15 Temmuz darbe girişiminin bertaraf edilmesinin ardından ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) ve sıradan yasama ve yönetim aracı haline gelen Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile karanlık bir döneme girdiğimiz ortadadır.
Hükümetin, darbe girişimi düzenleyici ve destekçilerine yönelik benimsediği yöntem, hukukun ve demokratik mekanizmaların askıya alınması oldu. Gelinen noktada, tüm muhalif çevrelere yönelen ve KHK’lar eliyle yeniden yapılandırılan bir sistem ile karşı karşıyayız.
Ağustos ayında Özgür Gündem gazetesinin kapatılması, Eylül ayında Hayatın Sesi, TV 10, Van TV, Jiyan TV, Azadi TV, Zarok TV ile devam eden, 29 ekim tarihli khk ile Evrensel Kültür Dergisi, Tîroj, Özgürlük Dünyası, Dicle Haber Ajansı, Yüksekova Haber, JİNHA ve Azadiya Welat gazetesinin de içerisinde olduğu 10 gazete, 2 haber ajansı ve 3 derginin kapatılması ile süreç devam etmektedir. 31 Ekim tarihinde Cumhuriyet Gazetesi mensubu gazeteci ve yöneticilerin, 4 Kasım tarihinde HDP milletvekillerine yönelik gece yarısı gözaltıları ve ardından gelen tutuklama kararları, 11 Kasım tarihinde 370 derneğe yönelik kapatma kararı ile “süreklileşen” ve “olağanlaştırılan” bir dönem ilan edilmiş oldu.
Demokratik mekanizmaların ve insan haklarının askıya alındığı bu süreç içerisinde ifade hürriyetine yönelik uygulamalar özellikle ağır bir tabloyu ortaya çıkarmaktadır. 15 Temmuz tarihinden itibaren, tutuklanan 150’ye yakın gazeteci, kapatılan 173 medya kuruluşu, kapatılan 370 dernek ve HDP Genel Başkanı dahil 9 milletvekili ve sayısız yerel yönetim temsilcisinin tutuklanması, gelinen noktayı bize tüm çıplaklığı ile göstermektedir. Özellikle 29 Ekim tarihinden itibaren günlük bir rutin şekline dönüşen gelişmeler ciddi endişeler yaratmaktadır.
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Özgür Mumcu, 2 Kasım tarihli köşe yazısında durumu şöyle özetliyor:
“Bir rejim değişikliği sürecindeyiz. Bu sadece basit bir otoriterleşme ya da baskıcı yönetim meselesi değil. Şartların olgunlaştığına inanan siyasal İslamcı irade, soğuk savaş yıllarında düşlerini kurduğu düzeni oturtuyor.
Bu yeni düzen için saha temizliği gerekiyor. Darbe girişimiyse iktidara bu temizlik için gerekli zemini sağladı. Karşımızda hasım gördüklerini imha ettikçe büyüdüğünü ve durursa düşeceğini zanneden bir yapı var. Ancak krizle, çatışmayla, gerginlikle ve muhalefeti yok ederek var olabiliyor.”
Birgün Gazatesi yazarı Fatih Yaşlı, 6 Kasım tarihli köşe yazısında şu tespiti yapıyor:
“Rejim inşa sürecinde bir eşiği daha geride bıraktık; önce Cumhuriyetle yaşıt olan ve Cumhuriyetle özdeşlemiş olan bir gazeteye, Cumhuriyet gazetesine, ardından altı milyon seçmeni ve 59 milletvekili olan HDP’ye operasyon gerçekleştirildi. Operasyonların neticesi ise çok sayıda gazetecinin ve eş başkanlar da dâhil olmak üzere çok sayıda vekilin tutuklanarak cezaevlerine gönderilmeleri oldu. 4 Kasım itibariyle artık yeni bir evredeyiz, Cumhuriyet’in ve Demirtaş’ın sembolik olarak taşıdığı önem ve neyi temsil ettikleri akla getirildiğinde, olan bitenin ne anlama geldiği ve “yeni bir evre” derken ne kastettiğim daha iyi anlaşılacaktır.”
