Türkiye’de de bu anlamda Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devreden gelenek içinde demokratik olmaktan ziyade otokratik bir yerel yönetim deneyimi olagelmiştir. Osmanlı’nın merkeziyetçi, otoriter yönetiminin tarihsel kökleri üzerinde katı merkeziyetçi, bürokratik bir devlet olarak şekillenen Türkiye’de yerel yönetim ve yerel politika hep merkezi devlet yapısının vesayeti altında olmuştur. 1970’lerin ortalarında göreli de olsa biraz serpilip gelişebilecek gibi görünen hatta kimi yerlerde çağdaş demokratik – katılımcı bir anlayışın duyarlılıklarına sahip çıkmaya çalışan bazı yerel oluşumlar 12 Eylül askeri darbesi ile ezilmiş, sindirilmiş ve ortadan kaldırılmıştır. Buralardaki kimi belediye başkanları tutuklanarak –Diyarbakır’da Mehdi Zana gibi- yıllarca hapsedilmiş kimileri ise –Fatsa’da Terzi Fikri gibi)- cismen ortadan kaldırılmıştır. 12 Eylül darbesinin “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü korumak”la belirlenen yaklaşımı; yerel sorunların, orada yaşayanlar tarafından tespit edilerek çözüme kavuşturulmasını tehdit saymıştır.
Oysa sorun, yerele daha çok yetki ve sorun çözme insiyatifini tanıma sorunudur. Bu anlamda yerel politikanın, totaliter ve faşizan oluşumlardan kurtarılıp doğru dürüst işleyen bir demokrasinin beşiği haline getirilebilmesi zorunludur. Bu önerilerin hayat bulması için öncelikle Türkiye’de merkezi devlet yapısının, tıkanan sistemin, yaşanan iktidar kaymalarının ve kirlenen siyasetin temizlenmesi ve düzeltilmesi gerekmektedir.
On yıllardır tartışılmasına rağmen Ankara bir türlü yerele tam yetki, kaynak ve özerklik vermeye yanaşmıyor. Kimileri buna “üniter devlet yapısı zedelenir” diye, kimileri de “Türkiye henüz böyle bir yapılanmaya hazır değil” diye engel oluyor. Ama asıl neden merkezi idarenin denetimini elinde tutanların yetkilerini yerel ile paylaşmak istememesinde yatıyor.
Güneydoğu panoraması ve yeniden yapılanma sorunu
Doğu’da ve Güneydoğu’da gelenekçi ekonomik yapı, sosyokültürel gerilik, kırdan kente göç hareketleri ve nüfusun kontrolsüz artışı gibi sorunlar yerel ve kentsel sorunların çözümünü her gün biraz daha ağırlaştırmaktadır. Mesele bu bölge için yereli aşan bir ulusal mesele niteliğini almıştır. Çünkü Türkiye’de ve bölgede yerel yönetimlerin ademi merkeziyetçi bir anlayışla yeniden yapılanması, sadece belediye sorunlarını çözmekle kalmayacak aynı zamanda Kürt sorununun çözümüne de büyük katkılar sağlayacaktır. Ancak son zamanlarda yapılan bazı yasal değişikliklere rağmen yerel yönetimlerin bugün içinde bulındukları mali, idari ve yasal tıkanıklık bu katkıyı vermekten uzaktır. O nedenle, AKP’nin yetersiz yasal düzenlemeleri yerine yeni bir model çalışması başlatılmalıdır.
Yerel Yönetimlerin Önemi – Dünyanın yaşadığı sosyoekonomik konjonktür değişikliğinin ve neoliberal politikaların bir sonucu olarak Türkiye’de de devletin ekonomik yatırım devri kapanmış; böylece yerel yönetimler, soruların çözümünde anahtar rol oynanacak konuma gelmiştir. Dört nedenden dolayı yerel yönetimler devri başlamıştır.
Bundan 40-50 yıl önce nüfusun %30’ u kentlerde, % 70 ‘i kırda yaşarken bugün, nüfusun % 70’ı kentlerde % 30’ı kırda yaşıyor. (Yeni Büyükşehir yasasını temel alırsak, bu oranlar %85-%15 kentler lehine değişmiştir.)
