20230207_163548

Aydın CINGI – Deprem, Radikal Sağ Popülizmin Türkiye Ayağını Düşürebilir mi?

Aydın CINGI
Araştırmacı
acingisdv@gmail.com

Her türden görüşümü açıklamadan önce tüm ulusumuzun başı sağ olsun demek isterim. Bu bölgede bir deprem bekleniyordu, ama bu kadar şiddetli olacağı ve -dünyada benzeri görülmemiş biçimde- birkaç saat aralıkla aynı şiddette iki depremin arka arkaya vuku bulabileceği akla gelmemişti. Biraz da bu nedenle kayıplarımız, bir olasılıkla kamuoyuna yansıtılandan da yüksek. Dolayısıyla çok üzüntülüyüz. Ancak yine de hayatını sürdürenleri ilgilendiren konulara er veya geç dönme zorunluluğumuz var.

21. yüzyılın en büyük baş ağrılarından biri olan radikal sağcı popülizmin toplam küresel yaygınlığı biraz olsun azalıyor gibi. Bilindiği üzere popülizm sosyalizm, liberalizm vb bir ideoloji değil; bir yöntem, bir zarf. Hangi ideolojik yaklaşıma uygulanırsa veya içine ne konursa ona hizmet ediyor.

Popülizme ilişkin literatür çok zengin. Bu olguyla ilgilenmeyen ve bu konuda bir şeyler yazmayan siyaset bilimci az. Ben de, kendi çapımda bu alanda görüşlerimi çok kez beyaz ekrana ve kağıda dökmüşümdür. Söz konusu kavramı, bu makale çerçevesinde ayrıntılı incelemeyeceğim; ancak hemen belirtilmesi gerekeni baştan yazayım. Popülist otokratlar genellikle demokrasiye inanmaz ve eğer iktidardalarsa, -bulundukları sosyal ve siyasal ortamın demokratikleşmişlik ölçüsü elverdiği oranda- koltuklarına yapışır ve konumlarını terk etmemek için ayak direrler.

Popülizmin türleri

Konumuz esas olarak popülizmin incelemesi değil; ancak son dönemi ele alan siyaset bilimciler popülizmi üç ana türe ayırıyor. Bunlardan birincisi, ırkçı milliyetçi unsuru öne çıkaran ve radikal sağcıların başlıca silahı olan kültürel popülizm. İkinci tür, daha çok solcu popülistlerin kullandığı ne bulursa kamulaştırmacı, milliyetçi ve içe kapanmacı sosyoekonomik popülizm. Üçüncü tür ise, yine uç sağın kullandığı “anti-elitist” denen ama her türlü yetkinliğe düşman olup düşük nitelikli kitlelere dalkavukluk yaparak oy toplama çabasındaki popülizm. Türkiye, AKP adlı kleptokrasi* ve nepotizm** örgütünün sultasında bu üç popülizm türünün birincisine ve üçüncüsüne maruzdur.

Yeni gelişmelere bakıldığında, popülist liderlerin veya popülist rejimlerin sultası altındaki ülkelerde yaşamakta olan nüfusun, son 20 yılın en düşük düzeyine ulaştığı saptanıyor. 2020 yılından 2023 başına değin artısıyla ve daha çok eksisiyle 800 milyon dünyalı bu berbat rejimlerden kurtulmuş.

Bu sürecin oluşması, öncelikle Donald Trump’ın Amerika Birleşik Devletleri (ABD) başkanlığından ayrılmasıyla mümkün oldu. ABD Kongresi’nin, 2020’de Trump’ın seçim sonuçlarını kabul etmemesiyle başlayan ve Kongre binasına Trump taraftarlarının saldırmasıyla sonuçlanan dalgayı savuşturmasından sonra, Kasım 2022’de yer alan ara seçimlerde de Cumhuriyetçiler Senato’yu ve birçok eyalette yönetimi yitirdi. Ancak yine de gözlemciler, bu durumun Trump’ın kültürel popülizminin kesin bir yenilgisi olduğu yolunda net yorumlara girişmiyorlar. Bunun yanı sıra, İngiliz İşçi Partisi’nin başından popülist söylemiyle Büyük Britanya’nın Avrupa Birliği’nden (AB) çıkmasına katkıda bulunmuş olan Johnson’ın da ayrılmak zorunda kaldığını not edelim. 

