Önümüzdeki yıl yapılacak seçimler Türkiye’nin bundan sonra nasıl bir rejimde yaşayacağının belirleneceği seçimdir. Her seçim önemli ama 2019’da yapılacak seçimler Türkiye’nin “kader seçimi”dir. Çünkü çok kritik bir zamandan geçiyoruz ve ülke çok temel yapısal sorunlarla karşı karşıya… Tek adam rejimi tüm hızıyla sürüyor. Bunları çözmek için iktidardaki siyasi partiyi ve tek adam rejimini değiştirmek gerekir. Bunun için de kazanma umudunu yeniden yeşertmek şart. Yerel seçim bunun için önemli bir eşik. Bu seçimde bir kazanma hikayesi yazmalıyız. Toplumu kazanmaya inandırmalıyız ki, bundan sonraki süreç için ekilen umut tohumu büyüsün. Aksi takdirde tek adam rejimi iyice yerleşir ve uzun müddet Türkiye bu otokratik ve teokratik karışımlı diktatoryal yapıdan kurtulamaz.
Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ve onun üzerinde durduğu partisi geldiği noktada artık çözümün değil, çözülmesi gereken sorunun bir parçası haline gelmiştir. Tek mesele bunu halka gösterebilmek. Halkın buna inanmasını sağlayabilmek. Sorunları çözmenin vazgeçilmez temel koşulunun bu yapının değişmesi olduğu olgusu ortada duruyorken, algısı daha farklı işliyor maalesef. Bu algıyı değiştirmek ana muhalefet olarak CHP’nin en temel görevidir. Yerel seçimler bunun için bir manivela görevi görebilir. Geçmiş deneyimlerden biliyoruz ki, iktidara gelmek için de, iktidardan gitmek konusunda da yerel yönetimlerin fonksiyonu ve rolu çok büyüktür. Değişim seçimle olacağına göre, 2019 bize bu fırsatı sunuyor. Bu anlamda bir yol ayrımında bulunuyoruz. Ya önümüzdeki seçimlerde başarı kazanıp Türkiye’yi yeniden çağdaş uygarlık seviyesine çıkarma konusunda önemli bir adım atacağız ya da daha uzun süre mevcut sorunlarla boğuşacağız.
Türkiyenin karşıkarşıya bulunduğu sorunlar
Türkiyenin bugün karşıkarşıya olduğu sorunların başında ekonomi sorunu geliyor. Özet olarak söylersek; gelir dağılımı çok bozuldu, işsizlik had safhada, sabit sermaye yatırımları durma noktasında, zenginler daha zenginleşirken fakirler daha da fakirleşiyor, esnaf kepenk kapatıyor, tüccar mal alıp satamıyor, sanayici yatırm yapmıyor. İktidar yanlılar lüks ve safahat içinde yaşarken halk fakru zarüret içinde. Doviz ve faiz habire yükselirken TL değer kaybediyor, enflasyon inmiyor ve bu gidişle daha büyük krizler bizi bekliyor. Sorunlar daha da çoğaltılabilir, ancak sadece bir fikir versin diye biz bazı sorunları başlıklar şeklinde özetlemiş olduk.
Demokrasi ve hukuk ile ilgili sorunlar gün gittikçe artıyor ve bu sorunlar içinden çıkılamaz bir hal alıyor. OHAL hukuken kalktı ama fiilen sürüyor, kuvvetler ayrılığı rafa kaldırılmış, meclis devre dışı, denetlenemeyen teknokratlar kabinesi iş başında, ülke KHK’larla yönetiliyor. Herşeye muktedir Cumhurbaşkanı çok yetkili ama hiç sorumluluğu yok. Yetki çok sorumluluk yoksa krallık var demektir. Yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirmiş durumda, hukuk sistemine güven yerlerde sürünüyor. Düşünce ve ifade özgürlüğü hiç bir zaman olmadığı kadar baskı altında. Milletvekilleri, belediye başkanları, gazeteciler, aydınlar tutuklu.