Devlet -mega projeler dışında- ekonomik konulardan elini çekmekte, dolayısıyla kamu yatırımlarının payı giderek hızla azalmaktadır. Ancak bir alanı bu değerlendirmenin dışında tutmak gerekir ki, o da kentsel ve sosyal altyapı yatırımlarıdır. Kentsel yaşam uygarlıktır, kent insanı bu uygarlığın yapıcısı, kent ise taşıyıcısı durumundadır.
Bugün Türkiye 76,5 milyona varan nüfusu ile hala katı merkeziyetçi bir anlayışıyla yönetilmektedir. Bütün sorunlar hala Ankara’da tespit edilmekte, bütün çözümler Ankara’da üretilmekte, bütün kaynaklar Ankara’da toplanıp oradan dağıtılmaktadır. Dolayısıyla Van’ın Özalp ilçesinin Aşağı Sağmalı veya Diyarbakır’ın Çermik ilçesinin bir sorununu çözümü Ankara’daki bir bürokratın ilgisine ve insafına bırakılmıştır. Basit bir sorunun çözümü veya bir yatırımın gerçekleştirilmesi, zaman ve kaynak kaybı ve israfıyla sürdürülmektedir. Türkiye, artık bu katı merkeziyetçi devlet anlayışını terk ederek, “ademi merkeziyetçi” bir yönetim sistemini benimsemeli ve uygulamalıdır. Türkiye’nin bölgelere ayrılması, bölge ve il parlamentoları ya da meclisleri yoluyla yönetilmesi, hem gerçek bir demokrasinin yerleşmesine öncülük edecek hem de yerel yönetimlerin vesayetten kurtularak kendi kaynaklarına dayanan özerk kurumlar haline gelmesine yol açacaktır. Bunların, sorunların çözümünde önemli görevler ifa etmeleri sağlanacak ve Kürt Sorununun yönetsel kısmı üniter devlet yapısı içinde çözülmüş olacaktır.
1976 yılında Kanada’nın Vancouver kentinde yapılan Habitat I kent zirvesinde kentlerin sorunlarının çözümünde hükümetlere çok önemli roller biçildi. Aradan geçen 20 yılık sürede bu kararın yanlışlığı anlaşıldı ve 1996 İstanbul Habitat II Kent Zirvesi bu atmosferde toplandı. Sonuçta Habitat II, kentlerin ve o kentlerde yaşayan insanların sorunlarından tek başına iktidarların sorumlu olamayacağı; bu sürece iki aktif aktörün daha katılması gerektiği kararına vardı. Bu aktörlerden biri Sivil Toplum Örgütleri (STK), diğeri ise Yerel Yönetimlerdir. Dünyadaki gelişmeler ve bu alanda alınan kararlar (Gündem 21 Toplantıları) yerel yönetimlerin 21. yüzyıldaki önemini tescil etmektedir.
Yerel Yönetimlerin Bugünkü Yapısal Konumu ve Güneydoğu
Öncelikle sistem, mevcut ihtiyaca cevap vermeyen yasalar değiştirilerek, günün gereklerine uyan bir yapıya kavuşturulmalıdır. Bu değişiklik bazı rötuşlarla yapılacak bir değişiklik olmamalı; köktenci, çağdaş gelişmeye açık ve ileriyi gören bir perspektife sahip olmalıdır. Ayrıca bu değişiklik, Türkiye’nin imzalamış olduğu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı ile uyum içinde olmalıdır.
Belediyelerde reformu gerektirecek ikinci önemli husus, içinde bulundukları mali durumdur. Bugün belediyelerimiz; çalışanlarıyla, başkanlarıyla ve belde halkıyla ellerini idareye uzatmış, adeta “dilenci” durumuna düşürülmüştür. Bu onur kırıcı ekonomik bağımlılık “yerel yönetim” kavramıyla bağdaşmamaktadır. Kaynakların merkezleşmesine son verilmeden; belediyeleri merkezi kaynak bağımlılığından kurtarmadan; kaynakların oluşturulması, yönetimi, denetimi ve harcaması yerelleştirilmeden bu yetmezliğin ve yetersizliğin düzeltilmesi de beklenemez. Böyle bir yapılanma, ancak yerel yönetimlerin kendi öz kaynaklarını bizzat yaratan gerçek yerel iktidarlar haline gelmeleri ile mümkün olabilir.
