Salgın, hele de WHO (BM Dünya Sağlık Örgütü) tarafından pandemi olarak tanımlanmış bir salgın ile mücadele böyle olmamalıydı.
Vakaların cinsi ne olursa olsun (yangın, çığ, sel, kimyasal sızıntı vs.) kontrol altındaysa, vakalarla ilgili süreci siz yönetebiliyorsanız, siz liderliğinizde vaka, idare edilen bir olay olarak kalır ve çözülür. Ama vaka yönetiminde siz gündemin arkasından koşuyorsanız, sadece vasat bir idareci olabilirsiniz, vaka ise afet boyutuna evrilir.
Türkiye, COVID-19 salgınında aslında çok şanslıydı. Virüs, vaka ilk ortaya çıktıktan aylar sonra, binlerce can aldıktan, yüzbinlerce tedavi sürecinin bilimsel verileri de toplandıktan sonra Türkiye’ye ulaştı. Türkiye’nin önünde süreç yönetimi ile ilgili iyi ve kötü onlarca tecrübe vardı. Ama ne hikmetse bilimsel veriler kullanılarak, diğer ülkelerde yürütülen çalışmalar değerlendirilerek sürecin yönetilmesi denenmedi. Olayların arkasından koşulmaya başlandı ki, virüsün Türkiye sathına yayılması da izlenmiş oldu.
Böylece virüs olayı afet boyutuna evrilmiş oldu.
Emekçiler için yeni bir risk, yeni bir ölüm sebebi…
Sağlıksız çalışma ortamı ve çalışma koşulları yüzünden her yıl yüzlerce emekçinin hayatını ve sağlığını kaybettiği ülkemizde, yine emekçilerin koronovirüs salgını karşısında tehdit altında olduğu aşikardır. Yalnızca salgın günlerinde değil, normal koşullarda da ‘işçi sağlığı ve iş güvenliğinin sağlanması işverenin ödevleri arasındadır’. İşverenlerin bu ödevlerini gereğince yerine getirmemiş olmasının bir sonucu olarak her ay onlarca, her yıl binlerce emekçinin yaşamını yitirdiği gerçeğini yaşamaktayız. Bu gerçekten hareketle, salgın günlerinde de emekçilerin en büyük risk grubunda olacağı en başından anlaşılabilmekteydi. İşçi Sağlığı İş Güvenliği Meclisi (İSİG Meclisi) tarafından açıklanan veriler de buna işaret etmektedir.[1]
Dünyada ilk risk grubu emekçiler
Yalnız Türkiye’de değil nerede ise dünyanın her yerinde emekçiler virüsün önüne, cepheye sürüldüler. Hatta sürecin en kötü tecrübelerinden birisini yaşayan İtalya’da durum daha başından korkunçtu. Ülkede ve dolayısıyla da Avrupa’da virüsün kaynağı da emekçiler oldu.[2]
Semra Çelik’in zackzack.at’den aktardığına göre “İtalya’da yüzlerce Corona vakası olması tesadüf değil. On binlerce Çinli, atölyelerde, kâğıtsız, sigortasız, sağlık hizmeti olmadan yasadışı olarak çalışıyor. Moda endüstrisinin kâr açgözlülüğü, virüsün Avrupa’ya yayılmasının suçlularından.” denilmekte. İtalya’da kaç Çinli işçinin çalıştığı bilinmemekle birlikte sadece Floransa yakınlarındaki moda merkezi Prato’da 50.000 kadarının çalıştığı ve yaşadığına işaret edilmekte ve bu işçilerin 2020 Noel tatilinden dönerken virüsü de yanlarında getirdiğine işaret edilmekte.
Ödenen ağır bedellere rağmen İtalyan hükümetinin ısrarla kaçak işçilerin çalıştığı bu sweat-shoplara bakmamasının sebebi ne olabilir ki? ‘Büyük İtalyan’ moda markalarının siparişlerini ‘rakipsiz’ denilecek kadar ucuz fiyatlarla dikiyorlar olmaları olabilir mi?
İtalyan moda şirketleri 2020’de toplam 42 milyar dolarlık satış bekliyor. Çoğu İtalyan giyim firması dikişlerini yönetmeliklere uymayan, iş güvenliği, hijyen, yangından korunma ve düzenlenmiş çalışma saatleri olmayan sweat-shoplara yaptırıyor.
