Başlıktaki deyiş gerçekten geçerlidir, ama bir koşulda: sosyokültürel zemin de belirli ölçüde elverişli olmalı. Çünkü popülizm, kutsala dayalı hamaset, palavra ve yalanlarla yapılır; ama bir de bunlara inanmaya hazır seçmen yığınlarının varlığına ihtiyaç duyar. Bu iki unsur, günümüzde endişe verici ölçüde çok sayıda ülkede bir araya geliyor. Belki de bu nedenle, nerede bir seçim olsa gözlemciler önce sonucun popülistler açısından kazançlı mı yoksa kayıplı mı olduğuna bakıyor.
Dünyada popülizme gidiş
Büyük Britanya’nın, seçmenin yalan argümanlarla kandırılması sonucu AB’den çıkışından (Brexit) ve “baş popülist” Trump’ın ABD Başkanlığına seçilişinden sonra popülist politikaların karşı konulamaz bir tsunami olduğu kanısı yerleşmek üzereydi. Ancak, Fransa başkanlık seçiminde Macron’un popülist Le Pen’i açık farkla yenmesi, popülizmin durakladığı algısı uyandırdı. Oysa bu, rahatlatıcı ama gerçeğe denk düşmeyen bir algı. Çünkü popülizm gerilemiyor; popülist liderlerin Batı’da iktidarda bulunduğu ABD, Macaristan, Rusya –bir ölçüde Polonya- ve Türkiye dışında, var olduğu tüm ülkelerde, iktidara gelememiş olsa da güçleniyor.
Güney Avrupa, Berlusconi’nin popülist Forza Italia deneyiminden geçmiş İtalya’daki Beş Yıldız ve Yunanistan’daki Altın Şafak dışında, popülizme göreceli bir bağışıklık edinmiş durumda. Ancak kimsenin sözünü etmediği İskandinav ülkelerinin her birinde, radikal sağcı popülistler ya 2. ya da 3. parti konumunda. Hollanda’da İslam düşmanı meşhur Wilders’in partisi PVV Mart’taki seçimde iktidara geçemedi ama çok güçlendi ve tabanını kaptığı sosyal demokrat parti PvdA’yı marjinalleştirdi. Avusturya’da, FPÖ’nün adayı cumhurbaşkanlığını kıl payı kaçırdı. Fransa’da Le Pen’in Ulusal Cephe’si yasama meclisinde yer aldı ve yine Sosyalist Parti’nin küçülmesiyle saflarını güçlendirdi. En son Almanya’da AfD ülkenin 3. partisi konumuna ulaştı. Popülist radikal sağın büyüdüğü her yerde sol küçülüyor; çünkü genelde soldaki partilere oy veren düşük eğitimli emekçi seçmen, popülist argümanlara toplumun diğer kesimlerinden daha duyarlı. AB içinden Polonya’daki, AB dışından örneğin İsviçre’deki popülistlerden veya Hindistan’da Modi’den, Filipinler’de Duterte’den; Latin Amerika’dan örnekler verilebilir. Biz kendimize ve daha iyi tanıdığımız ve bildiklerimize bakalım.
Popülizmin göstergeleri ve yöntemleri
Trump ve Büyük Britanya’daki popülist parti UKIP’in eski lideri Farage birer popülist. Onlar da, diğer popülistler gibi, “gerçek halkı” veya “sessiz çoğunluğu” sadece kendilerinin temsil ettiği savında; tıpkı bizdeki “milletin adamı” gibi. Farage, Brexit referandumundan sonra “gerçek halkın zaferini” ilan etti; ona göre AB’de kalmak isteyen %48’lik kitle gerçek Britanyalı sayılmıyordu. Bizde de Erdoğan’ın kazandığı her seçimden sonra kazanan “millet” olmuyor mu? Popülist lider, kimin gerçek halk/millet olduğuna hep bizzat karar verir. Bu yönüyle popülizm, çoğulculuğun reddini ifade eder. Popülist liderlere göre, bir kendileri gibi düşünen gerçek halk vardır bir de ötekiler.