İdari olarak, yerel yönetimleri geliştirilmesi ve güçlendirilmesi ilkesine işlerlik kazandırmak için cesur ve gerçekçi adımlara ve reformlara ihtiyaç vardır. Yerel demokrasilerde katedilecek yol, başta Kürt Sorunu olmak üzere yıllardır aşılamayan genel demokrasi sorunlarının aşılmasına yardımcı olacaktır. Bu anlamda, yerel yönetimlerin yönetsel ve örgütsel yapıları adem-i merkeziyetçi bir anlayışla yeniden ele alınmalı, yerel yönetimler gerçek kimliklerine kavuşturulmalıdır.
Kırsal alanı idari olarak belediyelere bağlamak; kaynakların toplanması, transferi ve sorunların çözümünde belediyeleri yetkili kılmak köye hizmeti götürmenin de yolunu açacaktır. Örneğin, Doğu ve Güneydoğu’da 10.181’i köy olmak üzere 23.684 köy ve köy altı yerleşim birimi vardır. Bunlardan 4.110 köy, 5.148 mezra ve kom olmak üzere 9.258’i Güneydoğu’da; 6.071’i köy, 8.355 mezra ve kom olmak üzere 14.426 da Doğu Anadolu’da yer almaktadır Bunlardan 4 bin civarındaki köy ve mezra son 15 yıllık çatışma ortamı içinde yakılıp yıkılmış ya da tamamen boşaltılarak insansızlaştırılmıştır. Bölgedeki 23.684 kırsal yerleşim ünitesinden -%48’e eşdeğer olan- 11.368‘inde içme suyu ya yoktur ya da yetersizdir.
GAP’ta bölgeden ziyade bugün için batı ekonomisini ilgilendiren dev enerji yatırımları yapılmakta, elde edilen/edilecek olan 27 milyar kw/h enerji batıya taşınmaktadır. Ama halkı yakından ilgilendiren sulama projelerine, içme suyu projelerine ve diğer sosyal ve ekonomik alt yapı projelerine yatırım yapılmamakta, ilerleme kaydedilmemektedir.
Türkiye’ deki 308.657 km‘lik asfalt köy yolunun sadece 6327 km‘lik kısmı yani %2.05 kadarı Doğu ve Güneydoğu’da yer almaktadır. Bunların da %98‘inin yolları ıslah edilmeye muhtaçtır. Ayrıca hiçbir köyde kanalizasyon ve diğer altyapı çalışması; yeşil alan, park, bahçe gibi nerede yaşarsa yaşasın her insan için zorunlu ihtiyaç olan hizmetleri de yoktur. Son yasal değişiklikle Van ve Mardin’in Büyükşehir yapılması bu gerçeği ortadan kaldırmıyor.
Yeni yapılanma için öneriler
Siyasi ve idari olarak tüm ülkede ve bu arada bölgede yerel demokrasiyi geliştirmek ve güçlendirmek için:
Kent meclisi modeli benimsenmeli ve kent meclisine her kurum ve katmandan -memur, öğretmen, mühendis, öğretim üyesi vb.- özellikle de belediyecilik ile ilgili uzman insanın girmesine olanak sağlanmalıdır.
Sivil toplum örgütleri, meslek odaları başkanları veya seçecekleri ilgili bir kişi kent meclisinde -oy hakkına sahip olmadan- katkıda bulunmak üzere doğal üye olarak bulunmalıdır.
Belediye encümeninde yer alacak bütün üyelerin seçimle gelmesi sağlanmalı; belediyede görev alan idari kademe de belediye başkanı tarafından atanmalıdır.
Halkın yerel yönetimlere katılımını sağlamak için, mahalle ve sokak bazında örgütlenerek belediye ile ilişkileri sağlayacak komite ve komisyonlar oluşturulmalıdır. Seçilmişlerin atanmışlarca görevden alınması uygulamasına son verilmelidir.
Genel yönetim anlayışı içinde katı merkeziyetçi bir yapı yerine “adem-i merkeziyetçi” yaklaşım benimsenmelidir. Bu çerçevede valilerin seçimle gelmesi sağlanmalıdır. Valiyi bu sebeple il parlamentosu sayılabilecek il meclisinin (il genel meclisi + kent meclisleri) başkanı sayacak bir düzenleme yapılmalıdır.
Bütün ilçe sakinlerinin; devletle, adaletle, yerel güvenlikle, eğitim ve sağlık gibi hizmetleriyle ilgili tüm işlerini halledebilecekleri bir yapı oluşturularak vatandaşlar, basit bir iş için bile vilayet ya da başkente gitme zorunluluğundan kurtarılmalıdır.