Açlık ücretine çalışan, çoğu illegal yollarla gelmiş ve yerleşmiş olan bu emekçilere yalnızca İtalyan Devleti değil İtalyan Sendikaları da gözlerini ve kulaklarını kapatmış durumda. Bu nedenle Çin doğumlu İtalyanlar 2006 yılında kendi sendikaları olan “Sindacato Cinese Nazionale” yi (Si.Ci.Na) kurmuşlar. Bu sendika kayıtsız işçileri de üyeliğe kabul ediyor ama İtalyan sendikaları bu durumdan hiç de memnun değiller.
“Buna bağlı olarak aşırı sağ parti ve örgütlerin kışkırtmasıyla ırkçılık artıyor ve neonazi partiler güçleniyor. İtalya’nın Prato dikiş merkezindeki birçok evin duvarında ‘Çinliler dışarı!’ yazıyor.
Kimse aslında hastalığın kaç Çinli işçiye bulaştığını, kaçının ciddi şekilde hasta olduğunu ve nerede barındıklarını bilmiyor. İtalya sorunu şimdi Avrupa sorunu haline gelmiş durumda. Moda endüstrisinin kar hırsının karşılığında yüksek bir bedel ödenecek”.[3]
“Evde Kal Türkiye”, emekçiler hariç!
İtalyan devletinin, insan onuruna yaraşır yaşam ve çalışma koşulları yerine emek sömürüsü üzerinden “şirketlerin-markaların” karına odaklanmış olması gerçeği bizler için çok anlaşılır bir durum. Zira, benzer bir yaklaşım yıllardır Türkiye’de de devam etmekte ve hatta salgın günlerinde de daha net görülür şekil almaktadır.
Salgının ülke sathına yayılmış olduğunun anlaşılmasıyla birlikte hükümet “Evde Kal Türkiye” çağrısı yapmaya başladı. İstisnası ise beklendiği gibi sağlık, temizlik, gıda, lojistik ve ulaşım sektörlerinde çalışanlarla ile sınırlanmadı; işverenin işe çağırdığı tüm emekçiler işe gitmek zorundaydı.
Mevcut İş Kanunu ve mevzuatı ise işçilerin bu koşullarda iş durdurma hakkını güvence altına almaktaydı.
İşçinin haklı nedenle derhal fesih hakkı
İş Kanunu 24. Madde I. Fıkrası ‘Sağlık sebepleri’ ile III. Fıkrası ise ‘Zorlayıcı Sebepler’ nedeniyle işçi yönünden haklı fesih hakkını güvence altına alınmıştı. Buna göre : I. Fıkrada “İş sözleşmesinin konusu olan işin yapılması işin niteliğinden doğan bir sebeple işçinin sağlığı veya yaşayışı için tehlikeli olursa”, “İşçinin sürekli olarak yakından ve doğrudan buluşup görüştüğü işveren yahut başka bir işçi bulaşıcı veya işçinin işi ile bağdaşmayan bir hastalığa tutulursa” sağlık sebepleri ile, aynı maddenin III. Fıkrasında ise : “İşçinin çalıştığı işyerinde bir haftadan fazla süre ile işin durdurulmasını gerektirecek zorlayıcı sebepler ortaya çıkarsa” işçi dilerse iş sözleşmesini bir haftanın sonunda sona erdirebilir ve kıdem tazminatını hak eder.
“Koronavirüs salgını” iş hukuku açısından “zorlayıcı sebeptir”.
Koronavirüs tehlikesi nedeniyle işçi (hasta olmadığı halde) hastalık riski nedeniyle çalışmaz ise işveren bir hafta süreyle işçiye yarım ücret ödemek zorundadır (İş Kanunu Madde 40). Bir haftanın sonunda işveren işçiye ücret ödemeyecektir. Bu durumda işveren dilerse iş sözleşmesini bir haftanın sonunda 4857 sayılı İş Yasasının 25/III maddesi uyarınca sona erdirebilir. Bu durumda işveren işçiye kıdem ve ihbar tazminatı ödemek zorundadır.
İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu kapsamında işçinin iş durdurma hakkı
Covid 19 (Koronavirüs) tehlikesi sebebiyle işçilerin tek başlarına ya da toplu olarak işi durdurma ve de bu süreçte hem maaşlarını isteme hem de SGK primlerinin ödenmesini talep etme hakkı vardır.
