Türkiye epeydir unuttuğu, siyasi gündemin yoğunluğundan geçmişte pek üstünde durmadığı bir yolsuzluk dalgasıyla sarsıldı. Dört bakanın, bir banka genel müdürünün, belediye başkanlarının, işadamlarının adının karıştığı büyük bir dalga bu. Konu günlerdir tartışılıyor, daha da tartışılacak. Bir paralel devletten bahsediliyor; yüzlerce üst düzey polis görvden alındı, yüzlerce polis bulundukları yerlerden başka yerlere sürüldü, savcılara görevden el çektiriliyor, milyonların gözü önünde devletin organları birbirlerine tehditler savuruyor. Eğer sistem bozuksa bir müdür gidip yerine başka biri geldiğinde birşey değişmeyecektir. O yeni gelen de ya sisteme uyacak ya da başkasının çıkarlarına dokunduğunda oradan fırlatılıp atılacaktır. Peki yıllardır siyaseti ve toplumu kemiren bu illetten nasıl kurtulacağız?
Temiz toplum temiz siyasetten geçer
Yolsuzluk ekonomisinin ve çürümüşlüğün birçok boyutu vardır. Bunların en önemlilerinden biri insan ve iktidar boyutudur. “İktidar yozlaştırır, mutlak iktidar ise mutlaka yozlaştırır” sözü boşuna söylenmemiştir. Yolsuzluk ve yozlaşma bir kez başladı mı -önlenemediği takdirde- sistemleşiyor ve o da şu soruyu akla getiriyor: acaba yolsuzluk yapılan yerlere dürüst insanlar getirilirse sorun çözülür mü? Eğer sistem doğru işlemiyor ve yolsuzluk üretiyorsa, yolsuzluk yapan kişiyi değiştirseniz bile sistem bir diğerini üretir. Sisteme müdahale etmeden insana yapılan müdahale, yürürlükteki işleyişin zaferi ile sonuçlanır ve eski sistem işlemeye devam eder.
Yolsuzluk ekonomisinin en önemli aktörlerinden biri hatta birincisi siyaset kurumunu ele geçirmiş olan ve bu kurumun önemli noktalarında bulunan kişilerdir. Bunlar; liderden başlayarak bakan, milletvekili hatta yerel parti önderlerine kadar inen bir zinciri teşkil eder. Bu siyasal aktörler ve kişilerin, eski sistemin içinde kalabilmeleri için oyunu kurallarına göre oynamaları gerekir. Aksi takdirde siyasetin ve sistemin dışına itilirler; o durumda da nemalanma sona erer ve siyaseti besleyen kaynaklar kurur. Kaynaklar kuruyunca siyaseten bir yere gelmek zorlaşır, hatta imkansız hale gelir; böylece kişi giderek siyasi, ekonomik gücünü kaybeder. Kişi toplumda siyasi kariyeri sayesinde elde ettiği statüsünü kaybedince, çevresi üzerindeki gücünü ve toplumdaki saygınlığını da yitirmeye başlar. Böylece egemenlik alanı daralır ve iş yapamaz hale gelir. Bu çerçeveden bakıldığında sistemin iç içe geçen üç halkadan oluştuğunu görürüz:
“Birinci halka”nın içinde yolsuzluk ekonomisin başlatan birinci derecede belirleyici olan siyasi aktörler vardır. Bunlar, çoğunlukla önemli mevkileri işgal etmiş ve siyasi kariyerleri olan insanlardır.
“İkinci halka”, sistemin sürmesini sağlayan toplum ile halkanın içinin -yani merkezin ya da iktidarın- bağını kuran kaynak, güç, statünün çevreye kademeli aktarımını sağlayan araçlardan ve bu araçların fonksiyonel hareketinden oluşur.