Anglosakson popülizminde “tek başınacılık (unilateralism)” belirgindir. Trump’ınki “America first (önce Amerika)” sloganında, Büyük Britanya Brexit’çilerinki de “AB bizi sömürüyor” söylemlerinde dile gelmiştir. Bu eğilim, genelde anti-elitizmin bir türevidir. Nitekim Avrupa popülistlerinde AB elitlerine ve giderek AB’ye karşı oluşan tepki, bizim popülistlerde somut ifadesini “elitizm sembolü” kabul edilen “monşer” karşıtlığında ve Batı düşmanlığında bulur. “Okumuş adama” ve “mektepliye” kızgınlığı, popülist lideri her yerde –sözde- halk gibi konuşmaya veya öyle konuştuğunu sanmaya yöneltir. Birleşmiş Milletler kürsüsünde bir başka devlet başkanından “roket adam” diye söz ederken ABD diplomatlarını utandıran Trump ile aynı Trump’a hitap ederken “al bendeki papazı, ver sendeki papazı” şeklinde bir diplomasi öneren Erdoğan, söz konusu olgunun tipik örnekleridir. “İnlerine gireceğiz” gibi bir sokak ağzı tehdidi, Putin Çeçen teröristlere, Erdoğan ise FETÖ’ye karşı savurmuştur.
Popülizme, sözcüsü olduğunu ilan ettiği bir “kutsal değer”, bir “dava” veya halk adına savaştığını savunduğu bir ”negatif değer” veya “düşman” gerekir. Popülist lidere siyasal program gerekmez; o kendi kutsalı, davası ve değerleri ekseninde palavra ve yalanlarla örülü bir söylem üretir ve onu kendine inanmaya “hazır/hazırlanmış” kitlelere sunar. Söz konusu temalar çok özetle şöyle biçimlenir:
-Şanlı tarihin anlatımı ve geçmişteki “altın çağ”a dönüş. Kırım’ı Ukrayna’dan alıp Rusya’ya ilhak eden Putin, kitleleri Rus-Sovyet İmparatorluğu’nun ihya etme hayaliyle dalgalandırırken; Orban Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’na, Erdoğan Osmanlı İmparatorluğu’na özlemi körükleyen birer söylem benimser.
-Milliyetçilik ve onun göç alan ülkelerde antitezi olan “sığınmacı ve yabancı düşmanlığı” ve dolaylı olarak “İslamofobi”. Bunlar; ABD’de Trump’ın, Almanya’da AfD’nin, Fransa’da Ulusal Cephe’nin, Hollanda’da PVV’nin, Avusturya’da FPÖ’nün en büyük etkinlik ve kışkırtıcılıkla işledikleri temalardır.
-“Dava” dediği Cumhuriyet’i yıkma mücadelesi ve dincilik/ümmetçilik konusu, Erdoğan’ın -diğer Batılı popülist liderlerden farklı olarak- fazladan sahip olduğu bir sömürü alanıdır. Onun da bunu tepe tepe kullandığı biliniyor.
Gerçeklerle zıtlaşma
Yığınların; kavram sömürüsü, palavra ve yalanlar karşısında nasıl olup da sessiz kaldığı konusunu açıklamak da olanaklı. Popülist lider, mevcut iktidarın muhalifi konumunda ise, kitlelerin protesto gizilgücünü düzene karşı popülist bir söylemle kanalize ederek kabul görmeye nispeten yakın olur. Ancak iktidarda olan popülist liderlerin gerçek dışı söylemlerini ve toplumun bütününe ve bütünlüğüne zarar veren uygulamalarını nasıl kabul ettirebildiklerine göz atmak ilginç olacaktır.
Bunlardan Trump, esasen olmadık sözler ediyor, ama ABD’deki sağlam kurumsal yapı sayesinde tasarıları filtreden geçiyor ve bunların önemli bir kısmı uygulamaya dönüşmüyor. Ancak Macaristan, Rusya ve Türkiye’de seçmenin “bilinçli” davranabilmesine izin vermeyen bir sistem yürürlükte. Biliyoruz ki, Türkiye’de AKP iktidarı tüm enerjisini seçmen bilincinin oluşmasını önlemeye yöneltmekte. AKP’nin politikası; seçmenin gerçeği öğrenmemesini, doğruyu bilmemesini, yalanlarla beslenmesini ve uhrevi alemle oyalanmasını sağlama almak üzerine kurulu.