Eğitim tamamen bir partinin görüşleri doğrultusunda tasarlanıyor. Dindar nesiller yetiştirilmesinden bahsediliyor. Laiklik ilkesi rafa kaldırılmış durumda. Üniversiteler baskı altında. Yaratıcılık yok, çünkü yaratıcılığın temeli özgürlük yok. Ezberci, tek tipçi eğitim son sürat. Her gün yeni bir müfredat açıklanıyor. Çocuklar adeta kobaya dönüştü. Böyle bir nesilden ileri seviyedeki ülkeleri yakalamak mümkün değil.
Toplumsal barış kökünden zedelenmiş durumda. Toplum adeta ortadan bölünmüş, iki kampa ayrılmış. Kürt sorunu hala kanayan yara. HDP bir program dahilinde kriminalize edilerek adeta yok sayılıyor ve sistemin dışına itilmeye zorlanıyor. İşçi ve emekçinin hak araması, grevler yasak. Aleviler durumlarının bir türlü değişemediğinden muzdarip. Kadın-erkek eşitliği sözde var, kadın cinayetleri her sene giderek artıyor.
Sıfır problemli dış politikada sıfırı çoktan tüketti. Kavgalı olmadığımız komşu yok gibi. AB’den ve çağdaş demokrasi standartlarından hızla uzaklaşıyoruz. Suriye’de bir bataklığa doğru ilerliyoruz. Şimdi İdlib’de El Kaide ve Nusra kaliıntıları için Rusya ve İranla karşı karşıya Türkiye. Ülke insanları iç ve dış sorunlar ve öcülerle korkutularak iktidara mahkum hale getirilmeye çalışılıyor. Aslında kendisi çok korkuyor. Çünkü korkan insan korkutur. Ama korkutulan insan, korkutanın ne kadar korktuğunu kendi korkusundan dolayı farketmez. Bunların yanı sıra, sürekli muhalefet suçlanarak asıl suçlular gözden kaçırılmaya ve yapılan yanlışların üstü örtülmeye çalışılıyor.
Yani uzun lafın kısası gidişat hiç de iyi değil. Bu gidişattan kurtulmanın tek yolu var; o da bu yapıdan, bu hükümetten kurtulmaktır. O yüzden CHP’nin muhalefeti iyi organize ederek bu seçimleri mutlaka ama mutlaka kazanması lazım.
Demokrasiyi, diktalardan ve teokrasilerden ayıran şey onun rızaya dayalı olmasıdır. Bizim bu yapılanlara rızamız yoksa değişmesini istemek yurttaş olarak en temel hakkımızdır. Ancak, itiraz tek başına yetmez, memnun olmadığımız düzeni değiştirmek için bir şeyler yapmak lazım. O zaman özgür birey olabiliriz. Özgür bireyler sorumlu toplumu oluşturur. Sorumlu bir toplum ancak demokratik bir devleti yaratabilir. Dolayısıyla mesele sadece iktidar olmak değil, gelinen iktidarı halka açmak ve demokratikleştirmektir. Bunun için yerel seçimi kazanmak gerekiyor. Seçimi kazanmak için ise üç önemi adım söz konusu.
2019 seçimleri nasıl kazanılır?
Seçim Güvenliği
Herkesin bu konuda kaygıları var. 24 Haziran Gecesi bu konuda iyi bir sınav verilmemesi endişeleri hem haklı kılıyor hem de büyütüyor. Bu yokmuş, olmayacakmış gibi davranılamaz. Şöyle bir algı var: Nasıl olursa olsun, hileyle de olsa kazanacaklar. Bu algıyı yerleştirmek doğru olmadığı gibi yıkmak gerek. Bu algı iktidarın bir tuzağı, çünkü iktidarın işine geliyor. Asıl yerleştirmemiz gereken algı şudur: Ne yaparlarsa yapsınlar kaybedecekler. Bunu öne çıkarmak lazım. Lakin, bu söylem gerekli önlemleri almaya engel değil.