“Üçüncü halka”da ise geniş halk yığınları yer alır. Merkezin yolsuzlukla beslenen, siyasal iktidarla pekişen gücü, ikinci halkaca propagandası yapılınca, bu büyük güç ve propaganda karşılığında geniş halk yığınlarına boyun eğmekten başka bir şey kalmamış olur. Genellikle halkın ikna edilmesinde ve boyun eğmesinde ikinci halkada yer alan medyanın rolü çok büyüktür. Böylece sistem; iç dış mihraklar, çeteler, komplo suçlamaları ve birlik, bütünlük, adalet, vatan, kalkınma vb nutukları ve hamaseti altında sürüp gider. Hatta bu hükmetme ve onun araçları bazen o kadar iyi işler ki halkanın dışındaki geniş halk yığınları bunlara gerçekten inanmaya başlar, onları kendine lider seçer, partisini destekler, iktidara getirir. Üstelik bunu her seferinde kendi yoksulluğunun bir kat daha artması pahasına yapar. Sonunda “kendi elleri ile kendi gözlerini oyan”, “bindiği dalı kesen” bir duruma gelir, getirilir.
Yolsuzluk ekonomisinde siyasi aktörlerden kaynaklanan sebepler
1. Mevcut sistem genellikle hakkı, hukuku, erdemleri, adaleti, dürüst olmayı sözde savunup gerçekte ise bencilliği kendine yontmayı, haris olmayı öne çıkaran insan tipi yetiştirmektedir. Sonuçta suyun başında bulunanlar ondan en büyük payı almayı adeta mubah saymaya başlarlar.
2. Sistem gücü öne çıkaran, güç ve kudret sahibi olanların rağbet gördüğü bir mekanizma ortaya çıkardığından ve gücün önemli unsurlarından biri de ekonomik güç olduğundan, birinci derecedeki siyasi aktörler kamu kaynaklarını kendi çıkarları doğrultusunda sömürerek güç ve kudret sahibi olmak isterler.
3. Sistem geleceğe dönük sosyal ve ekonomik güvenceler sağlamadığından bireyler, gelecekleri ile ilgili sosyo-ekonomik güvenlik mekanizmalarını kendileri oluşturmaya çalışarak kendilerini, ailelerini ve çevrelerini güvence altına almak isterler.
4 Siyasi aktörün çevresinden kaynaklanan sebepler önemli rol oynar. Çevresinin övücü yaklaşımı sonucu siyasi aktör (lider), kendini aynı zamanda yakın çevresinin de kurtarıcısı olarak görmeye başlar. Onları da bu kaynaklardan yararlandırmaya, kendisi ile birlikte çevresini de “ihya” etmeye çalışır. Bu da kamu kaynaklarının bir kısmının liderin ailesine, yakın çevresine akmasına yol açar. Böylece merkezde (yani dairenin içinde) yer alan herkes bundan bir biçimde payını alır.
5. Partiden kaynaklanan sebepler de vardır. Liderin konumunu sürdürebilmesi için kendisini orada tutmaya yarayan ve konumunu halkın gözünde “meşru” kılan bir güce ihtiyaç vardır. Bu fonksiyonu parti görür, bunun karşılığında ise liderin sağlamış olduğu kamu olanaklarından nemalanır.
Sistem şöyle işler: Lider kendini seçecek olanları çeşitli kombinasyonlarla bizzat seçer veya seçtirir. Bunlar, başta lider olmak üzere merkezi organları seçerler. Diğer bir deyişle merkez kendini seçecek olanları daha önceden seçer, onlar da dönüp kendini “atamış” olan merkezi seçerler. Zamanla çevre, yani partinin taşra organları, merkezi başta tutmanın bedeli olarak çeşitli rantlar ve gelirler ister. Lider ve merkez kadroları da çevreyi temsil eden öncü kadrolardan başlayarak partiyi beslemeye çalışır. İhale verme, kamu bankalarından kredi sağlama, devletin kasasından proje adı altında para aktarma, çeşitli kamu kurum ve kuruluşlarına -liyakat ve ehliyet aramadan- kendi adamlarını atama, partililerin beğenmedikleri kamu görevlilerini başka yerlere sürme gibi mekanizmalarla bu çark işleyip gider.
