Vesikalik-Sezen-copy

AVRO KRİZİ: Çıkış Var mı?

Prof. Dr. OĞUZ OYAN*


Avro’nun bir geleceği var mı? 27 üyeli AB’nin 17 Avro ülkesinde yeni krizler çıkabilir mi ve Avro’nun buna dayanacak gücü kaldı mı? Yunanistan, İtalya, İrlanda, Portekiz ve İspanya’dan oluşan ve GIIPS ülkeleri tabir edilen AB’nin yumuşak karnındaki ülkeler Avro sisteminden peşpeşe çıkacaklar mı, veya daha uzak olasılık olarak, bu bölgede farklı bir para sistemi mi uygulanacak? Bu yılın başında imzalanan “Bütçe Paktı”, AB ortak para biriminin istikrarını sağlayabilecek bir adım olabilecek mi veya bu uğurda denenmiş son hamle olarak mı anılacak?

Sorular çoğaltılabilir. Güncel olan sonuncusuna değinmekle başlayalım. 18 Ocak 2012’de AB zirvesinde imzalanan “İstikrar, Eşgüdüm ve Yönetişim Anlaşması”, bu anlaşmanın en önemli bölümünü oluşturan bütçe kısıtlamalarına ilişkin III. Başlığı nedeniyle “Bütçe Paktı” olarak da adlandırılıyor. Bütün mesele, bütçe dengelerini gözeten “altın kural”  uygulamalarına 17 Avro ortağı ülkenin sadık kalmasını sağlamak; başka deyişle, devletlerin (sosyal) harcamalarını sıkarak borçluluk oranlarını azaltmak. Tabii bütün bunlarla birlikte enflasyonu da dizginlemek. Sonuçta başa dönülmüş olunuyor; Maastricht’in bir türlü sadık kalınamayan, ama ortak bir para biriminin olmazsa olmaz koşulu sayılan üç temel ilkesini güvenceye almak isteniyordu: Kamu borçları GSYH’nın % 60’ının altına çekilecek; bütçe açıkları GSYH’nın % 3’ünün altında tutulacak; fiyat enflasyonu yıllık yüzde 3’ü geçmeyecek. Ama bunların yeniden talep edildiği dönem, artık ekonomik durgunluğun geçerli olduğu bir dönemdi ve bu önlemler durgunluğu daha da körükleyecek cinstendi. Peki bu çelişki çözülebilir miydi?

Sistemden kaynaklanan eşitsizlikler

Biraz başa dönersek, aslında Avrupa ortak para birimine geçiş öncesinden itibaren sağlanması gereken bu kurallara uyum hep sancılı ve ülkelere göre eşitsiz oldu. Uyum sağlamakta güçlük çekenlere başlangıçta tanınan tolerans ve sonrasında da uyum için devamlı ek süreler verilmesi, ortak para birimi Avro’yu doğuşundan itibaren tartışmalı ve kırılgan yapıyordu. Bu nedenle iktisatçıların bir bölümü Avro’nun bir geleceği olabileceğine baştan itibaren inanmadılar. Frankfurt’ta bir Avrupa Merkez Bankası (AMB)’nın oluşturulması dahi bu kötümserliği yok etmedi. AMB’nin, ülkelerin para ve maliye politikalarını disipline edici kısıtlamalar çerçevesinde sıkıntı yaşayan üye devletlere güvenceli kredi vermesini yasaklayan ‘borçtan kurtarma yasağı” çalışması da, Avro’nun istikrarı açısından yeterli olamadı. Avro uygulaması, üye ülkelerin iktisat politikalarını ve ekonomik düzeylerini birbirine yakınlaştırmak yerine, ülkeler arasındaki eşitsizliklerin büyümesine neden oldu.

Bir kere, 1997 yılından itibaren döviz kurlarının sabitlenmesi ve faiz oranlarının eşitlenmesi sonucunda Güney Avrupa ülkelerinin rekabet gücü azalırken Alman ekonomisinin rekabet gücü sürekli arttı. Eski para birimleri yerine Avro geçerken sabit gelirli kesimlerin satın alma güçleri önemli ölçüde geriledi; dolayısıyla emek maliyetlerinde sermaye lehine önemli aşınmalar ortaya çıktı. Almanya gibi emek üretkenliği daha yüksek olan ve satın alma gücünün daha hızlı gerilediği ülkelerde bunun sonucunda önemli bir dış rekabet avantajı elde edildi. Sonraki süreçte, Almanya’daki ücret artışlarının Güney’deki artışların gerisinde kalması da, Almanya lehine dış ticaret avantajı yarattı. Böylece Almanya ihracat fazlalarını sürekli arttırırken, Güney’de dış ticaret açıkları büyüdü. Güney’in bu açıkları, Almanya başta olmak üzere Kuzey’den gelen sermaye girişleriyle karşılandı.

