayanlar da, iktidardaki sosyal demokratlar ile ülkeyi 1994 ile 2008 arasında 3 dönem yönetmiş olan Forza İtalia’dır. İkinci bir neden, yukarıda da belirtildiği üzere, seçmendeki derin AB memnuniyetsizliğidir. Nihayet yenilginin değil ama yenginin bir nedeni de, Beş Yıldız Hareketi lideri Di Maio ile Lega lideri Salvini gibi güçlü ve otoritesi tartışılmayan yeni politikacılardır.
Nispi seçim sistemi ve seçim sonucu ortaya çıkan “Beş Yıldız hareketi, Lega-Forza Italia ve Sol partiler”den oluşan 3 kutuplu yapı dikkate alındığında, ortaya açık bir koalisyon olasılığı çıkmıyor. Her iki kazanan partinin bir araya gelerek bir AB karşıtı koalisyon kurması düşük bir olasılık. Böyle bir koalisyon İtalya’yı Almanya ve Fransa’ya karşı AB içi bir çatışmaya sürükleyebilir. Öte yandan iki “muzaffer” liderin bir araya gelerek bir zaferin ürününü paylaşması da zor olacağa benzer. Ayrıca Di Maio da Salvini de, Demokratik Parti ve Forza Italia’nın sırtından oy kazanmayı sürdürmek için bunların muhalefete geçmemesini yeğler. Bir olasılıkla iki kazanan, kaybeden merkeze yakın partilerle anlaşarak bir koalisyon olasılığını yoklayacaktır. Ancak bunun için, radikal AB karşıtı duruşlarını bir ölçüde yumuşatmak zorunda kalacaklardır. Popülizmin getirisi muhalefet yaparken yüksektir; ama iktidar sorumluluğu yüklenince popülist argümanların kullanılma kolaylığı da kaybolur.
*Aydın CINGI
Siyaset Bilimci,
SODEV Önceki Başkanı
acingisdv@gmail.com