Başlıktaki soru henüz yanıtsız dururken içimden başka bir konuyu ele almak gelmiyor. Okurlar bilir; genellikle analize dayalı, olabildiğince bilgilendirici yazılar sunmaya çalışırım. Ancak itiraf etmeliyim ki, bu kez o türden bir yazı yazamayacağım. Haksızlığa, yüzsüzlüğe, özetle kötülüğe karşı hissettiğim isyan duygusu ve ülkemi kötülükten koruma güdüsü beni soğukkanlı bir irdeleme yazısına girişmekten alıkoyuyor.
İyilerle kötülerin kavgası
Hiçbir insanın veya topluluğun yüzde yüz iyi olamayacağı söylenebilir; doğru! Ama bir başka tarafın katışıksız kötü olabildiği ise gerçektir. Seçim yolunda şu son dönemece bir göz atalım.
İyiler iyi işler yaptılar. 15 milletvekili aracılığıyla İyi Parti’ye de seçime katılabilme yolunu açtılar. İttifak oluşturarak barajı geçme olasılığı bulunmayan muhalif partilerin oylarının da geçerli olmasını sağladılar. Radikal dinci sağın panzehirini daha az radikal dinci sağda aramaktan vazgeçip kendi içlerinden uygun cumhurbaşkanı adayları çıkardılar.
Kötüler ittifakı ise şaşkın. AKP’li Elitaş İyi Parti için “artık gelecek seçimlere hazırlansınlar” diye dalga geçerken, 15 CHP milletvekili söz konusu partinin seçime girmesini güvenceye aldı. Reisleri pek üzgün; “YSK acele etmeliydi” diye hayıflandı. Rakibi yarışa sokmama çabasını açıkça belli etti. Esasen rakip yarışçılardan biri, hakkında hiçbir mahkumiyet kararı bulunmamasına karşın tutuklu; yarışa fiilen katılamıyor. Oysa adaylardan en çok konuşanı –rakiplerininki de dahil- tüm toplumun vergilerini kullanarak kamu olanaklarıyla meydana çıkarken, onun rakiplerinin yarışa girmesi ya yasaklanıyor ya da yarışırken elleri kolları bağlanıyor; seslerini seçmene duyurmaları engelleniyor.
Ne var ki, iktidarın kullanageldiği popülist argümanlar bu kez geçerliliğini yitiriyor. Dünyadaki ve Ortadoğu’daki gelişmeler, elliden fazla şehidin kanı pahasına propaganda malzemesine dönüştürülmüş “Afrin destanı”nı geçersiz kılıyor. Gazze’deki İsrail aşırılığını protesto etmek için düzenlenen miting artık kitleleri sürüklemiyor. Bir gün önce, TBMM’de, muhalefetin İsrail ile ilişkileri dondurma yolundaki önerisinin AKP/MHP oylarıyla reddedildiğini gözü kapalı yandaşlar dışında bilmeyen; AKP’nin derdinin, mazlum bir halkı savunmaktan çok onun üzerinden oy devşirmek ama bu arada da akçalı işlerini de kollamak olduğunu anlamayan yok.
Cumhurbaşkanı, 16 yıllık iktidarı süresince yapmadığı ve yapmaya asla yanaşmadığı icraatı, aday olarak toplumun beğenisine sunuyor: Adalet gelecekmiş, demokratlaşacakmışız… siyasal kimliğiyle yan yana gelmemiş ve gelemeyecek bir dizi soylu kavramı, 16 yıllık iktidardan sonra “manifesto” adı altında sunduğu bir belgede art arda sıralıyor; komik olmayı bile göze alarak!
“Tek projeleri beni indirmek” diyor
Muhalefet partilerinin tek projesi, kuşkusuz ki, Erdoğan’ı indirmek değil. Ancak onların Türkiye için oluşturdukları projelerin Erdoğan iktidardan inmeden gerçekleşemeyeceği de kesin. Erdoğan belli manivelaları elinde tuttukça ülke için olumlu hiçbir gelişmenin olmayacağı çok belli. Öyle ki, ben şahsen Erdoğan’ın indirilmesini esas -ve hatta tek- projem olarak görüyorum. Türkiye, ancak o siyaset sahnesinden çekilirse düzlüğe çıkabilir; doğru yola girer ve projeler o vakit yapılır ve gerçekleştirilir. Siyasal İslam’ın koyu gri ortamında yolsuzlaşan ve mutsuzlaşan Türkiye’nin yüzü ancak o giderse yeniden gülebilir. 16 yıldır tüm değerleri aşağılanan, atalarına küfredilen, yalanlarla yandaş kitlelere hedef gösterilen benim ve de benim gibilerin içi ancak o giderse aydınlanabilir.
