107 Haziran 2015 seçimlerinin siyasi panoramada yarattığı önemli değişikliklerden biri, kendini sol olarak tanımlayan partilerin toplam oyunun yıllar sonra ilk kez %38’i geçmesiydi. Bu, 1977 seçimlerinden sonra hiç yaşanmamış bir tabloydu. Eldeki yazıda bu oranın, Türkiye demokrasisinin tarihinde nasıl bir dönüm noktası olduğunu ve hangi potansiyeli yarattığını tartışırken; partilerin solu ne kadar temsil ettikleri ve ne kadar solcu oldukları hakkındaki -Ortaçağ manastırlarında rahiplerin bir topluiğne üzerinde kaç meleğin dans edebileceğini hatırlatan- tartışmaları bir kenara bırakmalıyız. Bu çerçevede, Türkiye’de solun iki ana mecrası olan Anadolu Devrimi’nin mirasçısı ve sosyal demokrat Cumhuriyet Halk Partisi ile hem Kürt ulusal hareketinin politik temsilcisi olan, hem de 1970’lerden bugüne gelen birçok politik geleneği içinde barındıran «çatı parti» Halkların Demokratik Partisi’ni merkeze almalıyız. Türkiye’nin toplumsal yapısı, sosyal demokrasinin işçi sınıfı içinde geliştiği Batı Avrupa ülkelerine tam olarak benzemediği için de, Türkiye solu içinde özgül politik ağırlığı olan Alevilik ve Kürtlük gibi kimliklere de ayrıca vurgu yapılmalıdır. Zira sol düşünce, evrensel olsa da, onun politik tabanı her ülkenin kendi toplumsal yapısına göre biçimlenir.
Türkiye ortamında sol oyların belirişi
Türkiye de sol oyların toplumsal desteğini hesaplamak için en uygun başlangıç 1965 seçimleridir. O yıl CHP, ilk kez, «Ortanın Solu» olarak bilinen ve özellikle partinin altı kurucu ilkesi içindeki devletçilik, halkçılık ve devrimcilik prensiplerini dönemin şartlarına uygun olarak yeniden yorumlayan ve demokratik sosyalist bir anlayışa ilk adım olarak düşünülebilecek program ile seçim meydanlarına çıkmıştır. 1951 ara seçimlerinde Esat Adil Müstecaplıoğlu’nun Türkiye Sosyalist Partisi ile 1957 seçimlerinde Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın Vatan Partisi’nin çok sınırlı ve cılız katılımlarını saymazsak, yine 1965’te ilk defa bir Marksist parti, Türkiye İşçi Partisi (TİP) seçimlere katılmış ve CHP ile TİP’in toplam oyu %31,7 olmuştur. (CHP %28,7 , TİP %3)
1969’da ise CHP ve TİP geriliyor ve parlamenter temsilleri azalmıştır. TİP’in parlamenter temsilinin düşmesi, büyük oranda 1965 seçimlerinde kullanılan milli bakiye sisteminden vazgeçilmesinden kaynaklanmıştır. 1969 seçimlerini yeniden yorumlarken, temsil ettikleri kitleler bugün itibariyle esasen solun oy havuzunda olan iki partiyi daha göz ardı etmemek gerekir. Bunlardan ilki esasen Alevi-Bektaşi toplumunu temsil etmek iddiasındaki Birlik Partisi (BP)’dir. 1966’da kurulmuş ve 1969 sonrasında Mustafa Timisi’nin liderliğinde sola kayana kadar esasen geleneksel Alevi-Bektaşi dini otoritelerinin desteğini almış olan BP, anti-komünist ve Türkçü yönelimli bir partiydi. İkinci parti ise 1961’de Demokrat Parti içindeki muhalif kanadı temsil eden bir merkez sağ parti olarak kurulmuş; fakat Adalet Partisi (AP)’nin bu siyasi misyonun tek temsilcisi olarak belirmesiyle zayıflamış olan Yeni Türkiye Partisi (YTP)’dir. Yusuf Azizoğlu liderliğindeki YTP bu dönemde bir etnik parti olmasa da, sık sık “Doğu sorunları”na özel vurgu yapan, genellikle Kürt aristokrasisinden ve yönlendirdiği kırsal kitlelerden destek alan bölgesel