Son 40-50 senedir, küreselleşmeyle birlikte gelen finansallaşma dalgası dünyadaki dengesizlikleri arttırdı. Gini katsayısı ile ölçülen gelir dağılımı eşitsizliği ülkeler arasında, özellikle Çin ve Hindistan’ın son yıllardaki hızlı büyümesinin katkısıyla, azalıyor olsa da ülkeler içindeki gelir grupları arasındaki eşitsizlik sürekli artıyor. Ekonomik krizlerin sıklığı ve etkisi de büyüyor. İşsizlik uzun vadede artan bir trend takip ediyor. Özellikle genç ve eğitimli kesimin işsizlik oranı, sadece ülkemizde değil, gelişmekte olan çoğu ülke için korkutucu rakamlara ulaşıyor. Marx’ın 150 sene önce izah ettiği gibi, vahşi kapitalizmin kaçınılmaz bir sonucu olan artan eşitsizlik ve işsizlik eksik/yetersiz tüketim talebi yaratmak suretiyle aslında sistemin altını da kazıyor. Yaşadığımız yüzyılın bir gerçeği olan, ve çoğu insanın heyecanla karşıladığı, dijitalleşme ise kapitalizmin sebep olduğu ateşe körükle gidiyor.
Kazanan her şeyi alır
200 yıl önce Adam Smith, kendi çıkarı doğrultusunda üretim yapan küçük esnaflar sayesinde toplumun refahının da maksimize edileceği, yani herkesin kazandığı bir ekonomi tasavvur etmişti. Fakat Smith, bu küçük esnafların günün birinde Apple, Amazon, J&J, ExxonMobil, Microsoft veya JPMorgan Chase gibi dev şirketler haline geleceklerini öngörememişti. Geldiğimiz noktada görüyoruz ki kapitalist sistem, sınıfların birbirleriyle uyum içinde yaşadığı değil kazananın her şeyi aldığı (winner-takes-all) bir yapıya dönüşmüş durumda. Mesela bugün ihracat yapan şirketlerin tepedeki %1’i toplam ihracatın %60’ını, en büyük 10 şirket ise %40’ını yapıyor. Yani müthiş bir yoğunlaşmadan söz ediyoruz.
Üretim ve hizmetlerde gördüğümüz bu durum, elbette, dijital ekonomi için de geçerli. Dijital ekonominin tamamına yakını Amazon, Alphabet (Google), FaceBook, Alibaba, Netflix, Booking, Tencent, Expedia ve Paypal tarafından ele geçirilmiş durumda. İnternette dönen reklamların yüzde 80’i Google ve Facebook üzerinden geçiyor. Bugün internete giriyorum dediğimizde aslında Google’a giriyoruz. İnsanlar, özellikle de gençler, bu şirketlerin hizmet ve uygulamalarını memnuniyetle kullanıyorlar. Medya da teknoloji şirketlerinin popülerliğine çanak tutuyor. Mesela Cem Seymen, Türk Telekom, TÜPRAŞ ve THY’nin toplam değerinin basit bir yazılımdan ibaret olan WhatsApp kadar etmediği tespitinden yola çıkarak bizim de böyle yeni teknolojiler üretmemiz gerektiğini söylüyordu.
Dijital ekonomi istihdam yaratmıyor
Bakın, WhatsApp’ta 55 kişi çalışıyor. Instagram’da, Facebook tarafından satın alınmadan evvel, 13 (yazıyla on üç) kişi çalışıyordu, şimdiyse 400. Twitter’da 3300, YouTube’da 2000 civarında kişi çalışıyor. Öte yandan THY tek başına 29 bin, TÜPRAŞ 6 bin, Türk Telekom 34 bin işçiye istihdam sağlamaktadır. Yani WhatsApp ayarında ancak 618 tane şirket olursa bir Türk Telekom kadar istihdam yaratılmış oluyor. Kaldı ki ağ ve bağlantı etkisinin önemli olduğu dijital uygulamalarda 618 değil 18 WhatsApp’a bile yer yok. Herkes WhatsApp kullandığı için herkes WhatsApp kullanıyor. Yani WhatsApp ile aynı işi yapan 50 tane uygulama ile rekabetçi bir sektöre yaratmanın hiçbir mantığı yok.
Öte yandan telefonunuzda kaç tane uygulama kullanıyorsunuz ki? WhatsApp, Twitter, Facebook, Messenger, YouTube, Snapchat, Instagram, Pinterest… İki elin parmaklarını geçmez. Bu yüzden Cem Seymen ve Emin Çapa gibi ekonomi habercilerinin büyük ve etkileyici rakamlar gösterip “işte bizim de böyle şeyler üretmemiz lazım” söyleminin pek bir anlamı ve gerçekçiliği yok. Pazar büyük oranda doymuş. Tekeller tarafından kontrol ediliyor. Yeni bir şey çıktığında büyük tekeller hemen onu yutuyor.