Aslında bizim projemizin tek ve sınırlı bir amaca yönelik olmasını eleştiren kişinin de aklında tek bir proje var: Bulunduğu yerden inmemek. O yolda pek çok şey değil her şey yapmaya hazır olduğu belli. Esasen bir süredir bana yöneltilen “Hocam bunlar seçim kaybetseler de gitmez değil mi?” türünden korkulu soruları da hep bu bilinçle yanıtladım: “Bal gibi giderler, ama mızrağı çuvala sığdıramayacak ölçülerde yenilirlerse”. Somut anlatımla “1-2 puan aleyhe farkı ne yapıp edip – daha önce de örneği görüldüğü üzere- düzletebilirler de, hile hurda ile telafi edilemeyecek bir fark olursa pek bir şey yapamazlar; zaten bu da, seçim sandığından önce sokakta hissedilebilecek bir sosyal ve politik iklimin ortaya çıkmasıyla kendini belli eder” derdim. Galiba o iklim beliriyor.
Rüzgar tersine dönme belirtileri gösteriyor ki, yıllardır başkalarının cehaletinden beslenen cahillerin dilleri ve ayakları birbirine dolanıyor. Seçim sloganları bile aleyhlerine döndürülebilir türden. Şimdilerde kullandıkları “yeniden diriliş” sloganı zaten ölmüş olduklarının itirafı niteliğinde. Dediklerine bakılırsa 24 Haziran’da “vesayet bitecekmiş”. Doğrusu ben de o tarihte Erdoğan vesayetinden kurtulmayı bekliyor ve bunu umuyorum. Ayrıca bu arada karşıtlarına “Tamam”, “Sıkıldık” türünden sloganlar sunmaya devam etmelerini de diliyorum.
“Dava”ları Cumhuriyeti yıkmak
Beton ve çelik karışımı yapılar, AKP’nin 16 yılından kalacak nadir maddi uygarlık göstergeleri. Onları da, hepimizi ve hatta gelecek kuşakları borçlandırarak yaptılar. Kendilerinden önce hiçbir iktidarın, hele Cumhuriyetin kurucularının dikili ağaçları bulunmadığını öne sürüyorlar. İsraf ekonomilerini sürdürebilmek için savıp sattıkları tüm fabrikaların, tüm iktisadi kuruluşların kimler tarafından oluşturulduğunu bilmezden geliyorlar. O kadar izansız ve ölçüsüzler ki; olumlu ne varsa onların, olumsuz ne varsa dış güçlerin, CHP’nin…
Bu iktidarın maliyetinin, önemli küresel odaklar gözünde, kullanışlılık değerini aşıp aşmamış olduğunu bilemiyoruz. Çok kötüledikleri ama –kritik dönemlerde- ufaktan sırta dokunuşlarından yararlandıkları “dış mihraklar” onları hala kolluyor olabilir. Ancak Türkiye’ye maliyetleri çok yüksektir. 16 yılda tarümar etmedikleri kurum ve yapılanma kalmadı. Siyasal İslam’ın Türkiye kolu olan AKP Rejimi, kuşkusuz ki, uzun dönemde ayakta kalamayacaktır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti, telafisi olanaksız yitim ve yıkımlara uğramamak için bu kadrodan en kısa sürede, olabilirse hemen bu seçimde kurtulmak zorundadır.
Kurtulmalıdır ki, yurttaşlarımız bağıra bağıra Onuncu Yıl Marşı’nı, İzmir Marşı’nı söylesin. İzmir Atatürk Lisesi’nin müdürü geçenlerde öğrencilere İzmir Marşı’nı okul bahçesinde söylemeyi yasakladı. Gerekçesi ise bu marşın “siyasal” bir nitelik taşıması, “taraf”lardan birinin karşı “taraf”a haykırdığı bir sesli simge niteliğinde olmasıydı. Demek ki herkes gibi müdür beyin de zihninde şu kutuplaşma var: Düşmana karşı savaşan Gazi Mustafa Kemal’den yana olan taraf ve ona karşı olan taraf. İnanın ki bu taraflar neredeyse yüzyıldır değişmedi: O zaman bir tarafta Mustafa Kemal ve şehit gazeteci Hasan Tahsin, diğer tarafta Vahdettin ve Ali Kemal vardı; şimdi de bir tarafta iyi insanlar ve Muharrem İnce var…
Seçimde tarafımızı iyi belirleyelim.
*Aydın CINGI
Siyaset Bilimci, SODEV Önceki Başkanı
acingisdv@gmail.com