AKP kurucularından, onu çok iyi tanıyan, eski bakanlardan, şimdiki CHP milletvekili Abdullatif Şener, rejimin BAAS olmaya doğru evirildiğini söylüyor. Eğer bu seçim kazanılmazsa bu durum yerleşiklik kazanacak ve asıl BAAS rejimi o zaman yerleşecektir. Bu takdirde Türkiye Ortadoğu’daki rejimler gibi olacak ve uzun süre değişmesi de zorlaşacaktır.
Siz bakmayın ortalığı güllük gülistanlık göstermelerine; toplum çok endişeli, insanlar gidişattan tedirgin ve halk kan ağlıyor. Onlar ise bunu bildikleri ve gördükleri halde böyle bir durum yokmuş gibi davranıyorlar. Milli birlik beraberlik masalları okuyorlar. Maalesef muhalefet de zaman zaman bu tuzağa düşüyor. Yok efendim “saldırı varmış, onların doları varsa bizim Allahımız..!” varmış.. Bu kandırmacalara cesaretle karşı durmak muhalefetin görevi. Muhalefet evet biz yerli milli duruş sergiliyoruz korkusu ile iktidara arka çıktığında toplum ve partililer ne yapsın? Bu durumda herkes Sarayın değirmenine su taşımış oluyor.
On altı yıldır yaptıkları gibi, tamamen bir algı yaratma taktiği uyguluyorlar. Bunu da parti devletine (hatta giderek devlet partisine) evirilmiş bir yapılanmayla ve devlet olanaklarıyla yapıyorlar. Üstelik yaptıkları yanlarına kar kalıyor. Çünkü demokrasinin en vazgeçilmez koşulu olan denetim ve hesap sorma mekanizmaları devre dışı.
Bırakın demokratik olmayı aksine yaşadığımız süreç ve rejim ne idiği belirsiz ucube bir yapıya işaret ediyor. Çünkü ülkeye giydirilmek istenen elbise ne tam başkanlık rejimine benziyor ne de parlamenter sisteme. Peki nedir? Dünyada eşi benzeri olmayan, kişiye özel yapılmış bir rejimdir bunun adı. Bu rejimi, bu ortamı ve yaşamı Türkiye hak etmiyor. Mutlaka bu durumun düzeltilmesi lazım. O nedenle önümüzdeki seçimler önemli, diyoruz.
Şu anda tek adam rejimi, tek elden fermanlarla yönetiyor ülkeyi. Asıl tehlikeyi daha yaşamış değiliz. Ama eğer başta CHP olmak üzere muhalefet yerel seçimi kazanırsa bu durumda bir kırılma meydana gelecektir. Genel seçim için bir umut doğacaktır. Beş yıl sürmez bu gidişat. Bir erken seçim olasılığı belirecek. O taktirde kazanılacak olan seçimden sonra bir restorasyon dönemi başlayacak, belki biraz zaman alacak ama Türkiye zaman içinde normale- Parlamenter Demokratik Sisteme- dönecektir.
O halde ne yapıp edip bu seçimler kazanılmalıdır. Seçimlerin kazanılması için sandığa giren oyların girdiği gibi çıkmasını sağlamak çok önemli. Seçim güvenliği bir yerde sandık güvenliğidir. Bu, başta CHP olmak üzere muhalefet partilerinin halka karşı borcudur. Bu işin hazırlıkları seçim zamanına bırakılmadan şimdiden başlamalıdır.
CHP’nin ve muhalefetin seçimi kazanacağına dair güçlü bir rüzgar estirilmeli
O kadar seçimi kazanan partinin ve kişinin bu seçimi de kazanacağı algısı bilinçli bir biçimde yaratılıyor ve toplumun hafızasına yerleştiriliyor. Oysa şartlar kaybetmeleri için hiçbir zaman bu kadar elverişli olmamıştı.