6. Bu döngü, giderek bir yaşam felsefesini ortaya çıkarır. O da, “devletin malı deniz, yemeyen domuz”, “bal tutan parmağını yalar” zihniyetidir. Yolsuzluk ve umutsuzluk o kadar büyük bir ağ halinde ülkeyi sarar ve o denli sürekli hale gelir ki, artık bu ilişkiler ve yaşananlar mubah görülmeye başlanır; sessizlik ve tepkisizlik adeta “onaylanır”!…Siyasi partiler için artık devlet, “yönetilmesi gereken bir aygıt olmaktan çıkar, paylaşılması gereken bir ganimet haline gelir”.
7. Bürokrat, -kamu görevlisi olarak- halkın işini görmek, kolaylaştırmak, devlet düzeninin işleyişini sağlamakla yükümlüdür. Ancak yolsuzluk ekonomisinin yayıldığı ülkelerde durum hiç de böyle değildir. İktidarlar tarafından atanan bürokratların bir kısmı genellikle iktidarların istek ve dileklerini yerine getirme karşılığında kendileri de rüşvet, torpil, “işi kolaylaştırma komisyonu”, kredi, kayırma, atama, yükseltme gibi mekanizmalarla yer edinirler. Öyle bir an gelir ki bürokrat, kendini halkın hizmetinde bir kamu görevlisi olmaktan ziyade liderin ve onun partisinin atadığı bir memur olarak görmeye başlar. Lider ve parti de genellikle himayesine aldığı bürokratı böyle görür. Dolayısıyla çark, “karşılıklı olarak güvence” altına alınmış olur.
Görüldüğü gibi yolsuzluk ekonomisinin oluşması için bir sacayağının oluşması gerekiyor. Tepede, siyaset kurumu yolu ile iktidarı ele geçirmiş siyasi aktör, parti organları ve onun öncüleri kısacası “siyaset” yer alır. Karşıda yolsuzluk ekonomisinin kaynağını oluşturan sermaye, işadamı, işini yapmak ve yürütmek isteyen kişi ve kurumlar yer alır. Arada ise bu işleyişi sağlayan bürokrasi vardır. Sacayağının bir tarafı eksik olursa yolsuzluk düzeni de bozulmuş, en azından kesintiye uğramış olur. İşleyişin sürmesi için bu üç unsurun bir araya gelmesi gerekiyor.
8.Yasalardan kaynaklanan sebepler çerçevesinde şunu vurgulamak gerekir: “Demokratik” devleti “bürokratik” devletten ayıran temel unsur şeffaflıktır. Demokratik devlette şeffaflık vardır. Kim ne yaparsa hesabını verir. Çünkü her şey kamuoyunun gözleri önünde cereyan eder. En azından katılım ve denetim mekanizması bunu sağlar. O nedenle “iyi iş” yapanlar ödüllendirilir, “kötü iş” yapanlar ise cezalandırılır. Bu ceza mekanizması oy sistemi ile olduğu gibi suçun nevine göre yasal mekanizmalarla da yerine getirilir. Burada “devletin insanı”ndan ziyade “insanın devleti” veya insanın hizmetindeki devlet vardır.
9. Yasalar burada büyük önem taşıyor. Eğer yasal mekanizma -Türkiye’deki gibi- ekonomik suç işleyenlere yaptırım getirmiyorsa bu, ekonomik suçu teşvik eder. Günümüzde, devletin bankalarını soyanların, kamu bankalarını hortumlayanların, rüşvet verip rüşvet alanların önemli bir yasal engelleme ve ceza ile karşı karşıya kalmadıklarını görüyoruz. Bu durum, sadece kamu kaynaklarının çarçur edilmesini teşvik etmekle kalmamakta aynı zamanda kamu vicdanını ve halkın adalet duygularını da zedelemektedir.
