kabatas-yalani_747036

Aydın CINGI – Bir Varmış Bir Yokmuş; Günlerden Bir Gün Kabataş Bacısı…

Yıl 2013! Gezi sonrasında zamanın Başbakanı, yine herkese ayar verdiği bir konuşması sırasında, Kabataş Bacısı’nın başına gelenleri bir sonraki Cuma günü kamuoyuna görüntülü biçimde açıklayacağını söyledi. Aradan kaç cuma geçti bilmiyorum; ama o görüntüler ortaya hiç çıkmadı. Görüntü çıkmadığı gibi, “ben gördüm” diyen gazeteciler de sonradan iddialarından vazgeçtiler; ama konu gündemden yine de bütünüyle düşmedi.  Hala işe yarıyor; hele tam da yeni bir seçim öncesinde soğanın kilosu 6-7 liraya yükselince.

Eğitimli düşmanlığı

Geçenlerde Damat Berat, Cumhurbaşkanı dünyadan aya iki şerit yol döşeyeceğini söylese buna inananların çok olacağını söylüyordu. Üzerinde pek de durulmayan bu övgü yollu böbürlenme, aslında mevcut iktidarın, bir yanda yönetenlerin palavracılığı diğer yanda da ona inananların aşırı saflığı üzerine kurulu olduğunun itirafıydı. Gerçekten de koskoca bir ülkenin yazgısı, son on yılda oluşturulmuş şekilsiz ve kuralsız bir kent-kasaba toplum kesiminin, kendine benzediği için canla başla desteklediği yetersiz bir popülist kadronun ellerine teslim edilmiş durumda. 

Akepe’nin Ankara Büyükşehir Belediye Başkan adayı hainlerin hep okumuşlar arasından çıktığını, ne olumluluk varsa İmam Hatip’te olduğunu söylüyor. Öte yandan iktidarın başı da Kadıköy’e, Beşiktaş’a, Çankaya’ya, Karşıyaka’ya kızgın; çünkü dünya yıkılsa buralarda yaşayanların umurunda olmazmış. Aslında kızgınlığının nedeni çok belli. Çünkü oralardan partisine oy çıkmıyor.

2015 yılı itibariyle Türkiye’nin en eğitimli ilk üç ilçesi ve seçmenlerinin ortalama eğitim süresi şöyle sıralanıyor: Kadıköy (9,3 yıl); Çankaya (9,3 yıl); Beşiktaş (9,1 yıl). Korelasyon açık değil mi? Seçmenin eğitim süresi ile Akepe’ye oy verme eğilimi arasında ters orantı var. Gelin salt İstanbul’u ele alalım. Seçmeni en eğitimli olan ilçeler sırasıyla Kadıköy, Beşiktaş, Bakırköy, Sarıyer, Adalar. Hepsinin belediyesi CHP’li. En düşük eğitimli üç ilçe Sultangazi, Arnavutköy, Sultanbeyli. Hepsinde de Akepe egemen.

Sakın burada gündeme, o ağızlarına pelesenk ettikleri “benim oyum, çobanın oyu…” teranesini getirdiğim sanılmasın. Açık ve kabul edilmesi kaçınılmaz olan gerçek şu: Seçmen, eğitimi artıp gerçeği görmeye yaklaştıkça Akepe’den kaçıyor. Bir başka deyişle, “iktidar cehaletten besleniyor.” O nedenle de, seçmenin “bilmeme ve anlamama” durumunu, dinciliğe ve medyaya da abanarak, ne yapıp edip sürdürme çabasındalar.

Türkiye yönetilemiyor

Ülke yönetilemiyor; çünkü yönetme konumundakiler, yukarıda sözü geçen eğitimlilere düşman;“liyakat” kavramıyla araları çok kötü. Ne ki kendilerinin ve yandaşlarının da yönetme kapasiteleri hiç mi hiç yok. Bu yoksunluğu kaba güçle; korkutarak, sindirerek ve zulmederek gidermeye çabalıyorlar. Olmuyor. Toplumun beyin gücünü ve maddi birikimini eritip duruyorlar. Döngü yalanla, aldatmacayla, yurttaştan her bahaneyle kesilen haraçların yandaşa dağıtılmasıyla gerçekleştiriliyor. Bunlar zaten her yerde yazılıp söylendiğinden ve esasen bunların söylenip durması da bir işe yaramadığından bırakalım burada da yakınmayı! Karşımızda olağanüstü pişkin bir kadro var. Biliyoruz ki, büyük dinci bilgin Hayrettin Karaman’a göre“yolsuzluk hırsızlık değildir”.  Ayrıca, değerli düşünür Metin Külünk’ün deyişiyle, “insanları günah işleme özgürlüğünden alıkoymaya kalkışmak” da kimin haddine?

Önümüzde yerel seçimler var. İktidarı ve yanaşmalarını bir telaştır aldı. Çünkü anayasa ve yasaları o kadar çiğnediler ve o kadar çok suç işlediler ve işliyorlar ki, “seçim” Akepe ve “ittifak” için artık sadece “seçim” değil; bir varoluş sorunu. Korkunç ekonomik durumu seçmenin gözünden kaçırmak amacıyla olmadık cambazlıklar yapılıyor.  İşte bu vesileyle yine Kabataş bacısı ve diğer türbanlı bacılar ortaya çıktı. Onlara yan baktığı öne sürülen Deniz Çakır ifadeye çağrıldı. Ezeli ve ebedi mağduriyet konuları yine beliriverdi. Bir salona toplanıp siyasal İslam’a laf çakmaya cüret eden iki yaşlı sanatçı sorguya çekildi. Öyle ya; CeHaPe zihniyeti az mı çektirdi bu Müslümanlara! Bu arada, Akepe’nin başının hem iktidar olarak icraat yapıp hem de muhalefete soyunarak bizzat yaptığı icraatı eleştirmesiyle  kampanya iyice renklendi. Onda, söylemine bakan sosyalist ve çevreci, eylemine bakan kapitalist ve betoncu görüyor. Böylece her iki taraf da mutlu oluyor. Olmasa da lafla vakit geçiyor; soğan fiyatı gözden kaçıyor.