6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu kapsamında işçinin ya da işçilerin, tek başına ya da topluca iş bırakma hakkı, ilgili kanunun 13. Maddesinde tanımlanmıştır. (1)“Ciddi ve yakın tehlike ile karşı karşıya kalan çalışanlar kurula (İş sağlığı ve Güvenliği Kurulu’na), kurulun bulunmadığı işyerlerinde ise işverene başvurarak durumun tespit edilmesini ve gerekli tedbirlerin alınmasına karar verilmesini talep edebilir. Kurul acilen toplanarak, işveren ise derhâl kararını verir ve durumu tutanakla tespit eder. Karar, çalışana ve çalışan temsilcisine yazılı olarak bildirilir.”
(2) “Kurul veya işverenin çalışanın talebi yönünde karar vermesi hâlinde çalışan, gerekli tedbirler alınıncaya kadar çalışmaktan kaçınabilir. Çalışanların çalışmaktan kaçındığı dönemdeki ücreti ile kanunlardan ve iş sözleşmesinden doğan diğer hakları saklıdır.”
(3) “Çalışanlar ciddi ve yakın tehlikenin önlenemez olduğu durumlarda birinci fıkradaki usule uymak zorunda olmaksızın işyerini veya tehlikeli bölgeyi terk ederek belirlenen güvenli yere gider. Çalışanların bu hareketlerinden dolayı hakları kısıtlanamaz.” denilmektedir. Demek ki, yaygın coronavirüs salgını gerekçesiyle tüm çalışanlar, tek tek ya da toplu olarak üretimi durdurabilir. Bu eylemleri nedeniyle “yaşadığı eylem yapmakla” suçlanamaz, yasal haklarını kaybetmezlerdi.
İşçinin “ücretsiz izin” kabul etmemesi
Yine iş kanunu ve mevzuatında işverene tek taraflı karar alarak işçileri ücretsiz izne çıkartma hakkı tanınmazdı. Tek taraflı, işçinin rızası alınmadan uygulanan ücretsiz izin, iş akdinin işveren tarafından feshi anlamına gelir, bu durumda işçinin kıdem ve ihbar tazminatını istemenin yanı sıra işe iade davası açma hakkı da doğabilirdi.
İşveren işçileri ücretli izne çıkartabilirdi ki bu durumda işçinin onayı aranmaz, ancak İşçi ve işveren anlaşarak ücretsiz izin uygulanabilirdi. Ücretsiz izne çıkmayı kabul eden işçi ise bu konudaki rızasıyla bağlıydı.
Yurttaşlara “sokağa çıkmak yasak” işçilere ise “çalışmak zorunlu”
Bu kargaşa içerisinde 3 Nisan 2020 tarihinde 20 yaş altı ve 65 yaş üstüne sokağa çıkma yasağı getirildiği açıklandı. Belli ki işverenlerin talepleriyle 20 yaş altındaki çalışanlar hatırlanıverdi ve iki gün sonra İçişleri Bakanlığı tarafından çıkartılan EK GENELGE ile “Doğum tarihi 1 Ocak 2000 ile 1 Ocak 2002 tarihleri arasında (18 ile 20 yaş aralığında) olmakla beraber, kamu kurum ve kuruluşlarında memur, sözleşmeli personel veya işçi statüsünde görevli olanlar, özel sektörde düzenli bir işe sahip olan ve sosyal güvenlik kayıt belgesi ile bu durumu belgeleyenler, tarımsal üretimin sürekliliği açısından önemli bir fonksiyona sahip olan ve iller arasındaki planlama, seyahat ve konaklama koşulları 3 Nisan 2020 tarih ve 6202 sayılı genelgemiz ile düzenlenen mevsimlik tarım işçileri, 3 Nisan 2020 tarih ve 6235 sayılı sayılı Bakanlık genelgesi ile getirilen sokağa çıkış yasağından muaf tutulacak” denildi.İşçi isen 20 yaş altında olsan dahi çalışmak zorundasın denildi ama “Bu istisnalar, 1 Ocak 2002’den sonra doğanlara (18 yaşından küçüklere) uygulanmayacak…” denilerek, yüreğimize su serptiler. Neyse ki 18 yaşından küçük olup ta çalışanlara da sokağa çıkma, işe gitme, çalışma yasağı getirilmişti.
