004_a1902-turgut-ozel-ile-birlikte

Ali Tirali – Spor, Kriz ve Sol

f26d6079d9fd6c230c77ec537c7d5393_400x400 2016, uluslararası sportif turnuvalar açısından zengin, fakat Türkiye’nin bu organizasyonlardaki başarısı açısından zayıf bir yıl oldu. Geleneksel olarak zayıf olduğumuz -fakat ülkenin sahip olduğu doğal imkanlardan dolayı bu zayıflığımızın da sorgulanması gereken- kış ve su sporlarını, motor sporlarını yılın bilançosundan düştüğümüz zaman karşılaştığımız manzara ülkede en yaygın olan ve sevilen sporlarda bile bir başarısızlık manzarasıdır.

Türkiye 2016 yılının iki büyük spor olayında, Rio Olimpiyat Oyunları ve Avrupa 2016 Futbol Şampiyonası’nda son derece başarısız oldu. Gerçi Türk sporu bugün 1970’ler ve 1980’lerin üzücü tablolarından ilerdedir ve önemli aşamalar kaydetmiştir; fakat yine de bulunduğumuz yer 10.000 dolarlık yıllık gayri safi milli hasılası olan, 79 milyonluk bir ülkeye yakışmayan bir noktadadır. Burada mesele, 8 değil de 10 madalya kazanmak değildir, Avrupa Futbol Şampiyonası’nda son dakika golüyle tur atlamak da değildir; bunlardan çok ötede genel bir krizdir. Sporcu yetiştirememek, yetiştirilen sporcunun bedenini geliştirirken sportmenliği ihmal etmek, spor ülkesi olamamaktır.

Turgut Özal döneminden itibaren uygulanan spor siyaseti ülkeye çeşitli dallarda başarılar kazandırmıştır. Bu dönemin spor tesisi seferberliği, ufak kasabalara kadar yayılan çim sahalar ve spor salonları birçok gencin sporcu olmasına vesile oldu. Keza 1980’lerin sonunda başlayan amatör sporcular için uluslararası turnuvalarda aldıkları derecelere karşılık verilen maddi destekler, söz konusu spor dalları için bir teşvik aracı oldu. Ayrıca 1980’lerin sonundan itibaren Doğu Avrupa’daki reel sosyalist rejimlerin çöküşüyle bu ülkelerden bir çok sporcu ve antrenör Türkiye’ye kazandırıldı. Bütün bunlar değişimin sadece görünen ve genellikle olumlanan taraflarıydı. Fakat bir de bu gelişmelerin tetiklediği başka dönüşümler vardı.

Spor yapan kişinin, branşında başarılı olmanın ötesinde olimpik ruha, su katılmamış sporcu centilmenliğine sahip olması şarttır. Bizde başarı ve şampiyonluk fetişizmiyle bu temel mesele ihmal edildi. Oysa spor eğitimi sadece hızlı koşmayı ve disk atmayı değil, hepsinden öncelikli olarak gençlere “bunu” öğretmelidir. Olimpik ruh ayrıca bizim geleneğimizde “Yetmiş iki millete bir nazarla bakmak” dediğimiz yaklaşımın evrensel bir ifadesidir. Bu bakımdan Rıza Kayaalp gibi bir halka nefret kusan sporculardan hiç bir ülkeye hayır gelmez.

Futbol ve basketbol gibi spor dallarının kitlelerce algılanma şekli de sorunludur. Bu sporlar, küçük bir grubun yaptığı ve geniş kitlelerin yalnızca seyirci olarak takip ettiği birer kitle kültürü ve tüketim toplumu eğlencesine dönüşmüşlerdir. Bu belki bütün dünyada böyledir; fakat bu algıyı değiştirmek, dönüştürmek imkansız değildir.

Sağcı Turgut Özal çok fazla tesis açarak ve başarılı yabancı hocaların Türkiye’ye gelmesini teşvik ederek az zamanda sporda ilerlenme yaşanacağını düşünmüştü. Bu, kısmen gerçekleşti; fakat söz konusu hamlenin düşünsel arka planının zayıflığı yüzünden Türkiye daimi bir spor ülkesi olamadı. Olimpiyatlarda yarışan amatör sporculara verilen aşırı teşvikler yüzünden ülke doping cenneti oldu; profesyonel futboldaki yanlış siyasetlerden dolayı şike yaygınlaştı.

Sol/sosyal demokrat cenahın spor politikası, sağcıların sadece bazı maddi değişimlerle ilerleteceklerini düşündükleri sporun her şeyden önce bir kültür ve ahlak meselesi olduğunu anlamak ve onun örselenmiş temellerini yeni bir toplumsal bağlam içinde kurmak olmalıdır. Mesele, çok madalya almak değil, bedensel olduğu kadar zihinsel ve ahlaki açıdan da olgun ve gelişkin sporcular yetiştirmektir.

*Ali Tirali
EHESS-Boğaziçi Üniversitesi
Tarih Bölümü Doktora Öğrencisi,
alitirali@hotmail.com