Türkiye darbe kalkışmasından sonra, bir “şok dalgası” ile karşılaştı ve ardından “şok politikasının” muhatabı oldu. Bu sürecin sersemletici havası devam ederken bazı uygulamalarla korku iklimi oluştu. Sonuç; daha önce yaptığımız analizlerde olduğu gibi suskunluk sarmalı ve tercih çarpıtmaları ile adeta bir toplumsal felç durumu oldu. Ardından bir eşit koşullarda gerçekleşmeyen adil olmayan bir seçime gidildi ve yeni sistem resmen yürürlüğe girdi. Bunu büyük bir çıkış olarak görenler, Türkiye bir kaosa sürüklendiğinde mi gerçeği görecekler?
Peki nasıl oldu bütün bunlar? “Bu kaostan nasıl çıkılır?”, “Türkiye bir daha darbelerle nasıl yüz yüze gelmeden gerçek bir demokrasiye ulaşır?” tartışmaları yapılması gerekirken, kendimizi birdenbire bir “başkanlık” ya da diğer adıyla “cumhur-başkan”lık ya da “Türk Tipi Başkanlık” tartışması içinde bulduk. Ardından tartışmalı referandum, ardından seçim ile alıştıra alıştıra bugüne geldik.
Ayrışma keskinleşiyor
Toplum yeni rejim noktasında adeta ortadan yarılmış gibi. Bir kısmı, bütün yetkileri elinde bulunduran tek adam olma hevesinin “sistemi kilitleyerek ülkeyi kaosa sürükleyeceği” endişesini yaşarken; diğer kısmı bu değişikliğin Türkiye’ye çağ atlatacağını ileri sürerek, büyük şaşaalı törenlerle kutluyor. Ancak mesele görüş ayrılığını aşan, pratikte giderek keskinleşen yer yer şiddet içeren bir ayrışmadır ki; bu, hiç de iyi bir gidiş değil.
Yeni durum ve Türkiye gerçeği
Burada temel soru şu: Türkiye yeni siteme toplumsal koşullar ve ihtiyaçlarından dolayı mı geçti? Hayır. Bu değişiklik Türkiye’nin sorunlarına, insan hak ve özgürlüklerine, vatandaşı ceberut devlet karşısında korumaya dönük bir madde içermiyor. İkinci soru(n) da şu: Yeni Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi literatürde neye karşılık geliyor? Bu parlamenter sistem değil, tamam ama başkanlık da değil. Melez bir durumla karşı karşıyayız. Bir karşılaştırma ile tekrar birkaç noktanın altını çizerek, ne demek istediğimi biraz daha açayım.
ABD’deki durum ve Türkiye’deki durum
- ABD’de ya da başka bir yerde başkan meclisi fesih edemez; yeni Cumhurbaşkanlığı sisteminde edebilir.
- ABD’de başkan kanun yapamaz. Bu sistemde –OHAL’de KHK’lerle- ve kararnamelerle yapabilir.
- ABD’de Yüksek Yargı mensupları ve üst düzey atamaları Senatonun onayına tabi. Yeni rejimde böyle bir onaya ihtiyaç görülmüyor.
- Başkanlık sistemlerinde, başkan yürütmeden biri olarak çok güç biriktirdiğinden, bu gücün bir miktarını yerele vererek, dengeyi sağlıyor. Bizde bu da yok; güç tek elde toplanmış.
- Başkanlık Sisteminde kuvvetler ayrılığı kesin bir biçimde var ve bu demokrasinin teminatıdır. Yeni sistemde kuvvetler ayrılığı ortadan kalkmış durumda.
- Başkanlıkta “fren ve denge” sistemi var; sistem hukuk mekanizmaları ile dengeleniyor, egemenliğin dağıtılmasıyla frenleniyor. Yeni sistemimizde bu da yok.
- Başkanlık sistemlerinde -örneğin Amerika’da- başkan bir partiden seçilse bile parti başkanı değil. Türkiye’de cumhurbaşkanı parti genel başkanı olarak faaliyette bulunuyor ve tarafsızlığını tamamen yitiriyor.