Bu noktada CHP’nin büyükşehirler başta olmak üzere önemli noktaları kazanmak için HDP seçmeni ve AKP deki muhafazakar ama şimdi mutsuz olan Kürt seçmen anahtar bir role sahip. Erdoğan bunu bildiği için HDP’yi şeytanlaştırıyor. CHP’yi de bununla vurmaya çalışıyor. Oysa HDP’nin sürekli sakıncalı gösterilmesi, Erdoğan’ın kurduğu bir tuzak. CHP başta olmak üzere muhalefet partileri bu tuzağa düşüyorlar zaman zaman. Çünkü HDP’nin asgari yüzde 12, AKP’ye oy veren muhafazakar ama mutsuz Kürt seçmenin ise yüzde 7 civarında oyu var. HDP seçmeni zaten gelinen noktada AKP ve uygulamalarına şiddetle karşı.
AKP’deki muhafazakar Kürt seçmen ise üç nedenle mutsuz: AKP ve Erdoğan’ın MHP ile ittifak yapması; milliyetçi ve ırkçı söylemleri, bozkurt işareti vs. ve Güneydoğuda sürekli operasyon yapılması ve Afrin’i kendi partisi için diriliş malzemesi yapması. Bir çıkış bulurlarsa bu cendereden çıkacaklar. CHP onlara bu çıkışı gösterebilir, göstermelidir de.. CHP Kürt sorunun çözümü bağlamında umut ve güven verebilir, vermelidir de…
Tabi bunun olması biraz da Erdoğan’ın kaybedecek algısına bağlı. Bu algının oluşması ise yerel seçimleri kazanmaktan geçer. Yerel çeçimlerde eğer İstanbul, Ankara, Mersin ve Adana gibi dört il AKP ve MHP den alınırsa kesin olarak yenilecek algısı yerleşir ve pekişir. Bu rüzgar genel seçimlere yansır. O zaman kimse CHP’nin ve muhalefetin önünde duramaz.
Her safhada doğru aday(lar)ın belirlenebilmesi
Doğru aday kimdir? Doğru aday seçimi kazanacak, liyakat ve ehliyet sahibi, örgüte güven veren, halkta karşılığı olan, ahlaklı ve becerikli -cesur ve dürüst-, toplumun sevip saydığı kişidir. Seçimi bu nitelikteki adaylarla kazanmak mümkün. En önemlisi kazandıktan sonraki süreci kazanmaktır. Bu nitelikteki adaylarla o da sağlanabilir.
Tabi bu hem adaya bağlı, hem bu partilerin ve adayın kendisini topluma doğru anlatmasına bağlıdır. Ayrıca, hedeflerini net, cesurca, samimi ve inandırıcı bir biçimde sunmasına bağlıdır.
Doğru aday CHP’nin tüm oylarını alacak, HDP’den oy alabilecek, muhafazakar seçmeni de ürkütmeyecek. Diğer bir seçmen kitlesi de SP’nin AKP’deki emanet oylarıdır. Bu kesimde AKP’nın uygulamalarından rahatsızdır. Ancak SP’nin barajı geçemeyeceğini düşünerek AKP’ye oy veriyorlar. Yerel seçimde bu değişebilir. Eğer bir umut görürse burayı terk edeceklerdir.
Ve son noktada şu dur ki, AKP’ye oy veren AKP’li seçmenin de en az yüzde 10’nun bu gidişattan ve Erdoğan’ın tek adamlığından rahatsız olduğunu kamuoyu araştırmaları ortaya koyuyor. Ancak alternatifsizlik algısı ve iktidarın çekiciliği nedeniyle hala burada duruyor.
CHP’nin mahareti bunlara ulaşmak ve bunların oylarını almakta yatıyor. Kendi oyunu aldıktan sonra, bunun üzerine yukarıda bahsi geçen seçmenin yarısını bile ikna edebilirse yerelde zafer elde edebilir. O taktirde bu Erdoğan iktidarı için sonun başlangıcı olur. Hüner bugünden sonra buna bağlıdır. Ortak aklın yapması gereken bunu sağlamaktır.