bir parti olmaya evrilmişti. YTP açıkça merkez sağda yer alan antikomünist bir parti olarak, antikolonyal-sol milliyetçiliklerin yükseldiği bir çağda bu kimliğiyle başarılı olamadı. YTP’nin Irak’ta 1950’lerin sonunda başlayan Kürt rönesansı ve Kürdistan Demokrat Partisi’nin Türkiye’deki sempatizan kitleleriyle ilişkisi araştırılmaya muhtaçtır. Fakat her hal-ü karda 1969 seçimleri, Türkiye’de etnik ve mezhebi farklılıkların ilk kez açıkça sandığa yansıdığı seçim olarak Türkiye siyasi tarihinde önemli bir dönüm noktasına işaret eder. Bu bağlamda, 1970’de militan ve köktendinci Sünniliğin partisi olarak Milli Nizam Partisi’ni kuracak olan Necmettin Erbakan’ın da ilk kez bu seçimde bağımsız Konya milletvekili olarak TBMM’ye girdiğini hatırlayalım. Bu seçimde bahsi geçen partilerin oyları şöyleydi: CHP %27,3; BP % 2,8; TİP %2,7; YTP % 2,2)
1970’lerden 12 Eylül sonrasına
1970’lerde ise sol yükselecektir. 12 Mart darbesinden sonra yapılan 1973 seçimlerinde sol pozisyonunu daha da tahkim etmiş olan Bülent Ecevit başkanlığındaki CHP %33,2 oranında oy alacaktır. Bu seçimde Marksist sol bağımsız bir parti olarak temsil edilememiştir. Öte yandan sola kayan ve ismini Türkiye Birlik Partisi olarak değiştiren BP, TİP içindeki Mehmet Ali Aybar grubu ile seçim ittifakı yapmış, ama başarısız olmuştur. (%1,1 oy, 1 milletvekili) YTP ise 1973 seçimlerinden bir kaç ay önce kendini feshedip AP’ye katılmıştır. 1977 ise CHP’nin %41,4’lük oy oranına ulaşarak en büyük seçim başarısını kazandığı yıldır. 1977’teki sonuç, Türkiye’de solun bugüne değin elde ettiği en büyük seçim başarısıdır. CHP, solun neredeyse tüm renklerinin desteğini alabilmiş; ayrıca sağ partilerin tabanından da daha önce alamadığı oylara ulaşmıştır. 1977 seçimlerine ayrıca TBP ve -bu kez tavizsiz Sovyet yanlısı bir parti olarak yeniden kurulan- TİP de katılmış, son derece düşük oylar alıp TBMM’ye temsilci gönderememişlerdir.
1970’lerin sonunun bir başka özelliği ise -genel seçimlerde pek gözlemlenemese de- yerel seçimlerde bağımsız aday olan Kürt politikacıların önemli şehirlerin belediye başkanlıklarını kazanmış olmasıdır. Mehdi Zana’nın Diyarbakır, Urfan Alpaslan’ın Ağrı, Edip Solmaz’ın Batman belediye başkanlığına seçilmeleri, Kürt bölgelerinin adım adım Türkiye siyasetinin ana akım partilerinden uzaklaşmalarının en dikkat çekici sinyalidir.
12 Eylül’den sonra kurulan merkez sol partilerden sadece Halkçı Parti (HP) 1983 seçimlerine katılabilmiş ve teşkilatının derme çatmalığına ve ideolojik belirsizliğine rağmen %30,4 oy almayı başarmıştır. Bu partinin Hakkari, Diyarbakır ve Ağrı’da birinci parti olması da dikkat çekicidir. HP, 1985te -solun asıl partisi olarak algılanan- Sosyal Demokrasi Partisi ile birleşip SHP’yi oluşturur. Aynı yıl Rahşan Ecevit de Demokratik Sol Parti (DSP)’yi kurmuştur. 1987 seçimlerinde SHP %24,7 DSP ise 8,5 oy almıştır.
1989’da ünlü Paris Kürt Konferansı olur. Bu konferansı takip eden olaylar sonucunda SHP bölünür ve -ilk başta açık bir Kürt partisi vurgusu olmayan- Halkın Emek Partisi (HEP) kurulur. 1991 seçimlerine SHP ve HEP müttefik olarak girer ve %20,7 oy alırlar. SHP’yi “Kürtçülük”le itham edecek kadar sert bir milliyetçi söylem kullanan DSP aynı seçimde %10,7 oyla kıl payı barajı geçer.