Öte yandan muhalefet, dış politika adı altında yapılan iç politikaya dönük “gömeceğiz”, “başlarına yıkacağız” edebiyatına da gereğinden fazla dahil oluyor. Sağı solu belli olmayan Trump adlı muhteremin zırvalarına kanıp “milliyetçilik” bahanesiyle iktidarın yanında saf tutmak, ekonomik sorunları gözden kaçırmak ve onların ekmeğine yağ sürmek olur. Gerçekten ülkesini bilinçle seven bir yurttaşın Akepe iktidarı ile ortak bir çıkarı bulunamaz. Muhalefet hiç bir gündem saptırmasına aldırmamalı; doğrudan doğruya işin kalbine, yani sokaktaki insanın cebiyle ilgili sorunlara odaklanmalıdır. Yerel seçimler iktidar değişimine yol açmayacaktır. Ancak muhalefet açısından elde edilecek olumlu sonuçlar, Akepe/Mehape pervasızlığını bir ölçüde olsun dizginleyebilecektir.

İktidarın aklı varsa seçimde hileye başvurmaz

Trafolara giren kedilerden başladık; yürürlükteki yasaya karşın mühürsüz oyların geçerli kabul edilmesiyle ilerledik; en son cumhurbaşkanlığı seçiminde de Kürt bölgelerindeki sandıklardan toplu halde MHP oyu çıkarttık. Başbakanlıktan ayrılmadan cumhurbaşkanlığı seçimine girmekten, vergilerimizle beslenen devletin tüm olanaklarının Akepe’nin ve onun adayları lehine kullanılmasından söz etmiyorum bile. CHP bunların hiçbirine gerekli tepkiyi gösteremedi.

Bu kez de Akepe’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı kampanyasını TBMM Başkanı olarak yapıyor. Öte yandan kulağımıza yoğun seçmen transferleri geliyor. Nasıl olsa alamayacaklarından ya da çok büyük farkla alacaklarından emin oldukları seçim bölgelerinden “bıçak sırtı” seçim bölgelerine kendi seçmenlerini kaydırıyorlar. Pişkinlik o ölçülerde ki, Rizeli hemşeriler tam da seçim döneminde spor yapmaya Üsküdar’a geliyor. Siirt’te bir apartman dairesine 700-800 seçmenin kaydedildiği keşfediliyor. Bu rezaletler yüzlerine vurulduğunda da gülüp geçen Akepeliler çoğunlukta. Ulukışla’da seçmen sayısının nüfus toplamından fazla olduğu saptanınca ilçenin girişindeki tabela bir gecede değiştirildi; nüfus 1.500 kişi arttırıldı. Bu derece artık…

İktidarın aklı varsa bu hilelere bir son verir veya –hileye hiç başvurmamak elinden gelemiyorsa bile- en azından ölçüyü kaçırmaz. Esasen son iki seçimde -ki ilkinde rejimin niteliği değişti ve ikincisinde ülkenin yazgısı tek adamın eline bırakıldı- sonuçlar şaibeliydi. Yurttaşların önemli bir bölümünde “siyasal İslam”ın ülkeye hileyle el koyduğu ve artık ne yapıp edip iktidardan ayrılmayacağı kanısı egemen.

Ben bu iktidara muhalifim; ancak ülkemi seviyorum ve bu rejimin ülkemin yıkılmasına neden olmasını istemiyorum. O nedenle, bu satırlarda duygularımı bir yana bırakıp yalnızca sosyoloji, siyasal tarih gibi dallarda okuyup öğrendiklerim ışığında nesnel bilgi sunmaya çalışıyorum. İktidara boyun eğmeyen insanların çoğu, kendilerini mutsuz ve baskı altında hissediyorsa ve bu durumu barışçı yollardan yani hilesiz hurdasız seçimle değiştiremeyeceği duygusuna kapılıyorsa önünde iki tepki seçeneği belirir: Ülkeyi terk edip gitmek; ancak bunu yapamıyorsa, küsmeye veya hınç biriktirme sürecine yol açan bir isyan duygusuna kapılmak. Bunların olmasına meydan verilmemeli.

Dolayısıyla siyasal İslam’ın partisi, yurttaşın iktidarı hilesiz bir seçimle barışçı yoldan değiştirebileceği duygusunu yok etmemeli; ona, böyle bir seçeneğin önünü tıkadığı izlenimini vermemelidir. Böyle yaparsa hem ülke az çok normalleşir, öngörülebilir bir geleceğe sahip olur; hem de toplumun en az yarısında birikmeye başlayan hınç, öfke patlamasına yol açacak boyutlara varmaz. Bazı fizik kuralları siyaset biliminde de geçerlidir. Tencerenin içindeki suyu çok fazla kaynattığınız takdirde, ne kadar bastırırsanız bastırın, kapağı yerinde tutamazsınız. Size seçim kazanmakta şimdiye değin yarar sağlamış olan kutuplaştırma, artık toplumun tümüne onulmaz zararlar verecek aşamaya geliyor. Dürüstlük, siyasal ahlak falan gibi kavramlara aldırılması beklenmiyor; ama hiç değilse potansiyel tehlikeyi öngörecek sezgiye sahip olunmalı.

*Aydın CINGI
Siyaset Bilimci
acingisdv@gmail.com