DİSK’ten “çalışmaktan kaçınma hakkını kullanma” çağrısı ve iktidardan, patronlardan yana cevap
Yukarıda saydığımız yasal haklara dikkat çeken Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), temel, zorunlu ve acil mal ve hizmet üretimi yapan işletme ve birimler dışında çalışma acilen durdurulmalıdır. Aksi takdirde çalışanların hem kendi sağlıklarını hem de halk sağlığını korumak adına işe gitmeme, çalışmaktan kaçınma, yani evde kalma hakkı olduğunu hatırlatmak istiyoruz diyerek “çalışmaktan kaçınma hakkını kullanacağını” açıkladı.
Yapılan bu çağrının toplumun tüm katmanlarında ve özellikle de emekçiler üzerinde yarattığı etkiye bakarak harekete geçen AKP, 14 Nisan 2020’de TBMM Başkanlığı’na “Covid-19 Salgınının Ekonomik ve Sosyal Hayata Etkilerinin Azaltılması Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” sundu. Bu teklif, yukarıda saydığımız ve işçilerin salgın koşullarında kullanabileceği tüm yasal dayanakları işlevsiz kılmaya adanmıştı. Yasa teklifi, salgın koşullarında on milyonlarca işçiyi ve ailesini korumak yerine, bir avuç işvereni korumayı politik bir tercih olarak açıkça ortaya koyan zihniyetin ürünüydü.
16 Nisan 2020 günü TBMM’de kabul edilen 7244 sayılı “Yeni Koronavirüs (Covıd-19) Salgınının Ekonomik ve Sosyal Hayata Etkilerinin Azaltılması Hakkında Kanun İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 17 Nisan 2020 günü Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girdi.
Söz konusu “torba kanunun” 6,7,8 ve 9. Maddeleri 4447 sayılı İşsizlik Sigortası Kanunu’na ve 4857 sayılı İş Kanunu’na geçici maddeler ekledi. İş Kanunu’na eklenen Geçici 10. Madde ile her türlü iş ve hizmet sözleşmesinin feshi -işten çıkarma- kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren üç ay süreyle “ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller ve benzeri sebepler” dışında yasaklanmaktadır. Ancak işverenin tek taraflı olarak işten çıkarılması yasaklanan işçiyi tamamen veya kısmen ücretsiz izne çıkarabilmesine olanak verilmekte, ayrıca işçinin ücretsiz izne dayanarak geçerli sebeple iş sözleşmesini feshetmesi yasaklanmaktadır.
İşten çıkarma yasağını ihlal eden işverenlere brüt asgari ücret düzeyinde ceza verilmekte, bu yaptırımın bu günkü sonucu olarak 2.943 TL ödeyen işveren yasak dinlemeyip işçi çıkartabilecektir.
Sefalet ödeneği büyük eşitsizlik yaratıyor
Kanun ile işveren tarafından tek taraflı olarak ücretsiz izne çıkarılacak işçilerden kısa çalışma ödeneğinden yararlanma koşullarını yerine getirmeyen işçilere, günlük 39,24 TL -aylık 1177 TL- nakdi ücret desteği verilmesi ve aynı şekilde 15 Mart 2020’den sonra işten çıkarılan ancak işsizlik sigortası ödeneğinden yararlanma koşulları taşımayan işçilere de günlük 39,24 TL -aylık 1177 TL- nakdi ücret desteği verilmesi kararlaştırılmaktadır ki belirlenen bu ücret desteği insani ve vicdani olmadığı gibi eşitlik ilkesine de aykırıdır. Son üç yılda 450 gün çalışması olan işçiler 4.300 TL’ye kadar kısa çalışma ödeneği alabilecekken, 449 gün ve daha az çalışması olan işçilerin aylarca 1.177 TL’ye mahkûm bırakılması hakkaniyetli değildir.
Sonuç olarak bu yasa adında iddia edildiği gibi “salgınının ekonomik ve sosyal hayata etkilerinin azaltılmasına” değil işverenlerin çıkarlarının korunmasına hizmet etmektedir.
