Siyaset biliminin önemli ve ünlü bir kuralı vardır: Değişimin gücü onu isteyenlerin gücü ile doğru orantılıdır. Bu istencin ve niyetin samimi olması bir yana, onu gerçekleştirecek kadroların olması ve bu umudu vermesi çok daha büyük önem taşır. Değişimi gerçekleştirmenin ilk koşulu değişimi yapacak hedeflerin doğru ve net konulmasıdır. Tabii hedef belirleme işi tek başına yetmez; ikinci adım, bu hedefleri gerçekleştirecek projelerin ortaya konulmasıdır.
Örneğin ülkemizin en temel sorunlarından olan Kürt Sorunu’na bir bakalım. CHP, “Kürt Sorununu ancak ben çözerim”, dedikten sonra çözüme götürecek projeyi de mutlaka ortaya koymak ve gereğini yapmak zorunda. AKP’nin yapamadığı bu. Aslında AKP sorunun adını koydu, “ben çözeceğim, gerekirse baldıran zehiri de içerim” dedi, ama bunların hepsi lafta kaldı. Hiçbir zaman samimi olarak çözmeye çalışmadı, sadece çözüyormuş gibi yaptı.
Kürt Sorunu çözülmeden Ortadoğu’ya barış gelmez
Şimdi CHP Kürt Sorunu konusunda, 1 Kasım sonrası bir değişim izlenimi ortaya koyuyor. CHP’nin bu seçimde soruna ilişkin güçlü vurgularla ortaya çıkmasının nedenleri var elbette. Kanımca bunun en bariz nedenlerinden biri Kürtlerin AKP’den el çekmesi, ikincisi Kürtlerle barışmadan iktidar olunamayacağının nihayet anlaşılmış olması ve en önemlisi Kürt sorunu çözülmeden iç barışın ve ekonomide istikrarın sağlanmayacağının görülmesidir. Ayrıca Kürt sorunu artık Türkiye’nin sınırlarını aştı, uluslararası bir hal aldı. Bu sorun çözülmeden Ortadoğu’ya barışın gelmeyeceği besbelli. Eğer biz kendi iç dinamiklerimizle bu sorunu çözmezsek, uluslararası güçler bunu çözmeye çalışır. Bu da, ne ülkenin yararına ne de onu çözmeye çalışanların menfaatleri doğrultusunda olur.
Kürtlerden oy alamayan iktidar olamıyor
7 Haziran seçiminde AKP Kürtlerden büyük bir şamar yedi. Neden? Birincisi, Erdoğan’ın “Kürt Sorunu yok” demesidir ve AKP’nın de bu lafın hilafına bir şey söylememesi ve yapmamasıdır. Oysa 8-10 yıl AKP, “Kürt sorunu var, bu sorunu biz daha fazla demokrasiyle çözeceğiz” dediği zamanlar Kürtler hep oy verdi, onlar da hep iktidar oldu. İkinci önemli neden, Roboski vb birçok katliamın hesabının sorulmaması; hatta Erdoğan’ın bunu yapanları kutlaması ve Kürtlerin de Roboski’nin sorumlusu olarak Erdoğan’ı görmesidir. Üçüncüsü, yanıbaşındaki Kobani’nin kurtarılması bir yana, sınıra gidip “Kobani düştü düşecek” demesidir. Bu, Kürtlerde adeta bir travmaya yol açtı ve bunu bir haysiyet meselesi gibi gördüler. Dördüncüsü de Rojava’ya vahşice saldıran IŞİD canilerine karşı durmak yerine, onlara şu ya da bu biçimde yardım etmesidir.
Aslında Doğu ve Güneydoğu’dan oy almadan iktidar olamama hali sadece AKP için geçerli değil. Yaptığımız araştırmalar şunu gösteriyor: 1950 yılından beri Doğu ve Güneydoğu’da birinci olmayan hiçbir parti tek başına iktidar olamamış. 7 Haziran seçimi de bunu bir kez daha tescilledi. Yani Kürtlerden oy alamayan iktidar olamıyor.
Üstelik Doğu-Güneydoğu sadece o bölgeyi temsil etmiyor; son 15-20 yılda meydana gelen göçler neticesinde Batı kıyılarındaki büyük kentlerde de Kürt nüfus epey yoğunlaşmış durumda. Çukurova’da Adana, Mersin; daha batıda Antalya; Ege’de İzmir başta olmak üzere Aydın, Manisa; Marmara’da İstanbul başta olmak üzere İzmit, Bursa gibi büyük kentlerde Kürt yoğunluğu iyice artmış durumda. Öyle ki şimdi en büyük Kürt kenti Diyarbakır değil, İstanbul.
Doğu ve Batı birbirini etkiliyor
Dolayısıyla bölgeyle bu kentler arasında bir dip dalgası, bir iletişim ve fonksiyonel bir etkileşim var. Bu sadece oyda değil yaşamda da öyle. Örneğin Doğu-Güneydoğu huzur bulmadan Batı huzur bulabilir mi? Bunlar öyle gelişigüzel olan şeyler değil. Bu da gösteriyor ki bölge ile Batı bileşik kap sistemi gibi işliyor. Durum oy konusunda da böyledir.
Nitekim CHP’nin çeyrek asırdır Batı’da, örneğin İzmir’de %50’lere varan oy almasına rağmen genelde %25 bandını aşamamasının en bariz nedenlerinden biri bu. Çünkü CHP Kürtlerden koptu, Kürtlerden oy alamayınca iktidar alanından da koptu. Batı’da alınan yüksek oylar Doğu’da boş sandıklarca aşağı çekiliyor. CHP şimdi Kürt Sorunu’yla ilgili vaatlerle Kürtlere geri dönüyor. Bu, son derece önemli bir gelişme; sadece CHP açısından değil, Türkiye demokrasisi bakımından da önemli.
Sonuç
CHP artık bir eşikte. Bu, iktidar olma eşiği. Bu, Türkiye’yi AKP’den kurtarma eşiği. Bu, bir değişim eşiği. Bu eşik üçlü bir birliktelikle aşılabilir. Bunlar, liderliğin heyecan yaratacak hedefler göstermesi; ilke ve projelerin halkta karşılık bulması ve bunları uygulayabilecek kadroların öne çıkarılması. Geçen seçimlerde Kılıçdaroğlu’nun Kürt meselesinin çözümüne katkı yapacak isimlere yer vermemesi kamuoyunda manidar bulunmuştu. “Denge politikası yürüterek sonuç almaya çalışılıyor” eleştirileri öne sürülmüştü. Özelikle İstanbul, İzmir, Adana, Mersin gibi Kürtlerin yoğun yaşadığı büyük kentlerde bu seçmen kitlesini temsil niteliği taşıyan adayların kazanabilecek yerlerden aday gösterilmemesi, süreci olumsuz yönde etkilemişti. Aynı şekilde Güneydoğu’da nitelik, liyakat ve temsil yeteneği yerine aşiret ve aile bağları ile sonuca ulaşılacağının varsayılması yanılgısına düşüldü. Sanırım bunlardan ders çıkarılmıştır artık. Bundan böyle parti organlarında ve özellikle yerel seçimlerde yapılacak doğru hamleler artık AKP iktidarına son vererek halkın iktidar olmasını sağlayabilir. Burada önemli olan, bu iradeyi feragat ve cesaretle hayata geçirmektir.
*Prof.Dr. Ahmet Özer,
Toros Üniversitesi,
ahmet.ozer@toros.edu.tr