Hedef kitle kim? Çağrı kime olacak?
Sonuç başarılı olacak bir çağrıdır. Çağrı da şudur: KHK mağduru öğretmenler, öğretim üyeleri; hukuksuzluğu, adaletsizliği bangır bangır haykıranlar; oy verdikleri vekillerinin hapishanelerde çürümesine karşı çıkanlar; seçilmiş belediyelere kayyım atanmasını içine sindiremeyenler; çocukları vurulan, sokaklarda sürüklenen, işkencede ölen Türk ve Kürt anaları; Diyanet’in laikliğe aykırı olduğunu haykıranlar; azıcık maaşlarına göz dikilen emekliler; bir türlü failleri bulunamayan faili meçhullerin anneleri; sendikal hakları yok edilen, köleliğe mahkûm işçiler, emekçiler; rüzgar ve güneş enerjisinin es geçilip dışa bağımlı termik ve nükleer santral kurmanın bu ülkeyi yok edeceğini bilenler; bölgelerindeki yeşil alana beton yığını yapılan haneler; rant yerine park yapılmasını talep eden mahalleliler; eğitim sisteminin köle beyaz yakalılar ürettiğine bizzat tanık olan kahraman öğretmenler; ayaklarına plastik bir terlikle karda yürüyerek okula gitmeye çalışan küçücük kızların anaları, babaları; 12 yaşında çocuk gelinler ülkesinde yaşamanın bir zulüm olduğunu hissedenler; her gün bir kadın çığlığıyla uyanmanın derin acısını yüreklerinde duyanlar; yalaka ekonomistlerin sürekli yalanlarıyla beyni yıkanan ama elinde avucunda ekmek parası olmayanlar; lüks alışveriş ve gökdelen yapmanın şehirleşme olmadığını bilen mimarlar, mühendisler; sağlık sektörünün nasıl bir zengin oyunu olduğunu, bizzat oyunun içinde yaşayarak öğrenen doktorlar, sağlık görevlileri; bankalar astronomik kâr ederken kendilerine ödenmesi gereken ücret zammını elleri böğründe bekleyen banka işçileri; köy Enstitülerinin bu ülke için nasıl bir nimet olduğuna hayatları boyunca tanık olan Köy Enstitüsü mezunları ve bu büyük eğitim projesine vurgun olanlar; Kahramanmaraş, Çorum ve Madımak’ta diri diri yakılan, hunharca öldürülen insanların aileleri; köyleri yakılan, göç etmek zorunda kalan ve kentlerde yok olan göç aileleri; “sokaklarda dolaşmak bizim de hakkımız!” diyen milyonlarca engelli yurttaş; sürüp giden savaş nedeniyle bedeninde en değerli organlarını yitirmiş, köşeye atılmış gaziler; bu cennet ülkenin her zaman kendi kendine yeteceğini savunanlar, yok edilen tarım için içleri yananlar; tarım işçileri; sanat eserlerini “ucube” diye bir heykelin yıkılmasını canında hissedenler; Nâzım Hikmet’in, Dağlarca’nın ve daha birçok şairin yazdığı şiirleri okurken gözleri yaşaranlar; ülkenin dört bir tarafındaki limanların satılmasını, köprülerin özel şirketlere devredilmesini sakıncalı bulanlar! Gelin birlik olalım, rıza göstermediğimiz bu düzeni 2019 seçimlerinde değiştirelim.
Gelin birlikte değiştirelim. Sadece yakınmayalım. Değiştirmek için birşeyler yapalım. Çünkü değişim, ancak onu isteyenlerin gücü ve iradesi oranında gerçekleşir. Eğer istiyorsan.. O zaman sormak lazım. Bugün değilse ne zaman? Sen değilsen kim? Vazgeçmeyelim!
*Ahmet ÖZER
Sosyoloji, Prof. Dr.
ahmet.ozer@toros.edu.tr