Salgın sürecinde çalışmak zorunlu, iş kazası-meslek hastalığından ölmesi yasak…
Salgın hem de pandemi sürecinde işçileri ve ailelerini düşünmeden çalışmaya zorlamak için her türlü düzenlemeyi hızla yapan hükümet, işçilerin bu süreçte hastalık kapması ya da vefatı durumunda “iş kazası” ya da “meslek hastalığı” iddiasında bulunmasının önünü kapatmaktan da geri kalmamıştır. Bu düzenlemenin özellikle işveren örgütlerinin talepleri doğrultusunda yapıldığını açıklamaktan da kaçınılmamıştır. Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı 07.05.2020 tarihinde yayınlanan 2020/12 sayılı Genelge ile COVID-19 virüsüne maruz kalan sigortalı kişiler hakkında “iş kazası” veya “meslek hastalığı” provizyonu değil, “hastalık” kapsamında provizyona alınması gerekeceği bildirilmiştir. Böylece işyerinde hastalanmış olsa dahi ve hatta bu süreç sonunda vefat etmiş olsa dahi adli yollara başvurarak hak arama yolları kapatılmıştır.
Dünya Sendikal Hareketi Salgınının ekonomik ve sosyal hayata etkilerinin azaltılması için neler öneriyor, neler yapıyor?
Yukarıda aktardığımız koşullarda Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu 16 Mayıs 2020 tarihinde bir E-Panel düzenledi.[4] Panelde DİSK Genel Başkanı ve Genel Sekreteri’nin yanı sıra Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu)[5], IndustriALL Global Union[6], UNI Global Union[7], IUF (Uluslararası Gıda, İçecek, Tarım, Otel, Restoran, Catering, Tütün İşçi Sendikaları Birliği)[8], ITF (Uluslararası Taşımacılık İşçileri Federasyonu)[9] ve ETUC’un (Avrupa Sendikalara Konfederasyonu) Eğitim ve Araştırma ve Enstitüsü’nden (ETUI) önemli konuşmacıların katılımı ile “Dünya işçileri COVID-19 ile Nasıl Mücadele Ediyor?” başlığını tartıştı.
Tartışmada varılan sonuçlardan önce, emekçiler salgının ön cephesinde, ölümle burun buruna çalışmak zorundayken, sendikacılık ödevlerini unutmayanları selamlamak gerekiyor. Zira işverenler ve devletlerin yanında görüntü vermeyi sendikacılık olarak zihinlere yerleştirmeye çalışanlara da sendikacı denilmeye başlandığı günlerde yaşıyoruz.
Tartışmada ortaya konulan tespitler çarpıcıydı: Salgın öncesi de yaşanmakta olan sosyal ve ekonomik krizler gelir eşitsizliğini artırmış, demokrasiye olan inanç erimiştir. Emekçiler açısından yaşanmakta olan olumsuzluklar aşırı sağın yükselmesi sonucunu doğurmaktadır. Uzun zamandır işçi haklarında gerileme devam etmektedir. Kadınlara ve dezavantajlı gruplara yönelik şiddet yükselmekte, ırkçılık artmaktadır. Covid-19, belirsizliği ve umutsuzluğu daha da artırdı, yeni ve çok daha ağır bir ekonomik kriz yarattı. Bu sürece bağlı olarak yaklaşık 300 milyon işçi işsiz kalacak. Yine bu sürece bağlı olarak 250 milyon insan açlıkla yüz yüze kalacak. Yarım milyar insan yoksulluk içinde kalacaktır. Tedarik zincirleri kırılmakta, üretim olumsuz etkilenmekte, ekonomi küçülmekte ve dünya ticareti düşmekte, demokratik kurumlar yıpranmaktadır.
Emekçiler açısından son derece olumsuz görünen tablo zenginlerin 2020 Ocak-Nisan arası servetlerindeki artışı da gözler önüne sermektedir. Emekçiler kaybetmeye, zenginler ise kazanmaya devam etmektedir.
Tüm emekçilerin her şeyi en ince ayrıntısına kadar ve anlaşılır şekilde bilme hakkı savunulmalıdır. Her türlü sağlık ve güvenlik riski karşısında iş bırakma hakkı, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Kurullarına, Protokollere Katılma Hakkı sağlanmalı, İşçi haklarını ve sağlığını korumayan şirketler global ölçekte teşhir edilmelidir.
Bu ağır koşullarda çalışanlara ek ödeme sağlanmalı, İstihdam güvencesi, gelir korunması, müşteri tacizi ve şiddetine karşı korunma sağlanmalıdır.