Hükümetin uygulamaları ve söylemleri üzerine derin analizler yapmak gereksizdir. Durum ortadadır. Sorun bizim ne yapacağımızdadır. Muhalefetin içinde bulunduğu hareketsizlik, yön verememe, örgütleyememe hali krizi derinleştirmektedir. 15 Temmuz sonrası yapılan tüm analizlerin ortak noktası, sol cenah açısından bir bitkisel hayatın söz konusu olduğu ve yeniden bir başlangıcın elzem olduğu yönündeydi. Şüphesiz bu bitkisel hayatın kökenini 12 Eylül sonrasında tüm muhalif çevrelere uygulanan ağır baskıda aramak gerekir. Hepimiz hatırlayalım, Haziran 2013 tarihinden önce de aynı bitkisel hayat ile karşı karşıya idik. 12 Eylül Darbesi üzerinden 33 yıl geçmesine rağmen ortaya yeniye dair ne bir örgütlenme modeli ne bir yerel yönetim modeli ne yeni bir anlayış geliştirilebildi. Haziran 2013 ile ortaya çıkan momentum “yeniyi” ortaya çıkardı ve siyasetçilerin önüne gündem olarak koydu. Fakat -başta CHP olmak üzere- tüm muhalif hareketler bu momentumu değerlendirerek “yeniye” olan ihtiyacı giderecek ne örgütsel ne de politik bir anlayış geliştirebildiler.
Geldiğimiz aşamada, yurttaşların umutsuzluk içerisinde politik alanın dışına savrulmasının, mücadele hattını ciddi bir biçimde zayıflattığını hepimiz görmekteyiz.
Yrd. Doç. Dr. Deniz Yıldırım’ın 11 Ekim tarihli yazısı, içinde bulunduğumuz “Politik Felç” halini CHP bağlamında şöyle tanımlamaktadır: “Politikleşmiş Yenilgi”.
“Politikleşmiş Yenilgi; zor zamanlarda bir çare sunamamak; umudu örgütleyememek; sistemin ekonomiden dış politikaya adım adım sürüklendiği olağanüstü krizler karşısında olağanüstü bir muhalefet, olağanüstü bir çıkış stratejisi belirleyememektir. Seçenek yaratamamak; kendini, hareket tarzını, sloganlarını tekrarlamak; iktidarın mevcut halini verili kabul edip onunla onun gibi olarak, taklitle mücadeleye kalkmaktır. Taklitlerse asıllarını yaşatır.
Politikleşmiş Yenilgi; iktidarın minderinde, onun kurduğu zeminde muhalefetçilik oynamaktır. Basın açıklamacılığa, destek ziyaretçiliğe, karşılıklı dayanışma mesajlarına, süslü ve altı dolmamış slogancılığa, sempozyum ve panel muhalifliğine sıkışmaktır. Stratejisizlik, buna uygun olarak halkı ve çıkışı örgütleyecek en geniş demokratik çarelerden, bir iktidar seçeneğini somut olarak örmekten yoksun olmak; bugünün temel meselesidir.”
İçerisinde bulunduğumuz OHAL gereklerine uygun olarak bir siyaset anlayışının benimsenmesi ve uygulanmasının hayati olduğu ortadadır. İktidarın günlük bir rutin içerisinde uyguladığı ve derinleştirdiği “rejim değişikliği”ni önleyebilmenin esas ve tek yolu, siyasete yurttaşları katmaktır. Siyaseti mahalle düzeyine indirmek ve aşağıdan yukarıya bir politik yapım sürecini hiç vakit kaybetmeden inşa etmektir. Salı konuşmalarına sıkışan, tek bir kişinin belirlediği siyaset yapma biçiminin hatalı, sonuç getirmeyen bir mekanizma olduğunu ortadadır.
Sosyal demokrasinin ne olduğunu kendi kendimize sormanın ve yanıtlamanın vakti gelmiştir. Ancak bu aşamada kısa ve öz bir cevap yeterli olacaktır: Kolektivizm; birlikte ve dayanışma içerisinde, omuz omuza durarak karar alma ve uygulamadır. Sosyal demokrasi anlayışı konusunda birçok farklı yorum olabilir; ama, teknik olarak, “kolektivizm” bizim enerjimizi, gücümüzü sağlayan çekirdektir. Binayı inşa ettiğimiz temeldir.
Bu bağlamda, Yrd. Doç. Dr. Deniz Yıldırım’ın 1 Kasım tarihli köşe yazısında CHP için “kurucu meclis” önerisi önemlidir ve ciddiyetle tartışılmalıdır.
Eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, kamucu, dayanışmacı, laik, bağımsız, toplumcu bir cumhuriyet ve ülke kurmak için mensubu bulunduğumuz yapıların siyaset yapma biçimlerini merkezi yapıdan, dolayısıyla lidere bağımlılıktan kurtarmalıyız. Siyaseti yeniden asıl sahibine teslim etmeliyiz. Kendimize.
*Alper ÇELİKEL
SODEV Yönetim Kurulu Üyesi
celikel.alper@gmail.com