UNCTAD’ın hazırladığı dijital ekonomi raporuna göre, yazılım ve bilgi sektörünün tepesindeki %1’de bulunan şirketlerin pazar payı 1996 yılında %27’den 2015 yılında %52’ye gelmiş[1]. Buna mukabil, tepedeki %1’lik şirketin istihdam içindeki payı %25’ten %27’ye çıkmış. Sadece 2 puanlık bir artış!!! Sizin anlayacağınız dijital ekonomi iyi, güzel de istihdam yaratan bir sektör değil. Bugün Türkiye’nin en büyük sorunu nedir? Genç işsizlik!! E hem gençlerdeki işsizliği bir sorun olarak ortaya koyuyoruz hem gidip işsizliğin artmasına belki de en çok katkı yapan dijital teknolojilere yönelmeyi tavsiye ediyoruz. Perhiz ve lahana turşusu…
Dijitalleşmenin ekonomi politiği
Gerçekten çoğu basit bir yazılımdan ibaret olan bu uygulamaları geliştirmek çok zor değil. Zor olan bunları tüm dünyada kullanılabilir kılmak. Tabii bu noktada devreye siyasi güç giriyor. Mesela en büyük 50 internet şirketi çoğu Amerika ve Çin menşeli şirketler. Listede Fransa, İtalya, İspanya, İrlanda, Finlandiya, Hollanda, Belçika, Norveç, İsviçre, Danimarka vs. menşeli hiçbir şirket yok; Almanya, İngiltere, Japonya, İsveç ve Rusya’dan da yalnızca birer şirket var. Acaba Norveç ya da Hollanda’da “her şey hayal etmekle başlar, gelecek dijitalde, yapay zekâ teknolojisine yönelmemiz lazım” diye gençlere kuru sıkı öğütler verecek akıl hocaları yok mu?
Norveç, Fransa, İsviçre gibi gelişmiş ülkeler bu sektöre giremezken Türkiye gibi bir ülkede gençlere “dijital ekonomiye yönelin” tavsiyesi vermek hayal tacirliğinden başka bir şey değildir. Bunu yapacak olan mühendis zaten gider yıllık 200-300 bin dolar maaşla Silikon Vadisi’nde yapar, Hindistanlı bilgisayar mühendislerinin yaptıkları gibi. Biz, tüm bu uygulamaların ve cihazların yerli muadillerini üretebiliriz tabii. Türkiye’nin bunu yapacak alt yapı ve eğitimli iş gücü var. Ancak bunların üretileceği kurumlarda meziyetli ve yetkin kadrolar değil, yandaş kadrolar istihdam edildiği için daha ziyade papaz eriğini imam eriğine çeviren projeler finanse ediliyor.
Yine de sosyal demokrat bir iktidar belki yerli teknoloji konusuna daha gerçekçi ve ciddi bir şekilde eğilebilir. Fakat bu birtakım radikal kararlar ve siyasi tercihler gerektirir. Mesela herkesin WhatsApp kullandığı bir ortamda, hem ağ etkisinden hem kalite farkından dolayı, kimse bunun yerlisini kullanmayacaktır. Ya da herkesin iPhone satın aldığı bir ortamda kimse yerli telefonu tercih etmeyecektir. Yani yerli üretimi tetiklemek için öncelikle ithal ürünlerin ülkeye girmesini kota ve vergilerle kısıtlamak gerekir. Bu da korumacı politikalara geçiş demektir. Fakat daha evvel yapılan Gümrük Birliği vb. uluslararası ticaret anlaşmaları sebebiyle öyle kafanıza göre yerli üreticiyi teşvik etmek için vergileri düşürüp ona rakip ithal ürünlere yüksek vergi koyamazsınız. Dolayısıyla yerli teknoloji üretimine yönelmek için IMF, DB, Gümrük Birliği, DTÖ vs. gibi uluslararası serbest ticaret kurum ve antlaşmalarından çıkmak gerekir. Türkiye’de herhangi bir iktidarın bu hamleleri yapabilecek iradesi var mı? Emin değilim. Ama önümüzdeki zamanlarda meselenin biraz bu taraftan tartışılması gerektiğini düşünüyorum.
*Anıl ABA
Dr., Boğaziçi Üniversitesi
anilaba82@hotmail.com
[1] https://unctad.org/en/PublicationsLibrary/tdr2018_en.pdf