Yalanlar neler mi? Ahır yapılan camiler, laik Cumhuriyet korkusundan tarlada saklanan Kuran, Müslüman’a zulüm, Kabataş bacısı, asrın lideri, son 15 yılda demir ağlarla örülen ülke, Türkiye’yi kıskanan Avrupa, 15 Temmuz’da tankın borusuna tıkanan paçavra, ülkemize kasteden dış güçler ve de şimdilerde “her derde deva, kullanışlı” FETÖ… Bunlar, yinelene yinelene gerçek dışılığın ve yalanın, sıradan yurttaşın zihninde kalıcılaşmasına yol açan mitoslardır. Bunlar ve -daha az kaba saba olmak kaydıyla- benzer uydurmalar tüm popülist liderlerin heybesinde bolca var. Özetle AKP; Türkiye’de, bilmemenin ve öğrenmemenin süreklileşmiş hali olan “cehalet” var olduğu için iktidarda.
Popülist liderlerin egemenlik sürdüğü Türkiye, Rusya, Macaristan’da, oyları şovenizmle/dinbazlıkla veya yabancı ve terör korkusuyla rehin alınmış bir kesim seçmenin, olan biten karşısında görece tepkisizliğini sürdürebilmesi için gerçeklerle yüz yüze gelmemesi gerek. İşte iktidarın yörüngesine sokulmuş gazeteler ve televizyonlar, vergi terörüyle korkutulup esir alınmış medya grupları bu durumlar için var. Yine de sözgelimi hoşa gitmeyen bir gerçek, sosyal medya veya ele geçirilememiş iki üç muhalif gazete ve kanal tarafından çok mu dile getiriliyor veya yazılıp gösteriliyor? O vakit de yayın yasağı var; sosyal medyaya erişim kısıtı var. Anayasanın ve anayasal kurumların bir kenara itilmesiyle uydulaştırılmış yargı marifetiyle etkin muhalefet odakları susturulur. Yineleyelim ki, bunları yalnız Türkiye’de görmüyoruz. Rusya ve AB’nin endişeli bakışları altında AB üyesi Macaristan da böyle yapıyor; Polonya deniyor. Bütün “önlemlere” karşın, örneğin Türkiye’de, seçim günü sandıktaki seçmen sayısı ve oy tablosu “istendiği gibi” çıkmıyorsa, o zaman da devreye bize özgü bir silah olarak YSK sokuluyor.
Popülizm doğru politikayı kovuyor
Gerçekte kabaran ve önünde durulamaz bir popülist dalga imgesi abartılı. Örneğin ABD’de Trump’ın seçimi ve Büyük Britanya’da popülizmin desteklediği Brexit, önemli ölçüde kurulu düzen muhafazakarlarının eseri. Bu iki olay da, yerleşik düzenin katkısı olmaksızın salt popülist söylemle gerçekleştirilemezdi. Hollanda ve Fransa’da seçim yoluyla iktidara gelemeyen popülist radikal sağ, sığınmacı karşıtı önlemlere zorladığı iktidardaki veya iktidara yakın yerleşik düzen muhafazakarları aracılığıyla zaten hükümetin uygulamalarını yönlendirmiş oldu. Hollanda’da merkez sağcı Başbakan Rutte popülist Wilders’in, İngiltere’de muhafazakar Theresa May popülist UKIP’in söylemini benimseyerek seçim kazandı. Popülizm, aslında mevcut konjonktürde kaybetmiyor; daha doğrusu seçim kaybettiğinde bile siyasal alan kazanıyor. Öte yandan popülizm, döneme ve bağlama göre değişen toplumsal sorunlar aracılığıyla kendini yeniden üretme yetisine sahip.
Sonuçta yerleşik düzen, iktidarı radikal sağ popülizme kaptırmamak için kendi seçmen çoğunluğunun sağcı ve köktenci konumlanmalara yönelmesine alet oluyor. Nitekim ülkemizde de sosyal demokrat kimlikli muhalif parti liderinin, kendi seçmen potansiyelini korumak ve yeni seçmen edinmek amacıyla -sağcı popülist AKP lideri gibi- dinsel duyarlılıklara, milliyetçi eğilimlere yatkınlık göstererek seçmen genelinin bu yöndeki koşullanmasına yol açtığı gözlerden kaçmıyor.
*Aydın CINGI
Siyaset Bilimci,
SODEV Önceki Başkanı
acingisdv@gmail.com