7 Haziran 2015 parlamento seçimini kendi adına bir tür referanduma dönüştüren bizzat Erdoğan’dır. Bin bir türlü bahaneyle ve vergi mükellefinin parasını kullanarak çıktığı seçim meydanlarında, seçmenden AKP’ye “başkanlık sistemi”ni tesis için yeterli sayıda milletvekilini sağlaması talebinde bulundu. Sonuçta seçmen çoğunluğu onun bu talebini uygun görmedi. Bu nedenle öncelikle Erdoğan seçimden yenilgiyle ayrılan kişidir.
Partiler arası oy kaymaları
Sonuç, AKP’nin sonunu değil ama sonunun başlangıcını simgeliyor. 2011’den bu yana seçmen sayısının 3,5 milyon kadar artmış olmasına karşın bu partinin oyları 21,3 milyondan 18,8 milyona düşerek 2,5 milyon azalmıştır.
Bu seçimde hiçbir kimliğe vurgu yapmaksızın salt yurttaş bilincine seslenen tek parti CHP olmuştur. Ancak sunduğu ayrıntılı ve sosyal ağırlıklı bildirge, seçmen çoğunluğunca kalıcı bir politika olarak değil bir tür “seçim vaatleri toplamı” gibi algılanmıştır. Nitekim bu parti, 2011 genel ve 2014 yerel seçimlerinde elde ettiği skoru çok az da olsa azaltarak %25 sınırına demir attığı izlenimi uyandırmıştır. CHP, bildirgede ipuçlarını verdiği çizgiyi sürdürdüğü takdirde önümüzdeki seçim süreçlerinde, bu kez yaşadığı “inandırıcılık” sorunu ile kuşkusuz ki daha az karşılaşacaktır.
Oyunu arttıran MHP’nin özellikle Karadeniz ve Orta Anadolu’da AKP seçmenlerinin bir kesimini kendine çektiği saptanmıştır. HDP ise, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ve de İstanbul, İzmir gibi kentlerde AKP seçmenlerinden özellikle Kürt kökenli olanlarının oylarını toplamıştır. Öte yandan yine İstanbul ve İzmir’deki sol eğilimli bir kesim CHP seçmeni, %10’luk barajı aşarak AKP’yi –dolayısıyla Erdoğan’ı- engellemesi için HDP yararına “stratejik oy” kullanmıştır. Son dönemde sol değerleri temsil ettiği savında olup bir Türkiye partisi kimliğine kavuşma yoluna giren HDP, seçmen yapısı içerisinde genç olanların en çok yer aldığı partidir. Bütün bu veriler 7 Haziran seçiminin sonucuna ilişkin olarak saptananların kısa bir dökümüdür. Ancak önemli olan, bu seçimin kısa dönemde yol açacağı siyasal uzantılardır.
Siyasal uzantılar
HDP’nin parlamentoda yoğun biçimde temsili, Kürt Sorunu’nun barışçı yoldan çözümünü kolaylaştırıcı nitelikte bir gelişmedir. Bu sorunun çözümü, böylece ulusal iradenin vücut bulduğu platforma taşınmış olmaktadır.
Bu çerçevede iki partinin, üzerinde oluşmuş vesayetten kurtulma olasılığı da belirmiştir. Bunlardan birincisi, HDP’nin Öcalan ve PKK ipoteğinden bir ölçüde de olsa kurtulma ve bir Türkiye partisi olarak olabildiğince özgürce davranabilme olasılığıdır. HDP üst yönetimi basiretli davrandığı takdirde; ülke siyaseti, özgürlükçü ve demokratik değerleri öne çıkaran; Kürtler de, kendi yurttaşlık haklarını sivil düzlemde savunan bir parti kazanmış olacaklardır.
Bir diğer özgürleşme umudu da, Davutoğlu yönetimindeki AKP’nin, kişisel yenilginin travmasını üzerinden atamamış görünen Erdoğan’ın boyunduruğundan bir nebze olsun kurtulmasına dönüktür. Akıllıca yönelişler bu partinin üzerindeki ağır vesayet yükünü hafifletebilecektir.