Popülizmin gelgitleri

Bu arada yine iktidarını yitiren antidemokrat popülist liderlerin başında Brezilyalı Jair Bolsonaro’yu saymak gerekir. O da, Trump gibi, fanatik taraftarlarını kışkırtıp başkent Brasilia’daki meclis ve başkanlık sarayı türünden resmi binaların bu gruplarca işgal edilmesine yol açtı. Ne var ki, rakibi Lula’nın başkan olmasını engelleyemedi. Böylece 200 milyonu aşkın insanın tepesinden de popülist rejim eksilmiş oldu. Filipinler’in, elinde makineli tüfekle poz vermeyi seven popülist başkanı Rodrigo Duterte de 2022 yılında dönemini bitirdi. O da, yeniden seçilme hakkı olmaksızın ve hakkını zorlamaksızın 115 milyon kişiye sürekli radikal sağ popülizm enjekte etme sürecini bıraktı. Yine 23 milyon nüfuslu Sri Lanka’da otoriter popülizmin temsilcisi Gotabaya Rajapaksa iktidardan kovuldu.

Bu arada daha düşük nüfuslu ülkelerde de popülizm darbe yedi. Latin Amerika’da görece küçük ülkelerin başına sol popülist retoriki reddeden, sosyal ve ekonomik halkçı uygulamalara ılımlı biçimde yönelen başkanlar geldi. Ayrıca Avrupa ‘da, Slovenya’da radikal sağcı politikacılardan Janez Jansa 2022’de seçimleri kaybedip iktidardan ayrıldı. 2023 yılında sırada Erdoğan’ın Türkiye’si ve Kaczynski’nin Polonya’sı var.

Popülizmin gerilediği ülkelerden söz ettik. Şimdi bir de, yine aynı dönemde radikal sağ popülizmin ilerlediği ülkelere göz atalım. Öncelikle Macaristan Başbakanı Orban, 2022 seçiminden yengiyle çıktı ve AB’nin baş ağrısı ve sıradan demokrat Macar yurttaşının baş derdi olmayı sürdürdü. Öte yandan yine geçen yıl yapılan seçimlerde İtalya, İsrail ve İsveç gibi nüfusu düşük ama nüfuzu yüksek ülkelerde radikal sağ popülizm kazançlı çıktı. İtalya’da başbakanlığı elde etti; İsrail’de iktidarın sürükleyici gücü, İsveç’te ise en çok oy almakla birlikte merkez sağcı başbakanın destekleyicisi konumuna yükseldi. Fransa’da gerçi Macron, Cumhurbaşkanlığı uç sağcı Le Pen’e kaptırmadı ama parlamento radikal sağcı popülistlerle doldu.

Otokratlar ve yarattıkları sorunlar

Popülist rejimler kibarca “gelişmekte olan ülkeler” olarak nitelenen sosyopolitik ortamlarda genel olarak “tek adam” rejimi üretiyorlar. Bunlar arasına aslında fanatik Hindu otokrat Narendra Modi’nin Hindistan’ını da katmak gerek. Polonya ve Türkiye’nin tek adamlarına yukarıda, popülizm bahsinde değindik. Bir başka kategoride de popülizme gerek dahi duymayan otokratlar var: Rusya’da Vladimir Putin ve Çin’de Xi Jinping.

Çin ve Hindistan’da tek adamları yerinden edebilecek sorunlar şimdilik yok. Putin ise bir tür bataklığa saplanmış durumda. NATO vaktiyle Gorbaçov’a verdiği rivayet edilen sözü tutmayıp, zaten batıdan sınırına dayandığı Rusya Federasyonu’nu Ukrayna aracılığıyla da güneyden kuşatmaya kalkınca savaş başlamıştı. Batı’nın istediği de muhtemelen Rusya’nın böyle bir batağa saplanması ve son dönemde eski Sovyet İmparatorluğu’nu ihyaya yeltenen Putin’in yıpranmasıydı. Konumuz Rusya’nın tek adamı değil; o nedenle Batılı emperyalist güçlerin Putin’i zayıflatma uğruna Ukrayna’yı gittikçe daha fazla silahlandırıp daha çok kan dökülmesine yönelmelerini belirtmekle yetinelim.

Gelelim Türkiye’deki “tek adam”a. Mayıs ayında yapılacağı -resmen olmamakla birlikte- karar altına alınan seçimde tek adamın yerinde kalmasının kolay olmayacağı biliniyordu. Bu tek adamın da demokrat olmadığı, koltuğundan kalkmamak için meşru yolları zorladığı, hatta seçimi kaybettiği veya kaybedeceği belli olursa daha da ileri gidebileceği öne sürülüyordu. Ama bu arada beklenmedik bir şey oldu ve tek adam rejiminin zaten çoktan dökülmüş olan boyası iyice aktı.

