OP19-leader2

Ali Tirali – İsrail Seçimleri Üzerine

İsrail sadece Yakın Doğu’nun değil, tüm dünyanın en özgün, kimlik açısından en ayrıksı ülkelerinden biri. Dünyanın bu tek Yahudi çoğunluklu ülkesi, daima tehdit altında ve savaşların gölgesinde varoluşu, dini kimlik-ulusal kimlik arasındaki gerilimiyle yetmiş yılı aşkın süredir zor bir demokratik tecrübeyi yaşıyor. Evet, demokratik bir tecrübe, zira ülkenin üzerine kurulmuş olduğu dini-politik ön kabuller ne olursa olsun İsrail demokrasinin şekli unsurlarından taviz vermemiş bir devlet. Komşularıyla (Suriye, Ürdün, Mısır) mukayese edilirse bunun nasıl bir ayrıksı özellik olduğu anlaşılacaktır.

İsrail’in politik sistemi de, ülkenin kuruluşundan beri değişmedi, oysa toplum çok değişti. 1950’lerde Arap ülkelerinden, 1990’larda eski reel sosyalist ülkelerden gerçekleşen göçler (aliya) bu toplumun beşeri manzarasında hatırı sayılır değişikliklere yol açtı. İsrail 1948’i takip eden yıllarda, elbette Doğu Bloku’ndaki örneklerden farklı olmakla birlikte, kuvvetli sosyalist ilhamlara sahip bir ülkeydi. Zaten bugünün toz dumanı arasında hatırlanmasa dahi, Siyonizmin birçok sol yorumu vardır. 1990’lara kadar çok güçlü bir parti olup bugün çöküş yaşayan İsrail İşçi Partisi de temelde sol-Siyonist bir partiydi. Belki Türkiye’de CHP’nin devleti/ulusu inşa eden parti olma vasfını terk etmeden, 1965’ten itibaren sosyal demokrasiye kaymasını hatırlatıyor biçimde; İşçi Partisi –ve öncülü Mapay- Siyonizmin sol yorumundan gelerek, gittikçe Avrupa sosyal demokrasisinin çeşitli ilkelerini benimsedi. Fakat başta Filistin sorunu olmak üzere, İsrail’in ulusal davalarında daima bir milliyetçi vurguya sahip oldu. 

Son genel seçim ve sonuçları

İsrail’in özgün bir seçim sistemi vardır; ülkenin Knesset adlı ulusal meclisine, tüm ülke tek bir seçim bölgesi kabul edilerek 120 parlamenter seçilir. 1949’da % 1 olarak tespit edilen seçim barajı, bugün % 3,25’tir. Bu seçim sisteminin sonucu olarak, ülkenin tarihinde hiçbir parti veya ittifak hiçbir seçimde Knesset üyelerinin yarıdan fazlasını kazanamadığı için İsrail tarihinin tüm hükümetleri koalisyon olmuştur.

Geçen ilkbahardan beri bir hükümet bunalımı yaşayan İsrail’de 17 Eylül 2019 günü gerçekleşen seçimleri[1], Benny Gantz’ın Mavi ve Beyaz listesi % 25,95 oyla 120 Knesset sandalyesinin 33’ünü elde ederek birinci tamamladı. Seçimden ikinci çıkan, -son zamanlarda hakkındaki yolsuzluk ve rüşvet iddiaları nedeniyle çok başı ağrıyan- Benjamin Netanyahu liderliğindeki Likud Partisi’nin ise %25,1 oyu ve 32 milletvekilliği var. Bu partileri –çoğunlukla Araplardan oluşan İsrail Komünist Partisi’ni- de içeren Müşterek Liste %10 oy ve 13 milletvekilliğiyle izledi. İsrail siyasi tarihinde ilk kez Araplar Knesset’te böyle güçlü bir temsile sahip ve bir anahtar rolü oynamaya aday durumdalar. Müşterek Liste’yi, dört aşırı sağ parti; Sefarad ve Mizrahi toplumlarının aşırı dinci kesimlerini temsil eden Şas, Avigdor Lieberman liderliğinde –Avrupa’daki aşırı sağ partileri çağrıştıran, aşırı milliyetçi- Evimiz İsrail, Aşkenaz toplumunun Hasidi-Haredi unsurlarının temsilcisi Yahadut-HaTora ve Adalet Eski Bakanı Ayalet Şaked’in Yamina Partileri izledi. İsrail toplumunu 1948-1977 arası aralıksız yönetmiş olan İşçi Partisi ise % 4,8 oyla sadece 6 milletvekili çıkarabildi. Sağcılaşan İsrail toplumunda merkez solun yıldan yıla eriyişi ayrıca üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olmakla birlikte bu yazı sınırlarının dışında kalıyor.