Dünya ve bölge konjonktürü ile ilgili olarak ise göze çarpan, siyasal İslam’ın AKP ile birlikte bir yenilgiye daha uğramış olmasıdır. AKP Hükümeti’ni 2010’dan bu yana bu alanda araçsallaştıran Erdoğan’ın, Gannuşi’nin Tunus’undan başlayıp Hamas’tan ve Mursi’nin Mısır’ından geçerek Türkiye’ye uzanan Sünni aksında tek engel Esad’ın Suriye’siydi. Bu ülkede, tüm çabalara(!) karşın uğranılan başarısızlık bir yana, Tunus ve Mısır’dan sonra üçüncü ayak olarak AKP’nin de iktidarı yitirmesi, siyasal İslam’ın Orta Doğu’da düşüşü anlamına gelir.
AKP’nin son üç genel seçimde ve 2014 yerel seçiminde performansları yüzde (%) cinsinden şöyle bir seyir izlemiştir:
2007 (genel): 46,7
2011 (genel): 49,8
2014 (yerel): 43,4
2015 (genel): 40,9
2011’de doruğa tırmanan AKP’nin daha sonra iniş trendine geçtiği görülüyor. Gerçekten de, Erdoğan ve ekibi tarafından 2010’lardan itibaren Siyasal İslam’ın Türkiye ayağı durumuna getirilen AKP, İslamcı uca savruldukça seçmenden daha az kabul görür olmuştur.
Perspektifler
Bu yazı kaleme alındığında –yani TBMM Başkanı seçimi ertesinde- akla gelen ilk koalisyon olasılığı AKP-MHP ortaklığıdır. Böyle bir “savaş hükümeti”, içeride etnik temele dayalı kutuplaşmayı keskinleştireceği gibi dışarıda Türkiye’nin de başını derde sokma potansiyeline sahiptir. Esasen Batı’da artık bir müttefik ülke olarak değil de bir tehdit unsuru olarak algılanan Türkiye’nin imajı böyle bir koalisyon döneminde daha da kötüleşebilecektir. Ayrıca Güney sınırımızda körüklenip durulan ve bu kez belki bizzat karışılacak bir silahlı ihtilaf, ülkeye Suriyeli göçünü hızlandırarak artık üstesinden gelinemeyecek komplikasyonlara yol açabilecektir.
Bir diğer olasılık olan AKP-CHP koalisyonu, hem belirli alanlarda onarımlara yönelmek hem de kaçınılmaz gibi görünen bir erken seçime -son seçimde olduğu gibi- AKP’nin dikte edeceği ezici kampanya koşullarında gitmemek bakımından yararlı olabilecektir. Ancak bu çözüme, hevessiz görünmeyen üst yönetim dışında, CHP tabanında ve örgütünde olumlu bakan azdır. Kaldı ki, MHP’nin katı tutumu, parlamentoda muhalefetin ortaklık oluşturarak onarıcı yasal etkinlik göstermesine engeldir. Bir yandan Erdoğan’ın olası engellemeleri, diğer yandan MHP’li üyelerin parlamentoda ve yenilenecek parlamento komisyonlarındaki öngörülemez tutumları, topluma soluk aldıracak bir “siyasal restorasyon” girişimini zorlaştıracaktır.
Bir üçüncü olasılık olarak düşünülebilecek olan AKP azınlık hükümeti ise ülkeyi ancak yenilenecek seçime kadar yönetmeye “mahkum” olacaktır. Bu arada, otoriter bir rejim oluşturmak için başkanlık sistemi hevesiyle yanıp tutuşan ve kampanyaya katılıp bu kez “istikrar” kartını oynayacağı bilinen Erdoğan’ın umudu, yenilenen seçimde AKP’nin salt çoğunluğa tekrar kavuşmasıdır. Gerçekten de, bu dönemde Türkiye’nin önünde çok sorun, çok engel var; ama görünen o ki, bu sorun ve engellerin başında Erdoğan geliyor.
*Aydın Cıngı,
Siyaset Bilimci,
acingisdv@gmail.com