- Başkanlık sisteminde yargı başta olmak üzere üst düzey atamalar denetime tabi, bizde değil; Cumhurbaşkanı tek yetkili.
- Anayasa değişikliklerinde mutabakat önemli. Oysa yeni anayasaya AKP ve MHP’nin yüklediği anlam ile CHP, HDP, İYİ Parti ve Saadet Partisi’nin yüklediği anlam çok farklı. Bu da toplumu bölüyor.
- Ayrıca OHAL ortamında anayasa değişikliği ve seçim, meşruiyet tartışmalarını beraberinde getirdi; aynısı, şimdi için de geçerli.
- Daha da önemlisi bu değişiklik toplumun ihtiyaçları üzerinden değil, adeta kişisel beklentiler üzerinden tartışılarak yapıldı.
- İçerik açısından da yeni sistem ya da rejim değişikliğine yol açan anayasa çok temel sorunlar içeriyor. Bu sorunları yapım tekniği, felsefesi ve içeriği açısından değerlendirmeye çalışacağım.
Anayasanın, yapım tekniği açısından içerdiği sorunlar
Toplum yeterince tartışmadan, içine sindirmeden, apar topar yapıldı bütün bu değişiklikler. Sorun şu ki; halk parlamentoya kendi ihtiyaçlarını karşılamayan, toplumsal koşulları gözetmeyen ve evrensel hukuka uygun olmayan yasa yetkisi vermiş değil. Aksine yapılacak yasanın; halkın ihtiyaçlarına, toplumsal koşullara ve evrensel hukuk kaidelerine uygun olması gerekirdi. Bu üç soruna cevap olmak yerine parti(ler) çekişmesi oldu. Halka, üniversitelere, uzmanlara sorulmadan yapıldı ve apar topar referanduma götürüldü. Ortadan ikiye bölünmüş referandum sonucu ise hala tartışmalı!
Anayasanın felsefesi açısından sorunları
Öncelikle anayasada özgürlüklerle ilgili, demokrasiyi geliştirmekle ilgili bir yenilik yok. Oysa Türkiye’nin ihtiyacı demokrasinin geliştirilmesi ve yerleştirilmesidir. Bütün anayasa ve yasa tek kişinin nasıl daha güçlü kılınacağına yoğunlaşmıştır. Bir ülkenin kaderi bir tek kişiye bırakılabilir mi?
Halbuki anaysalar, hakları ve hukuku düzenler. Bu anlamıyla bu yasa ceberut devlet karşısında vatandaşı korumaya dönük bir şey de içermiyor. Yönetenler daha güçlü yönetilenler daha güçsüz ve aciz konumda.
Yıllardır çözüm bekleyen Kürt sorunu, din devlet ilişkileri, ifade, düşünce ve örgütlenme özgürlüğü gibi sorunlu alanların çözümüne yardımcı olacak bir değişiklik ve yenilik de getirmiyor. Yaptığı tek şey, Cumhurbaşkanı’nın yetkileri ve idaresini yeniden düzenlemek! Üstelik bunu da sorunlu bir biçimde yapıyor.
Devletin bütün gücü tek bir elde toplanıyor
Anayasanın içeriğine ilişkin olarak en temel sorunlardan biri; yürütme, yasama ve yargı tek elde toplanarak adeta kuvvetler ayrılığı yerine kuvvetler birliğinin getirilmesidir. Partili Cumhurbaşkanı -yani aslında Türk tipi Başkan- milletvekillerini belirliyor, kendisinin belirlediği milletvekilleri yasama organını teşkil ediyor, KHK çıkarabiliyor, OHAL ilan edebiliyor. Sadece bu da değil; bundan böyle kararnamelerle idari yapıyı istediği gibi değiştirebilecek. Cumhurbaşkanın oluşturduğu hükümet meclis tarafından denetlenemeyecek. Hükümet güvenoyu almadan kuruldu, bundan sonra gensoru verilemeyecek. Ayrıca Meclis bütçeyi onaylamazsa bile, eski bütçe revize edilerek yola devam edilebilecek. Böylece meclisin bütçe yapma görevi ve kesin hesap denetimi devre dışı bırakılıyor. Meclisin yasa yapma ve denetim görevi de devre dışı bırakılabiliyor. Cumhurbaşkanı, Anayasa Mahkemesi’ne 12, HSYK’na 4+2 üye atayarak belirleyecek ve böylece yargıyı da tamamen kontrol edecek. Yargı -istese de- tarafsız ve bağımsız ol(a)mayacak.