1992 yılı, hem SHP ve Kürt politikasının yol ayrımına geldiği, hem de CHP’nin yeniden kurulduğu yıldır. Bu yılda, SHP döneminde tutarlılık kazanmış evrensel sosyal demokrasi istikametinden sapılarak eski pozisyonlara dönüşün ilk işareti verilmiştir. 1995 seçimlerinde DSP %14,6, CHP %10,7, Kürt politik hareketini temsil eden Halkın Demokrasi Partisi (HDP) % 4,1 oy alırlar. 1999’da ise DSP %21 oyla birinci parti olurken, CHP %8,7 oyla TBMM dışında kalır. HADEP %4,7 ve büyük umutlarla ve eski Marksist solu toparlama iddiasıyla kurulan Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) %0,8, diğer sosyalist partiler ise toplamda % 0,2 oy alırlar.
2002 ise dibe vuruş yılıdır. CHP % 19,3, DSP % 1,2, DSP’den ayrılan sosyal demokrat politikacıların kurduğu Yeni Türkiye %1,1, kapatılan HADEP’in yerine kurulan Demokratik Halk Partisi %6,2 oy alır. Diğer sol partilerin toplam oyu ise %0,5’tir.
2007 seçimlerinde CHP-DSP ortak listesi %20,8, Kürt hareketi ve çeşitli sol partilerin desteklediği bağımsız adaylar % 3,8 oy alırlar. CHP, 2011 seçimlerine ise yeni lideri Kemal Kılıçdaroğlu başkanlığında sosyal demokrasinin temel ilkelerine özenle yaklaşan bir programla girer; CHP %25,9, Kürt hareketi ve sol partilerin desteklediği bağımsız adaylar %5,7 oy alır.
2015 seçimi
2015 bu açıdan bir dönüm noktasıdır. Türkiye’de sol hareketler, 2015 yazı itibariyle büyük değişimleri gerçekleştirmeye dönük yeni bir tarihsel blok inşa etme aşamasındadır. Bu tarihsel blok, bir taraftan Türkiye’nin geleneksel şehirli orta sınıflarına, bir taraftan savaş içinde politikleşmiş Kürt kitlelerine açılmaktadır. Sol, yıllar sonra %40’lara yaklaşmıştır. Bu noktadan sonra hem CHP ve HDP kendi kitlelerini konsolide etmeli, hem de bu doğal oy havuzunun dışındaki oylara yönelmelidir.
Şehirleşmedeki hızlı ve kontrolsüz artış, ülkede tehlikeli sosyal dengesizliklere yol açsa da CHP’nin, nispeten düzenli büyüyen Batı ve İç-Batı Anadolu metropollerindeki yükseliş trendi yeni bir toplumsal olguyu göstermektedir. Sözgelimi CHP, çok partili dönemde ilk kez bir genel seçimde Eskişehir’de birinci parti olmuştur. CHP’nin savunduğu sosyal demokratik çizgi, sanayi ve üniversite kenti Eskişehir’in siyasi öncelikleriyle uyuşmaktadır.
CHP, Eskişehir’in yanıbaşında, Bilecik ilinde de dikkat çekici bir oy artışı sergilemiştir. Bu olgunun, Bilecik’in endüstri merkezi olan ve ciddi göç alan Bozüyük ilçesindeki parlak sonuca büyük oranda bağlı olduğu görülmektedir. Tekstil sanayiinin yaygın olduğu Denizli’de de, CHP son üç seçimdir yükselen bir grafik çizmektedir.
Kısaca söylemek gerekirse, CHP bir şehir partisidir. CHP oyları geleneksel yapıların büyük ölçüde çözülmüş olduğu metropollerde artış göstermektedir. Sosyal demokratlar, hizmet sektörü ve sanayinin başat olduğu bölgelerde güçlenmektedir. Ama bu durum, Türkiye siyasetinde belirleyici olan kültürel özelliklerden elbette kopuk değildir. CHP her sanayi şehrinde kuvvetli değildir; geleneksel ilişkilerin ve sağcı bir politik kültürün egemen olduğu Kayseri’de ve Konya’da son derece zayıftır.