10. Önemli bir yasal sorun da, “milletvekili dokunulmazlığı”dır. Bu dokunulmazlığın, kürsü dokunulmazlığı ile sınırlı olması gerekirken, mevcut sistemde milletvekili, ekonomik suçlar da dahil “adi suçlar” karşısında dokunulmaz bir konumdadır. Dolayısıyla bir çok milletvekili, milletin dertlerine çare olacak çözümler bulmak ve bu alanda siyaset üretmek yerine genellikle çevresine ve yandaşlarına rant üretme uğraşı içine girmekte ve üstelik bu yaptıklarından dolayı sorumlu tutulmamakta, cezalandırılmamaktadır. Yolsuzluğu teşvik eden katı merkeziyetçi, “bürokratik devlet” yapılanmasının panzehiri, şeffaflığı öne çıkaran, dışa dönük “demokratik devlet” yapılanmasıdır. Bu ikinci seçenek sadece –içeride- yolsuzluk ekonomisine son vermek için gerekli değil aynı zamanda çağdaş dış dünyadan kopmamak, onun çağdaş, çoğulcu demokratik değerleri ile bütünleşmek için de gereklidir. Bu yüzden Türkiye bir yol ayrımındadır. Seçeneklerden biri içe kapanarak bildiği tarzda sistemi sürdürmektir ki, statükodan beslenenlerin seçeneği budur. Öbürü ise, yüzünü modern dünyaya dönmüş ve değişimden yana olanların ortaya koyacakları demokratik ve şeffaf devlet seçeneğidir.
11. Değişim elbette kolay değildir. Çünkü mevcut sistemden beslenen statükocu güçler değişime direneceklerdir. Statüko hamasetle korunabilir, ama değişim reel bir durumdur. Türkiye’de kısa dönemde değişimin olup olmayacağı; olacaksa yönü, hızı ve niteliğini, bu mücadele ve onun boyutları belirleyecektir. Tabii bütün bu değişiklikleri yapacak olan kurumun da, yine siyaset kurumu olduğunu unutmamak gerekir.
Yolsuzluk ekonomisinin boyutları ve siyaset kurumunu yıpratma fonksiyonu
Yolsuzluklar sadece ulusal değil aynı zamanda uluslararası boyutlar da taşımaktadır. Bu da şunu gösteriyor; yolsuzlukların yurtiçi ayakları çökertilse bile varlığını sürdüren yurtdışı ayağı yeni partnerler –ortaklar- bulmak ve yeni mekanizmaları hayata geçirmek için boş durmayacaktır. Bir bakana 105 milyon TL rüşvet verilmesi; bir banka müdürünün evinde ayakkabı kutularının içinde 4,5 milyon doların bulunması; İçişleri Bakanı’nın oğlunun yatak odasında milyon dolarların, para sayma makainesinin ve çelik kasaların bulunması; bir bakana birbuçuk milyon doların verilirken resmedildiği; Şehircilik Bakanı’nın milyarlara varan imar yolsuzluğuklarına imza attığı; İranlı bir şahıs aracılığıyla 100 milyar avro kara paranın aklandığı yolundaki iddialar dudak uçuklatmaktadır. Yolsuzluklar her tarafı o kadar çok sarmış ki, yolsuzlukla mücadelenin başarısı -İtalya’daki “Temiz Eller” hareketinde olduğu gibi- topyekun bir seferberlik hareketine bağlı görünüyor.
Yolsuzluğa adı karışanlar; siyasetçilerden işadamlarına, yüksek bürokratlardan mafya elemanlarına kadar bir dizi kişiyi kapsıyor. Bu durum, bir kez daha, siyaset-işadamı ve bürokrasi üçgenin sorgulanmasını zorunlu kılıyor. Dolayısıyla sorunun, bir sistem sorunu olduğu ortaya çıkıyor. Bu nedenle, temiz bir topluma ulaşmak için siyasetin temizlenmesinin çok hayati önem taşıdığı aşikardır.
Yolsuzluk ekonomisinin dayandığı sacayağına bakacak olursak; tepede “dağıtan kurum” olarak siyaset daha doğrusu bu kurumu ele geçirmiş siyasetçiler yer alıyor. Yanında ise, bu siyasetin sürmesini kendi yararı doğrultusunda finanse eden “rantçı” kesim, altta da toplumsal tabanın önemli bir bölümünü oluşturan kesimler yer alıyor.