Denetleme mekanizması güçleştiriliyor hatta ortadan kaldırılıyor
Bir demokrasiyi demokrasi yapan temel unsurlardan biri de denetim mekanizmalarının olmasıdır. Yani, hesap verebilirliktir. Bu sistemde bu zorlaştırılarak adeta ortadan kaldırılıyor. Mecliste 300 üye ile soruşturma açılabilir. 360 üye ile meclis gündemine sevk edilme sağlanabilir. Ancak 400 üye ile Yüce Divan’a sevk gerçekleşebilir ki; bu da çok zor.
Öncelikle, meclisten böyle bir sonuç beklemek mümkün değildir. Çünkü kazanan Cumhurbaşkanı’nın partisi nerdeyse parlamentonun yarısını oluşturuyor. Bu milletvekillerini de aday yapan kendisi. Bunlar herhangi bir durumda Cumhurbaşkanı’nın aleyhine oy kullanır mı? Kağıt üstünde öyle yazılıyor olması gerçekle uyuşuyor mu?
Hadi diyelim oldu… Yüce Divan’a sevk kararı alındı. Yüce Divan üyelerinin çoğunu kim belirliyor? Cumhurbaşkanı. Peki, bu durumda zaten Cumhurbaşkanı’nın belirlediği üyeler Cumhurbaşkanı’nı yargılar mı? Hadi diyelim yargıladılar. Bu ne kadar adil bir yargılama olur? Kurulun çoğu Cumhurbaşkanı’nın atadığı kişilerden oluştuğu için adil yargılama kuşkusu hep olmayacak mı? O zaman nerde kaldı adalet?
Yetki çok, ama sorumluluk yok.
Bu anayasaya göre Cumhurbaşkanı -yani aslında Türk tipi Başkan- atamaları istediği gibi yapabiliyor. Görevden alabiliyor. Tek yetkili atama ve görevden alma makamı kendisi. Senato zaten yok, meclis onayı da gerekmiyor. Fren ve denge sistemi de yok. Sen neden böyle yaptın diyecek, onu frenleyecek bir mevki, makam da yok. Bu kadar güç zarar verir, bunu dengeleyecek mekanizmalar oluşturalım diyen de yok. Güç tamamen merkezde ve bir kişide toplanıyor. Yerele de devir yok. Her şey bir kişinin iki dudağı arasında olacak. Gücün bu kadar merkezileşmesi bir süre sonra idarede sorunlara yol açıp sistemi tıkayacaktır.
Ezcümle, bu sistemde fren de yok, denetleme de yok, denge de yok. Bu sistem tamamen tek kişinin yönetimine dayanıyor. Bu gidişat sistemi tehlikeli ve kırılgan hale getirmektedir.
Sonuç
Anayasalar, toplumları bir arda tutan en üst bileşkelerdir. Bu nedenle uzlaşma, dayanışma ve oydaşma ile yapılırlar. Temel hak ve özgürlükleri, idarenin görevlerini ve vatandaşın haklarını tanımlarlar. Bir kişiye ya da bir kuruma odaklanmaz, onlara göre yapılmazlar. Böyle olurlarsa toparlayıcı özellikleri tersine dönüp, dağıtıcı olma tehlikesi taşırlar. O halde yapılması gereken kısmı bir değişiklikten ziyade yepyeni demokratik, özgürlükçü parlamenter demokrasiyi yerleştiren bir anaysa yapmaktır. Bunu da aynı dönemde toplumun tüm kesimleriyle tartışarak, ikna ederek, onların rızasını alarak yapmak önemlidir. Yoksa ben yaptım oldu denerek bir yere varılamaz.