Aşırı sermaye birikimine sahip olan Alman ekonomisinin sermaye ihracı yoluyla GIIPS ülkelerine yönelmesinin ikinci sonucu, İspanya ve İtalya gibi ülkelerde konut sektörü gibi verimsiz alanlarda büyük sermaye yığılmaları oldu. Alman finans sektörü de, Almanya ekonomisini finanse etmekten ziyade, daha kârlı bulduğu GIIPS ülkelerine yöneldi. Sonuç Almanya için de bazı olumsuzluklar taşıdı; tasarruf ve yatırım oranları istenen düzeylere çıkamadı. Buna karşılık, 2008 sonrasında yani Avro’nun kriz döneminde Almanya daha güvenli bir liman olarak kabul edildiği için dış yatırımcılar bakımından bir cazibe merkezi oldu ve böylece kamu borçlarını tarihsel olarak en düşük faiz oranlarından finanse edebilme olanağına kavuştu. “Öyle ki, Almanya’daki borç faiz oranlarındaki düşüş Atina’ya verilen mali desteklerin yükünü fazlasıyla karşılıyordu”. (Olivier Cyran, “L’effroi du retraité allemand face à l’épouvantail grec” (“Alman emeklisinin Yunan umacısından korkusu”), Le Monde Diplomatique, Temmuz 2012). Alman halkının Yunan halkına karşı kışkırtılması, aslında toplumların eksiksiz ve doğru bilgiye ulaşma imkanlarının nasıl sistem tarafından kasıtlı olarak çarpıtıldığının öğretici -ama son olmayan- bir örneğini oluşturuyordu.

Sermayenin krizine emekten yardım

Bir başka gerçek, Avrupa’daki kamu borcu krizinin GIIPS ülkeleriyle sınırlı olmayıp -Avro içinde olsun olmasın- tüm AB ülkelerini ilgilendirmesiydi. Üstelik Yunanistan, İrlanda, Portekiz gibi küçük ülkelerin toplam AB kamu borcu içindeki payı devede kulaktı. Orta boyutlu ve irice ülkelerden İspanya ve İtalya’nın bile toplam içindeki payı çok yüksek değildi. Kaldı ki bunlardan İspanya, son krize kadar bütçe dengelerini gözetebilen bir ülke konumundaydı, ama krizden sonra toparlanamamış ve kamu borcu çığ gibi büyümüştü. İtalya ise, tarihsel olarak kamu borcunun yüksek olduğu bir ülkeydi. Peki eskiden mali kriz yaratmayan bu durum şimdi niye yaratıyordu? Değişen şey, genel kriz ortamında güven unsurunun azalması ve İtalya’nın uzun vadeli ve düşük faizli olarak çevirebildiği borçlanmasını sürdüremez duruma düşmesiydi; İtalyan kamu borç tahvillerinin önemli bir bölümünün diğer AB ülkelerine satılabildiği konjonktürün de artık tıkanmasıydı. Artık faizler kritik eşiklerin üzerine çıkmakta, çok uzun vadeli borçlanma kapasitesi daralmaktaydı. Kuşkusuz, diğerleri bir yana, sadece İtalya çapında bir ülkenin temerrüde düşmesi bile, başta Fransa olmak üzere büyük alacaklı ülkelere mali kriz olarak yansıyacaktır ve bu nedenle tehdidin çapı ortalama vatandaşın düşünebildiğinden daha büyüktür.

Ancak, 2008 sonrasında Avro bölgesinde kamu borcunun GSYH’ya oranını ortalama % 60’lardan % 80’lere (hatta ülkeler bazında çok daha yükseklere) fırlatan neydi? ABD’de olduğu gibi, neo-liberal birikim modelinin krizine kapitalist sistemin kurumları -hiç de liberal olmayan bir biçimde- kamu kaynaklarıyla yardıma koşturmuşlardı. Kötülenen devlet müdahalesi, mali sistem iflasa yönelince, itfaiye timi gibi “göreve” çağrılmıştı. Spekülatif karlar peşinde koşarken yüksek riskler alan mali sermayeyi ve dolayısıyla sistemi kurtarmak adına yükselen kamu borçlarının bedeli ise kitlelere bindirilmek isteniyordu. Bedelin adı, daha az kamu (sosyal) harcaması, daha düşük ücretler, daha yüksek vergilerdi. Sermayeye düşen bir bedel ise bulunmuyordu. Çünkü Alman halkını “tembel Güneyliler” üzerine salmak fikri, hedef şaşırtmak bakımından hiç de fena çalışmıyordu ve gerçek sorumlulara bedel ödetmek gibi bir “aşırılığın” yeri yoktu.

Ancak acaba şimdi kartlar yeniden mi karılacaktı? Fransa Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimleri, Sosyalist Parti’yi (PS) iktidara taşımıştı ve F. Hollande 18 Ocak 2012 Anlaşması’nı yeniden tartışmaya açmak istiyordu. 18 Ocak Anlaşması Lizbon sürecine teknik olarak yeni bir şey getirmiyordu, hatta belki sadece malumun ilamıydı; ancak ülkeleri sıkı bütçe politikalarına zorlayan yeni bir siyasi pakt anlamına geliyordu. Ama şimdi bu siyasi paktın tarafları değişmeye başlamıştı. Sırada Almanya seçimleri vardı ve SPD de PS’e yakın şeyler dile getirmeye başlamıştı.

Peki AB’de -veya sadece Avro bölgesinde- daraltıcı politikalar yerine genişlemeye dönük politikalar tercihinde bulunmanın siyasi koşulları gerçekten oluşmuş mudur? Başka deyişle, sol partiler gerçekten sermayenin talepleri dışında yeni politika tercihlerini gündeme getirebilecekler midir? Bu sorunun yanıtı, bize, neo-liberal politikaları yöneten liberal-sol yaklaşımlardan gerçek sol partiler evresine geçilip geçilemeyeceğini de gösterecek. Bizim şimdiki beklentimiz ne yazık pek iyimser değil. Ancak bilinçli kitlelerin mücadele gücü ve azmi her şeyi değiştirebilir.

 

*CHP İzmir Milletvekili, oyan@tbmm.gov.tr