Resim8

Aydın CINGI – “Ferasetli” Seçmen, “Marifetli” İktidar

‘Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin
akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve âdeta mağrur,
koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani, hani şu derya içre olup
deryayı bilmiyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak,
alkan içindeysek eğer
ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
-demeğe de dilim varmıyor ama-kabahatın çoğu senin,
canım kardeşim!”
Nazım Hikmet RAN

Bu yazıda benden “siyaset bi­limci” analizi beklenmesin! Sözü dolandırmayacağım. Yalancılık ve sahtekarlık, özetle “kötülük” yine kazandı. Öncelikle, bir kesim yurt­taş kendine benzeyeni seçmeye devam ediyor. Bu noktada seçen ile seçilen özdeşleşmesinden, a­ralarındaki benzer etik yapıdan söz edebiliriz. Bu türden olmayan bir diğer kesim seçmen ise her türlü yalana, düzenbazlığa inanı­yor. O kadar akıl yoksunu olanlar var ki, sosyal medyada “ekonomi Kılıçdaroğlu döneminde rayından çıktı” veya “Kılıçdaroğlu gelse gö­zümüzü oyacaktı” diyenleri bile gördüm.

Bu sırada birçok akıllı, bilgili insan da seçim sonuçları konusunda cid­di analizler yapıyor. Kimi muhalif analistler kendilerini kırbaçlayıp duruyor: Hala daha “seçmenin fe­raseti”nden söz açanlar var; halka anlatılamamış da, seçmen ikna edilememiş de vesaire. Seçmene toz kondurulmuyor; ona ufaktan sitem edene “bilinçsiz” muamelesi yapılıyor. Benim ise, hala daha ve her koşulda “seçmenin feraseti”n­den söz edenin ağzına kürekle vurasım geliyor.

Benim canım seçmenim

Evet; devlet tüm olanaklarıyla iktidardaki adaya ve Cumhur İttifakı’nın adaylarına çalıştı. Ayrıca yurdun bazı yörelerinde TRT’den başka kanal izleyemeyenler var. İktidar neredeyse iletişim tekeline sahip. Bu iletişim baskınlığından da halka yalan zerk etme yolun­da yararlanıldı. Belirli bir kesim, camilerde -içinde verilen vaazlar ve avluda yapılan mitingler yo­luyla- afyonlandı. Bir başka kesim montaj ürünü olduğu besbelli vi­deolara inandı. Koşullar bütünüyle eşitsiz ve kampanya minimal doz­da bir ahlak anlayışına sahip in­sanı çıldırtacak kadar adaletsizdi. Ne ki, seçimli otoriter sistemlerin karakteristiği zaten bu!

Ayrıca muhalefet, hele de muha­lefetin sol kanadı sözde din erba­bının ve iktidar sözcülerinin ah­laksızlığıyla yarışamaz. Ne olacak peki? Cahil olan cahil kalacak, bi­linçsiz olan bilinçlenmeyecek, mu­halefet de doğruyu bir türlü bun­lara anlatıp benimsetemeyecek. O halde hep ahlaksızlığın, kötülüğün hükmünde mi yaşayacağız? Hep kaybedip düzenbazlığın nasıl olup da egemenliğini sürdürdüğü ko­nusunda a posteriori derin analiz­ler mi yapacağız?

Deprem bölgesinden seçmen kardeşim; sen bu iktidarın, göçük altında kalan komşuna günlerce yardım götüremediğine, hatta yardıma koşabilecek askeri dur­durduğuna, üstündeki beton blokların altında imdat bekleyen depremzedenin internetle yardım isteme olanağını kısıtladığına ta­nık olmadın mı? Sonradan gelip sağ kalana şu kadar peşinat ve şu kadar taksitle yeni ev yapma vaadine mi kandın da üçte iki ora­nında bu iktidara oy verdin? Yoksa “muhalefet ezanı susturur, bayrağı indirir” propagandasına mı kan­dın? Ferasetten vazgeçtim; ahla­kını, sağduyunu bir yoklasana. Bak bakalım yerinde mi?

Madenci yakını seçmen dostum; vaktiyle 301 canı giden Soma’da, protestocuları sığındıkları dük­kanlara kadar kovalayarak yum­ruklayan ve madenci tekmeleyen danışmanını terfi ile ödüllendiren muhterem kişiye bir sonraki se­çimde kitle halinde oy verdindi. Yine ciddi analizler yapılmıştı; ama o arada aldığın “ikramiyeler” acını bir nebze olsun unutturuvermişti galiba. Bu kez 41 madencinin iş cinayetine kurban gittiği ocağın bulunduğu Bartın’da da öyle ol­du. Oyların çoğu, orada da “kader planı” yorumcularına gitti. Sen de şöyle arada bir vicdanına göz atıversene!