Yolsuzluk ekonomisi, siyaseti kirleten önemli bir unsurdur. Kirlenmiş siyaset ise siyaset kurumunun ağırlığını ve saygınlığını zedeler. Gerçek işlevlerinden uzaklaşmış ve saygınlığı zedelenmiş olan siyaset kurumunun siyasi aktörleri yolsuzluğa daha çok bulaşır; bu da, kirliliği çoğaltır ve bu durum giderek topluma sirayet eder ve toplumun birer numunesi olan siyasiler de bu yapıdan çıkar… Bu kısır döngü kapsamını büyüterek devam eder; giderek toplumda siyaset kurumuna karşı bir antipati oluşur ve bunun sonucu olarak bir siyaset karşıtı b,r ortam oluşmaya başlar. Toplum tarafından “siyasetin kötü bir şey olduğu” algılaması ve kanısı gelişmeye başlar. Oysa “kötü” ve yanlış olan, siyaset kurumu değil -yanlış davranan- siyasetçilerdir.
Oysa siyaset, temelde devleti yönetmeyi ve halkın sorunlarını çözmeyi öngören bir etkinliktir. En önemli işlevi de, üretimi arttıracak olanakları yaratmak, yaratılan üretim ve refahın adil bir biçimde paylaşılmasını sağlamak ve nihayet bu iki etkinliği barış ve dayanışma içinde gerçekleştirmektir; yoksa üretimi krizlerle kesintiye uğratmak, refahı sadece birilerinine kanalize etmek, ayrıcalıklı sınıf ve zümreler yaratmak değildir.
Sonuç
Toplumsal kaynakları kemiren, bir kesimi zengin ederek geniş kitleleri yoksullaştıran ve sosyal adaletsizliği besleyen yolsuzluk ekonomisinin önemli dayanak noktalarından biri, siyaset kurumunu ele geçirmiş olan siyasi aktörlerdir. Dolayısıyla siyaset kurumu temizlenmeden temiz bir topluma ulaşmak güç görünüyor. Başka bir deyişle, temiz topluma giden yol temiz siyasetten geçer. O halde aynı zamanda toplumsal yozlaşmayı da beraberinde getiren bu kısır döngü, ancak siyaset boyutunda müdahale edilerek kırılabilir. Bunun için de, -başta siyaset kurumunun dayandığı yasalar olmak üzere- siyaset yapma tarzı ve zihniyeti de değiştirilmelidir. Ve unutulmamalıdır ki, çözüm gene siyasetin kendisidir.
İkinci olarak da, siyaseti ekonominin dışına çıkarmak yerine -ki esasen bu, ekonomi politik açısından mümkün değildir- siyasetin emrinde olan ve yolsuzluğu besleyen bir takım araçları etki alanının dışına çıkarmak gerekir. Örneğin kamu bankaları, kamu iktisadi teşekkülleri, gelenekçi tarımın sürmesine yol açan tarımsal destekler, kamuyu zarara uğratan teşvik ve krediler siyasetin manyetik alanından çıkarılmalıdır. Tabii ki bu, siyasetin ekonomiden tamamen el çekmesi ve ekonomi politikasını yapmaması anlamına gelmez.
Üçüncü olarak da, demokratik temiz bir yapıya ulaşmak için devletin bütün kurum ve kuruluşlarıyla ve işleyişi ile şeffaf olması gerekir. Bu mekanizmanın yürürlük kazanması toplumun sorumluluklarını yerine getirmesine bağlıdır. Bu sorumluluk da, sadece beş yılda bir oy vermekten ibaret olmayıp oy vererek yetkilendirilen bütün seçilmişleri denetlemekten geçer. Çünkü şeffaflık ile denetim bir madalyonun iki yüzü gibidir, biri olmadan diğeri de olamaz. Böylece, hiçbir yolsuzluğun yapanın yanına kar kalmayacağı; yanlış yapan cezasını çekeceği gibi doğru yapanın da ödüllendirileceği bir sistem yürürlük kazanmalıdır. Ancak bu şekilde bireyin özgürleşebileceği, toplumun sorumluluk duygusunun gelişeceği ve devletin şeffaflaşacağı bir demokratik cumhuriyet uygulanması yakalanabilir.
*Ahmet Özer, Prof.Dr.
Toros Üniversitesi,sosyolog,
ahmet.ozer@toros.edu.tr