HDP oylarının ise, Kürt coğrafyasının hem kentsel hem kırsal bölgelerine hakim olduğu görülmektedir. Özellikle HDP kitlesi içinde, 1990’ların zorunlu göçleriyle yerinden yurdundan edilen ve Diyarbakır, Van, Yüksekova gibi iri yerleşim birimlerinin varoşlarına yerleşen en yoksul ve madun kesimler partinin en militan ve gözüpek unsurları olarak hem seçim çalışmasına hem de HDP’nin savunduğu «yaşamı dönüştürme» stratejisine katkıda bulunmuşlardır.
HDP’nin Batı’da aldığı oylar, 7 Haziran seçimleri sonrası «emanet oylar» veya «Batı’daki Kürt oyları» şeklinde -siyasi pozisyonuna göre herkes tarafından farklı- tanımlanmış; bu oyların genel niteliği ve yapısı tam olarak analiz edilmemiştir. Ancak görünen o ki, HDP hem Kürt diasporasından, hem sol eğilimli orta sınıf oylarından, hem de geleneksel Marksist partilerin tabanlarından oy almış; bu arada CHP tabanından da bir kesimi kendisine oy vermeye ikna etmiştir.
2015 yazı boyunca CHP ve HDP arasında bir yakınlaşma vuku bulmuş; fakat bu iki partinin toplam milletvekili sayıları parlamenter çoğunluğa yetmediği için bu yakınlaşma bir koalisyona evrilememiştir. Bu sürecin derinleşerek devam etmesi, iki partiye hem kısa hem de uzun vadeli olarak fayda sağlayacaktır. 2015 yazındaki yakınlaşmanın her iki partinin tabanında olumlu yankıları olmuştur. Böylece, bu iki partinin tabanlarının birbirine çok uzak olduğu hakkındaki yersiz iddia tarihe karışmıştır. CHP’yi yıllarca hasta eden ulusalcı virüse rağmen parti tabanının son tahlilde sosyal demokrat olduğu, tahmin edilenin aksine anti-Kürt ırkçı söylemlerden etkilenmediği, Kürt halkının hak taleplerine duyarsız kalmadığı görülmüştür. Özetle, muhtemel bir CHP-HDP işbirliği geniş halk kitlelerinin rızasını alabilecek durumdadır. Bu işbirliğinin mutlaka bir seçim ittifakı şeklinde olması gerekmez. HDP %13 oy alarak barajı geçtiğine -ve önemli ölçüde oy kaybetmesi için belirgin bir sebep olmadığına- göre bir seçim ittifakının lüzumu ve/veya aciliyeti yoktur.
Yapılması gereken nedir? Kelimenin en geniş anlamıyla işbirliğidir; mümkün olan en geniş ölçüde ortak tavırdır. Uygun bir meclis aritmetiği elde edilirse, ayrıntılı bir ortak programa sahip bir ikili koalisyondur. Bu işbirliğinin bu denli hayati olmasının tek sebebi iki partinin sol kimlikleri değildir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi CHP, “Kürtlerin partisi”yle işbirliği yaparak, Kürt halkının geniş kesimlerini 1920’lerden beri yabancılaştırmış hataları tashih etme imkanına kavuşacaktır. Ege, Karadeniz, Trakya’da da terörizm ve şehit cenazeleriyle özdeşleştirilen Kürt Hareketi, önyargılardan arınarak normalleşecektir. Bir başka deyişle, 2014 cumhurbaşkanlığı seçiminde başlayan normalleşme süreci tamamlanacaktır. En önemlisi, Ortadoğu barışını ve Türkiye’nin huzurunu en vahim şekilde tehdit eden, en çirkin yüzüyle IŞİD canavarında cisimleşen İslamcılık tehlikesine karşı gerçek -ve sapasağlam- bir seküler blok kurulmuş olacaktır. İslamcılığın emperyal hayallerine nazire olarak tarif edersek: Kobani’den Edirne’ye kadar uzanan bir blok.
2015 yılı, Türkiye’de solun toplumsal alanda yükseldiği, kökü Gezi’de olan bir ağacın ilk meyvelerini verdiği yıldır. Türkiye solu bu fırsatı dikkatli ve etkili şekilde kullanmaya mecburdur.
*Ali Tirali,
EHESS-Boğaziçi Üniversitesi
Tarih Bölümü Doktora Öğrencisi,
alitirali@hotmail.com