Toparlanma fırsatı tepildi

Gerçekten de seçimden neredeyse bir ay öncesine değin iktidarın de­ğişeceğine hemen hemen “kesin” gözüyle bakılıyordu. Sıradan yurt­taşın gerçi çıldırtıcı adaletsizlikleri, sabahın köründe evinden alınan gazetecileri, yıllardır suçsuz yere tutsak edilen Kavala ve Demirtaş’ı, seksenlik generalleri, Gezi tutsak­larını falan çok da umursamadığı biliniyordu. Esasen bütün kamuo­yu yoklamalarında da başta –kon­jonktüre göre- ekonomi ve türev­leri ile güvenlik gelir; demokrasi, adalet hatta eğitim gibi kalemler aşağı sıralarda yer alırdı. Yeter ki “e­zan susmasın, bayrak inmesin” idi.

Ancak bu kez, -AKP’liler dahil- tüm seçmenleri en çok etkileyen gıda enflasyonu doruktaydı. Ülkede ücretli çalışanların yarıdan fazlası­nı oluşturan asgari ücretlinin alım gücü “patates-soğan” ikilisini gön­lünce satın almaya yetmiyor, açlık kol geziyordu. “Bal tutan parmağı­nı yalar” kafasının genellikle yadır­gamadığı ve bazıları olağanı yüz kat aşan garantili yolcu veya has­ta-müşteri sayısına endeksli dev yolsuzluklar, “çalıyorlar ama çalı­şıyorlar” düzleminde yuvarlanıp giden toplumu dahi artık rahatsız etmeye başlamıştı. Ekonomik ko­şullar, iktidarın değişmesine son derecede elverişli idi.

2015 yılında iktidarı zor durumdan birden patlayıveren terör dalgası kurtarmıştı. Ne hikmetse; her bir yandan bombalar zuhur ediverin­ce seçmen can derdine düşmüş, mevcut güçlü kişinin yanında toplaşıvermişti. Güvenlik kaygısı öncelik kazanmıştı. Bu kez yine ekonomik kaygılar ön plandaydı; iktidar, seçmen tercihini güvenliğe yönlendirmek için bu kez bom­baları değil, ama bomba atanlarla muhalefetin sözde “işbirliğini” kul­landı. Terörün görece sakin oldu­ğu bir dönemde ortaya “bölücü­lük” kaygıları yaydı ve “milliyetçilik” tekeline oynadı.

“Deep fake” denilen düzmece vi­deolarda Kılıçdaroğlu ile terörist komutanın şarkı söyleyip el çırptık­ları görüntüler gösterildi. Sonuçta bizim “ferasetli” seçmen yine gü­venlik ile ekonomi arasında terci­he zorlandı. Benim Suadiye’deki oy kullandığım sandıkta Tayyip Bey, 28 Mayıs’ta, oyların ancak %9’unu alabildi. Şimdi orada oy kullanan seçmenin %91 kadarı beş yıl da­ha ferasetli tercihlerin sonuçlarını sırtlamak durumunda olacak.

Muhalefet cephesi ve son durum

Seçime birkaç ay kala muhalefet lehine %5 kadar bir fark olduğunu ileri süren dostlarıma hep söyle­miştim. Fark eğer en az %10-15 olmazsa hiç güvenmemek gerek; çünkü iktidar %5 gibi farkları ko­laylıkla kapatabilir. Son anda ter­cihi kimlik veya güvenlik politika­sına kilitler ki, nitekim öyle oldu. Ayrıca vatandaşlık verdikleri Arap, Afgan vb seçmenleri kullanır; mü­kerrer oy kullandırma hilebazlığı­na başvurur; deprem bölgesinde seçmen kargaşası var, ondan yarar sağlar; YSK ve il ve ilçe seçim kurul­larındaki hakimler ondan yana vb. Şöyle bir %10-15 fark atılmalı ve bu fark sokaktaki seçmen düzeyin­de hissedilmeli ki, muhalefet rahat olsun. Olmadı.

CHP içindeki kaynamalar ve istifa edip etmeme sorunu bir yana, Kılıçdaroğlu, muhalefetin cum­hurbaşkanı adayı olarak çok çaba harcadı. Millet İttifakı cephesin­de gösterilen çabalar birbiriyle orantılı olmadı. CHP’den 40’a yakın milletvekili koparan küçük partiler nispeten sessiz kalırken, iki belediye başkanı çok koşuştur­du. Öte yandan, “bir oy Kemal’e, bir oy Meral’e” sloganı tutmadı. YSP (HDP) seçmeni ise yine akılcı davrandı.

Muhalefet kazansa iyi olacaktı. Örneğin Bilge Yılmaz, ekonomide ne gibi iyileşmeler sağlanabile­ceğini gerçekçi ve anlaşılabilir bir dille anlattı. Bu yöntemle ülke düz­lüğe çıkabilecekti. Şimdi ekonomi­nin başına getirilen Anglosakson ekolünden kişiler, rasyonel politi­kalarını Cumhurbaşkanı’nın “nas” inadıyla nasıl bağdaştırabilecek­ler; hepimiz için merak konusudur. Toplum o ölçüde kutuplaştı ki; kimilerimizin “daha da batalım da ferasetli seçmen görsün gününü” dediğine sıkça tanık oluyorum.