Büyükşehir belediyeleri başta olmak üzere belediyelere -güvenlik, eğitim, sağlık ve kültür hizmetleri dahil- her türlü yerel hizmetin üretilmesi ve dağıtılmasında yetki ve sorumluluk verilmelidir. Bu çerçevede belediye yönetiminin kendi ihtiyaçlarını, kadrolarını tespit ve tayin etmeye mezun kılınması sağlanmalıdır.
Bunun yanısıra, belediye çalışan sayısının nüfus kriterine göre sınırlandırılması gibi bazı düzenlemeler ilk etapta yerel demokrasinin geliştirilmesi ve yeniden bir yapılanma için siyasi ve idari olarak atılması gereken adımlar olarak görülmektedir.
Mali açıdan ise yapılacaklar şunlardır:
Devletin yetki alanındaki dışişleri, genel güvenlik, adalet, mega projeler dışındaki işler; yerel yönetimlere gelir, yetki ve sorumlulukla birlikte verilmelidir.
Belediyelerin, hizmet verdiği alanlarda -beldesinin sosyoekonomik koşulları göz önünde tutularak- vergi koyması ve toplaması sağlanmalıdır.
Bütçe gelirlerinin %30’unun belediyelere hizmet üretimi için aktarılması sağlanmalıdır.
Gelişmemiş yöre ve beldeler için ulusal düzeyde bir komisyonca yönetilen “ortak bir fon” kurularak bunun, bu belde ve yörelerin acil sorunlarında ve kalkındırılmasında kullanılması gereklidir. Gelir paylaşımında nüfus, coğrafya, ekonomi, toplumsal yapı, kültürel özellikler göz önünde bulundurulmalı; bölgesel gelişmişlik düzeyine bakılmadan aynı görev, yetki ve sorumluluklarla donatılmasının, tümüne aynı gelir ve kaynakların ayrılmasının, uygulamada kimi belediyelerin gelişmesini, yeterli, nitelikli işgücü sunmasını engellemekte olduğu bilinmelidir.
Belediye bütçesi yerine kent bütçesi yapılmasına olanak verilmesi ve kent bütçesine halkın katkısı ve denetimi mekanizmasının getirilmesi şarttır.
Hemşehrilik bilincinin geliştirilmesi gerekir. Çağdaş bir ortamda yaşamak için her kentlinin kente olan maliyetinin belli oranda karşılanması ise belirli esaslara ve kıstaslara bağlanmalıdır.
Belediyelerin ortaklığıyla bir Belediye Yatırım Bankası’nın kurulması mali olarak atılması gereken bir adımdır.
Yukarıda önerilen hususları yapmaya olanak tanıyacak bir düzenleme için yasaları rötuşlarla değil Türkiye’nin ihtiyaçlarına cevap verecek biçimde değiştirmek, halkın ve belediye camiasının en temel arzusu olarak ön plana çıkmaktadır.
Sonuç
Yerel yönetim sisteminin geliştirilmesi konusunda 1960 yılından beri birçok çalışma yapılagelmiştir. Ancak ihtiyaca rağmen gerçek bir değişiklik birtürlü yapılamıyor. Reform karşıtları, amaçlarına ulaşmak için sürekli üniter devlet yapısını öne çıkarmaktadır. Oysa Fransa üniter bir devlettir; yerel reform yapmıştır ama üniter yapısı bozulmamıştır. İspanya da üniter bir devlettir ve yapmış olduğu çağdaş yerel yönetim reformlarıyla parçalanmak bir yana birliğini sürdürmeyi garanti altına almış ve daha da pekiştirmiştir. Bu modelde idari özerklik, siyasi birlik ve dayanışma ilkeleri önem kazanıyor ve öne çıkıyor. Farklılıkları bütün içinde bir zenginlik haline getirerek, çokluk içinde birliği bu ilkelerle hayata geçirmek mümkündür.
İdari özerklik: Bir anlamda, yerel yönetimlerin sahip olduğu özyönetim ve özdenetim mekanizmasının sağlanmasıdır. Eğitim, sağlık, iç güvenlik de dahil olmak üzere bütün yerel hizmetler bu yönetimler tarafından sağlanmaktadır. Tamamıyla yerel insiyatif vardır. Halkın rızası yasaların meşruiyetinin temelidir ve halk neyi isterse yöneticiler onu yapar.