Koalisyon olasılıkları

Seçimlerin galibi –temel çizgisi itibariyle merkezci sayılabilecek- Mavi ve Beyaz listesinin lideri, İsrail Genelkurmay Eski Başkanı General Benny Gantz, asker geçmişinin de doğal neticesi olarak ülkede yaygın milliyetçi anlayıştan azade değil. Ancak –en azından- ülkedeki Arapları ve diğer “Yahudi olmayan” unsurları da kapsayacak bir vizyonu var ve savunduğu milliyetçilik, söz gelimi bir Netanyahu’ya göre daha az popülist özellikler gösteriyor. Gerçi Mavi ve Beyaz listesini, Likud’dan bir milletvekili fazla çıkardığı için seçimi galip tamamlamış saysak da, bu yazının yazıldığı 1 Ekim 2019 günü itibariyle halen nasıl bir hükümet kurulacağı, bu hükümete Gantz’ın mı, yoksa Netanyahu’nun mu başkanlık edeceği belli değil.  Mavi ve Beyaz Liste ile Likud arasındaki geniş tabanlı ulusal koalisyon kurma pazarlıkları da pek iyi geçmiyor. Likud parlamentoda Şas, Yahadut-Ha Tora ve Yamina Partileriyle fiili bir ittifak içinde bulunması nedeniyle 55 milletvekilinden oluşan bir bloku kontrol ediyor; bu yüzden Likud’suz koalisyon kurmak da kolay değil. Likud’la çekişme içindeki Evimiz İsrail ise Likud’dan bile daha aşırı bir sağ parti olduğu için, Lieberman’la Arap partilerini aynı koalisyonda birleştirmek de kolay değil. Kısacası İsrail’de 17 Eylül seçimlerinden sonraki manzara biraz bizim 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasındaki meclis aritmetiğine benziyor; MHP ile Evimiz İsrail, HDP ile Müşterek Liste benzer karşı kutupları temsil ediyorlar. Bu çok farklı gruplara kısa dönemli de olsa ortak bir çizgide oy kullandırtmak kolay değil.

İsrail siyasetindeki dönüm noktalarından biri Temmuz 2018’de çıkan “Milliyet Kanunu” veya “İsrail’in Yahudi Halkının Ulus-Devleti Olmasına Dair Kanun”. 120 Knesset üyesinin sadece 62’sinin oyuyla kabul edilen bu kanun ülkedeki azınlıkları dışlıyor, İbranice’yi tek resmi dil yapıyor ve ülkedeki değişik kökenden vatandaşlar arasına bir hiyerarşi koyarak ülkenin demokratik niteliğini tehlikeye atıyordu. Bu kanuna bir tepki olarak İsrail’in Arap yurttaşları geçmişe göre daha kitlesel bir politik seferberlik içine girdiler. Bu seferberlik seçim sonuçlarına da yansıdı; bu nedenle Araplar yeni kazandıkları bu siyasi ağırlıkla İsrail politikasında daha da belirleyici olmak istiyorlar. 

Türkiye ile ilişkiler

Benny Gantz’ın –belli ki Arap partilerinin de desteğiyle- bir koalisyon hükümeti kurması Türkiye-İsrail ilişkilerini nasıl etkiler? Aslında bu sorunun cevabı çok da zor değil. Türkiye-İsrail ilişkilerinin bu denli düşük seviyede seyretmesinden İsrail sorumlu olmadığı gibi bu ilişkilerin düzelmesiyle İsrail’deki muhtemel hükümet değişikliği arasında da hiçbir bağ yok. Türkiye-İsrail ilişkilerinde anlamlı bir düzelme Ankara’daki iktidar değişmeden söz konusu olamaz.

Türkiye bilindiği gibi son yıllarda TPAO vasıtasıyla, Doğu Akdeniz’de hidrokarbon arıyor. Ancak Doğu Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerden –belki Lübnan hariç- tamamıyla olağanüstü kötü ilişkileri var. Bu yüzden sık sık Kıbrıs, İsrail, Mısır gibi ülkelerle karşı karşıya geliyor. Bu mesele, tabii Türkiye ile İsrail arasında mevcut gerginliklere bir yenisini ekledi. Aslında bu sorunun asıl muhatabı İsrail değil Güney Kıbrıs olduğu halde Türkiye’nin denge gözetmeyen dış politikası her alanda kendine karşı bir ittifak oluşmasını adeta teşvik ediyor. Bu yüzden Türkiye geçenlerde Kahire’de yapılan Doğu Akdeniz Gaz Forumu’na dahi davet edilmedi.    

Türkiye-İsrail ilişkileri altın çağını 1990’larda yaşamıştı. Başta Süleyman Demirel ve Bülent Ecevit olmak üzere, o dönemin devlet adamları Filistin Kurtuluş Örgütü ve efsanevi lideri Yaser Arafat’la dostane ilişkilerini sürdürürken İsrail’le özellikle askeri, istihbari ve ticari alanlardaki işbirliğini bozmamak için olağanüstü bir gayret sergilemiş; birkaç yol kazası haricinde hassas bir dengeyi başarıyla sürdürmüşlerdi. 2002’de AKP iktidarının başlaması, söz konusu partinin temsil ettiği İslamcı çizginin barındırdığı antisemit tavırla Türkiye-İsrail ilişkilerini gittikçe bozdu; 2010’daki Mavi Marmara Olayı’yla da bitkisel hayata girdi.

Yarın tek adam rejiminden ve İslamofaşizmden kurtulmuş bir Türkiye elbette İsrail’le ilişkilerini düzeltmek zorunda olacaktır. Türkiye-İsrail arasında normal ilişkiler -sadece bu iki devletin değil- Filistin’in ve İsrail’in Müslüman yurttaşlarının da yararınadır. Fakat ne olursa olsun, Türkiye ile İsrail arasında bir normalleşmenin ilk şartı Ankara’da “normal” bir hükümet olmasıdır.

*Ali TİRALİ
SODEV YK Üyesi
alitirali@hotmail.com


[1] Bu seçimler aslında 9 Nisan 2019’da gerçekleşen ve Likud ve Mavi ve Beyaz Liste’nin 35’er milletvekili çıkarıp, Knesset’te güven oyu alabilecek bir hükümet kurmayı başaramadıkları seçimleri takiben daha uygun bir parlamento aritmetiği oluşması amacıyla gidilen bir erken seçimdi.