Türkiye’nin tek adamı ve deprem felaketi

Türkiye, 6 Aralık Pazartesi günü, güneyinde ve güneydoğusundaki 10 ili birden etkileyen iki çok şiddetli depremi 9 saat aralıkla yaşadı. Olan biteni tüm yurttaşlar gördü. Daha ilk saatlerde AKP Sözcüsü Ömer Çelik “Cumhur İttifakı tüm gücüyle sahadadır” dedi; ama söz konusu siyasal ittifak ortaya yalnızca başkaları tarafından getirilen yardımları engellemek için çıktı. ABD’de yapılan Turken gökdelenine para transferi için aracılık etmiş Kızılay ile ilkokuldan doktoraya kadar sadece ve sadece İslami eğitimden geçmiş bir kişinin yönetimindeki AFAD kimsenin güvenine sahip olamadı; yeteneksiz ve yetersiz kaldılar. Oysa Cumhur İttifakı’nın derdi, her türlü yardımın kendileri tarafından yapıldığı algısının yayılmasıydı. Bu uğurda neler yapılmadı ki? CHP’li Bodrum Belediyesi’nin yardımını taşıyan kamyonun üzerine “Muğla Valİliği” etiketi bile yapıştırıldı. Yardım, iktidardan olacaksa kabul edilecek; yoksa yardım falan yapılmayacaktı. Ne var ki iktidar bu kez enkazdan, “Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla” dahi doğru dürüst kimseyi çıkaramadı. 

Türkiye halkı geleneksel olarak askerine güvenmiştir; “millet-asker el ele” sloganı kuşaklarca içselleştirilmiştir. Cumhuriyet, Atatürk’ün ve bir avuç komutanın bir ordu düzenine soktuğu askerler tarafından kurtarılmış topraklar üzerinde kurulmuştur. Ne var ki, aynı askerlerden oluşan düzenli birlikler, AKP’nin ve gerici siyasal güçlerin en çok çekindiği kesimlerdir. Askerin halkla temas etmesine engel olmak için  “Emasya” protokolü iptal edilmiş, ordunun sivil halka yardım kanalları kesilmiştir. Esasen bu son felakette de enkaz altından inlemeler duyulurken milli silahlı güçlerin depremzedelere erişimi engellenmiştir.

Sonuçta “şahsım devleti” çareyi üç ay boyu bu bölgede OHAL ilan etmekte buldu. İşine yarayacak mı; bilemem. Kuşkusuz ki partilerin bu bölgede propagandası kısıtlanacak, bir kişi Cumhurbaşkanı şapkasıyla tek başına at koşturma, hatta muhalefete parmak sallama hakkına sahip olacaktır. Öte yandan millete bu sıkıntılı günlerde “güçlü ve kudretli bir reisin kanatları altında birleşme” çağrısı yapılacaktır. Bu felaketten ve onu izleyen resmi organizasyon faciasından sonra iktidar bu manevralardan eskiden olduğu kadar yararlanabilir, buradan eskisi gibi oy alabilir mi; bilmem. Bu bağlamda bana, Soma’da 301 madencinin “fıtrat gereği” toprağa gömülmesinden ve isyan edenlere tekme tokat girişilmesinden sonraki seçimde AKP’nin burada aldığı yüksek oy oranını anımsatanlar var. Bu kez de “kader planı” karşısında boyun bükülür mü acaba?

Şurası kesin ki, seçime kadarki süreçte iktidara, “iletişim vergisi” adı altında kalıcılaştırılan ve tutarı 100 milyara yaklaşan deprem vergisinin hesabı sorulacak. Toplanma alanlarının imara açılmış olmasının gerekçesi merak edilecek. Salt para toplamak için kusurlu binalara imar affı çıkarılmış olması konusu gündeme getirilecek. AKP-MHP radikal sağ popülizmi ve tek adam rejimi yine de sürebilir mi; yoksa bu kadar yurttaşımızın canına mal olan deprem, küresel radikal sağcı popülizmin -tüm dünyanın artık daha da çok gözlerini dikmeye başladığı- bu kalesini düşürebilir mi? Göreceğiz.

*Kleptokrasi ya da yağma düzeni, bir ülkede iktidarı ele geçiren bir ailenin ya da siyasal veya dinsel grubun, o ülkenin kaynaklarını sistemli olarak soyması.

**  Nepotizm, akraba kayırma veya adam kayırma, öznel ve adil olmayan şekilde yapılan ayrımcılık.