Hükümetlerin işverenlere sağladığı teşvikler ve avantajlar iş güvencesi koşuluna bağlanmalıdır. İşçilerin işten çıkartılması yasaklanmalı, çalışma süreleri azaltılabilir. Kısmi işsizlik ödemeleri devam etmeli, hükümetler geleceğe yönelik olarak altyapı, endüstri ve bakım-hizmet sektörlerine yatırım yapmalıdır. İşbaşı için işçiler davet edilmeden önce İş güvenliği ve işçi sağlığı önlemleri alınmalı, daha sonra işe işçilerin işe dönmeleri talep edilmelidir. Hijyen eğitimi, ücretsiz ekipman sağlanması, hijyen ve sosyal mesafe kuralları gözden geçirilmeli, tüm insanlara ve kayıtdışı çalışanlara da ücretli hastalık izni ve ücretsiz tedavi garantisi verilmelidir. COVID Meslek hastalığı kabul edilmeli, ILO İşçi Sağlığı ve iş güvenliğini temel bir hak olarak ilan etmelidir. Evrensel düzeyde sosyal koruma ve sağlık hizmetlerine ücretsiz erişim ile tüm dünya da işçilerin sosyal güvence kapsamına alınması kabul edilmelidir.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından dile getirilen “Partizan politikalara ve dayanışmanın olmamasına bağlı olarak kriz artıyor” tespitinden hareketle “Dünya sendikal hareketi olarak daha fazla dayanışmaya odaklanmalı, daha fazla örgütlenmeliyiz”
Beyaz yaka, mavi yaka ya da dijital yaka ol,
ne olursan ol, tek yol örgütlenme!..
[1]Salgının ikinci ayı: İşyerleri salgının can pazarına dönüştürüldü 11 Mart – 10 Mayıs arasında ‘en az’ 128 işçi koronavirüs nedeniyle yaşamını yitirdi, Erişim: 17.05.2020 http://isigmeclisi.org/20389-salginin-ikinci-ayi-isyerleri-salginin-can-pazarina-donusturuldu?fbclid=IwAR3d-ICNbyqTuXxJlAG2qn49bkLw2ltBBEfvnMnSqmvc-B0jy0Zad6twZdo
[2] Çelik, S. (2020, 17 Mart) ackzack.at’den çeviri Corona ve İtalyan Moda Endüstrisi. Çinli İşçilerin Sömürüsü Virüsün Yayılmasına Nasıl Yardımcı Oldu? Erişim adresi: https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=10157384884718401&id=719063400
[3] Zackzack.at’den çeviren Çelik, S. Corona ve İtalyan Moda Endüstrisi. Çinli İşçilerin Sömürüsü Virüsün Yayılmasına Nasıl Yardımcı Oldu? https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=10157384884718401&id=719063400
[4] Çevrimiçi erişilen konferans, DİSK, “Dünya işçileri COVID-19 ile Nasıl Mücadele Ediyor?” 16 Mayıs 2020, İstanbul. Erişim adresi: https://www.youtube.com/watch?v=r6rB_o53KOA
[5] ITUC, dünyanın en büyük işçi sendikaları konfederasyonudur. ITUC, 163 ülkeden 332 üye sendika yoluyla dünya çapında 200 milyon işçiyi temsil etmektedir.
[6] Küresel düzeyde madencilik, enerji ve tekstil dahil imalat sektörlerindeki tedarik zincirlerinde çalışan 140’tan fazla ülkede 50 milyondan fazla çalışanı temsil etmektedir.
[7] UNI Global Union ,150’den fazla ülkeden 20 milyon hizmetler sektörü -Temizlik, Güvenlik, Ticaret, Finans, Bankacılık, Oyun, Grafik ve Ambalaj, Kuaförlük ve Güzellik, Bilgi, İletişim, Teknoloji ve Hizmet Endüstrisi, Medya, Eğlence ve Sanat, Posta ve Lojistik, Özel Bakım ve Sosyal Sigortalar, Spor- çalışanını temsil ediyor.
[8] IUF, 127 ülkeden 423 Sendika ve 10 milyon işçiyi temsil ediyor.
[9] ITF, 170 ülkede tüm endüstriyel taşımacılık sektörlerinde 20 milyondan fazla ulaştırma işçisini temsil ediyor.
*Asalettin ARSLANOĞLU
DİSK-Tekstil İşçileri Sendikası Merter Şube Başkanı
asalettin@gmail.com