Siyasi Birlik: Siyasi birliğin olduğu yerde ulusal birlik bozulmamıştır. Diplomasi, dış güvenlik ve adalet gibi unsurlar geneldir ve ortak paydayı oluştururlar. Kendilerini dillerinden ve kültürlerinden dolayı faklı sayanlar, bu farklılıklarını idari özerklik içinde ulusal yapının desteğiyle ve anayasal güvenceyle sürdürürler. Aynı zamanda siyasi bir birliğe bağlı olduklarının bilinciyle hareket ederler.
Dayanışma: Bu üçlemede işin esas noktası dayanışmadır. Dayanışma, merkezi otoritenin farklılıkları eritmesini ve farklı olanın ise farklılığını ayrılığa kadar götürmesini -barışçıl yöntemlerle ve demokrasinin uygulanması ve işletilmesi çerçevesinde- önleyen bir fonksiyon görmektedir. Bu üç boyut; merkezi hükümetle dayanışma, diğer bölgelerle dayanışma ve kendi içinde dayanışmayı esas alır.
Sonuç olarak sorunumuz da çözümü de acildir. Yıllardır muhalefetteyken, siyasi partiler tarafından seslendirilen ama iktidara geldiğinde bir türlü çıkarılamayan Yerel Yönetimler Reformu parti çıkarlarından ziyade ülke çıkarları ve sosyolojisi düşünülerek çıkarılmalıdır. Ancak bu yasa toplumun ve belediyelerin tümü göz önünde tutularak ele alınmalıdır. Özellikle iktidardaki siyasal partilerin bugünkü genel ve yerel konuları gözetilerek, merkezde toplanmış yetkileri yerele devretmeyi içine sindirmeyerek, orasından burasından bir takım rötuşlarla yapacakları bir değişiklik “kaş yapayım derken göz çıkarmak” olur ki, -bugün de görüldüğü gibi- böyle bir değişiklik Türkiye’ye zaman kaybettirmekten başka bir işe yaramaz.
Kaynaklar
—————————————
Akalın, Muzaffer; Belediye Gelirleri Kanunu ve İzahları, İstanbul,1956
Çapoğlu, Gökhan; Yeni Bir Türkiye İçin, Ansav yayını, Ankara 1997
DPT, Mahalli İdareler Sektör Raporu, Haziran, 1993
DPT, Sosyal Göstergeler, yayın no: SBP: 419, Eylül, 1990
Geray,Cevat; Prof. Dr. (1993). Nasıl bir Yerel Yönetim Düzeltimi, Birlik, sayı 8,s.6-9
Habitat – II, Ulusal Eylem Planı, İstanbul 1996
IULA – EMME ve TKİ; Yerel Yönetim Sisteminin Geliştirilmesi, Raporlar Dizisi 1-4, İstanbul 1993
İsmail Sarıca (1992); Seçilmiş Göstergelerle ve Coğrafi Bölgelere Göre Sosyal ve Ekonomik Karşılaştırmalar, Türk idare Dergisi, 75-119, Ankara; Haziran 1992
Kemal , Görmez; Yerel Demokrasi ve Türkiye, Vadi yayınları, Ankara 1997
Keleş, Ruşen; Prof.Dr. (1993); Belediyelerin Yönetsel ve Örgütsel Sorunları, GAP Belediyeler Birliği, Belediyelerin Yapısal Sorunları Sempozyumu, s.56-62, Diyarbakır, 11 Aralık 1992
Kıray, Mübeccel; Kentleşme ve Patronaj İlişkileri, Ada Kentliyim Dergisi, sayı1, 1995, ss. 66-69
Özer, Ahmet; Kentleşme ve Yerel Yönetimler, Ürün Yayınları, Ankara, 2000
Özer, Ahmet (1992); GAP Bölgesinde Nüfus Hareketleri ve Kentleşme , Birlik, sayı:3, s.19-22
Tekeli, İlhan; Yerel Yönetimlerde Demokrasi ve Belediyelerin Gelişimi, A.İ.D., cilt 16, sayı:2
*Ahmet Özer,
Prof.Dr. Toros Üniversitesi,
sosyolog,
ahmet.ozer@toros.edu.tr