Deprem; güneşin doğması, kışın gelmesi gibi doğal bir olaydır. Deprem yerde biriken gerginliğin birdenbire boşalmasıdır.
Boşalma sarsım, ısı, ışın üreterek gerçekleşir. Depremin boşalttığı gerginliğin ölçüsüne büyüklük (M), yüzeyde yaptığı değişiklik ile yıkıma depremin gücü (şiddet) ya da yıkım gücü denir. Doğada her olgu ile olayın, Yer’in gelişmesi ile evriminde bir katkısı vardır. Depremlerin görevleri:
- Dağlar, vadiler ile ovaları oluşturur.
- Dağlık bölgelerde, kırıklar boyunca ulaşım yollarını oluştururlar.
- Yeri kırarak, gözenek ile geçirgenliği arttırıp, yeraltı suyu yataklarının oluşmasını sağlar.
- Kaynak, pınar sularını oluşturur.
- Toprağı belleyerek soluk almasını, karışmasını, tarım veriminin artmasını sağlar.
- Toprak ıslaklığının artmasına ortamın ormanlaşmasına sağlar.
- Kırık kuşakları ile çukurluklarda ırmakların oluşmasına, sulamaya yardımcı olur.
- Gölleri, denizleri, boğazları, geçitleri oluştururlar.
- Yeraltı mağaraları, yeraltı su göllerini, obrukları oluşturur.
- Kaplıca, ılıca, sıcak su ile kızıkları (jeotermalleri), seraları, yerden ısınmayı sağlar.
- Her deprem elektrik ile ısınma amaçlı enerji kaynağıdır.
- Madenlerin oluşmasını sağlar.
- Toplumların, sulak tarım alanlarına yayılarak yerleşimini engeller beslenmeye yardımcı olur.
- Dayanımlı, sağlıklı yapıların yapılmasını güdüler.
Görüldüğü gibi depremlerin yararları saymakla bitmez. Ne var ki, bunları bilmeden depremin yarattığı sarsıntı dalgalarının yaptığı yıkım ile onun sonucu oluşan yaralanma ile ölümlere bakarak depremlere bir kıran –afet-, bir öcü gibi bakılır.
Depremleri kırana dönüştürenler kişioğludur. Nedenler:
- Geçmişten esinlenmemek,
- Eğitimsizlik,
- Bilimsizlik (kırığın işleyişi, yerleşimlerin konumu, yer-yapı niteliği)
- Yazgıcılık (kadercilik-dini inanç),
- Nüfus artışı,
- Yoksulluk,
- Çıkarcılık,
- Yönetim-Siyasiler.
- Geçmişten esinlenmemek: Depremin bir yasası vardır: “Eğer bir bölgede deprem olmuşsa gelecekte de en az o büyüklükte bir deprem görecektir.” Buradan kalkarak, deprem olacak yerlerin jeofizik haritalarından, ayrıca çıkarttığım il, ilçe, bucak deprem çekince haritam kullanılarak deprem çekincesi olan yerleşim alanları seçilir. O kentte beklenen en büyük deprem ile deprem yaratacak kırık(lar) bellidir. O kentlerde depremin en çok yıkım yaptığı yerlere yerleşilmez.
- Eğitimsizlik: Yapının maliyeti vardır, ancak yitirilen canın maliyeti ölçülemez. Bilinmesi gerek, yer-yapı durumu, deprem gelmeden alınacak önlemeler, deprem sırasında, göçük altında, kurtulunca yapılacaklar ile davranışlardır. Deprem alıştırmaları, deprem konusunda bilgilenme okumaları yapılmalıdır.
- Bilimsizlik (kırığın işleyişi, yerleşimlerin konumu, yer-yapı niteliği): Kırığın türü, işleyişi, boşalma süresi, deprem odağı derinliği ile sizin uzaklığınız, olduğunuz yer ile yapının davranış özellikleri başlıca etkenlerdir. Deprem bölgesinde alan kullanımı ve depremin hangi semtlerde, ne tür yapılarda yıkıcı olduğu bilinmelidir. Deprem olmadan önce, sağlam yerde sağlam yapılanma yöntemlerine uyulmalıdır.
- Yazgıcılık (kadercilik-dini inanç): Dini inançlar şunu vurgular: “Kimse Tanrıca önceden belirlenen süreden ne bir dakika uzun, ne de bir dakika kısa süre yaşar. Herkesin başına gelenler yazgısıdır, bunun dışına çıkılamaz.” Dinsel olarak buna inanan kişi depremde ölümü önceden kabullenir. Ölümünü kötü yerde, kötü yapıda oturmuş olmasına değil, Tanrı iradesine bağlar. Başına gelenlerin işlenen suçları olduğunu, ölümünün ise cezalandırma olduğuna, gerçek yaşamın burası değil, öldükten sonra başlayacak yaşam olduğuna inanır. Bu akıl ve bilim dışı anlayış, kişi ölümlerinin önüne geçmeyi engeller. Önlemler alınmadığından sarsıntı da kırana dönüşür.
- Nüfus artışı. Türklerin %23’ü 0-14 yaşında çocuk, %68’i 14-64 yaş arası yetişkin, %9’dan çoğu 65 yaş üzeridir. Birim alana düşen kişi sayısı arttıkça deprem ölümleri artar. Türkiye’de km kareye düşen ortalama kişi oranı 110 kişi, İstanbul’da 3000, Kocaeli’de 553, İzmir’de 336, Yalova’da 326, Konya’da 58, Erzincan’da 20, Tunceli’de 11 kişidir. Dolayısıyla, aynı büyüklükte Anadolu’da olan bir deprem İstanbul’da 30 kat daha ölümcül olur. 553 kişi yoğunluklu Gölcük’te 1999 M7,5’da olan deprem 17.800 kişi öldürdüyse, İstanbul’da aynı koşullarda 6 kat daha ölümcül olması beklenir.
Türkiye’de köylerde yaşayanların oranı, %45’den %7,2’ye düşerken, kentin çarpık çeper yerlerine yerleşenlerin oranı %93’ü bulmuştur. Nüfus artış hızı ise 2019’a dek %1,39 iken 2020’de %0,55’e düşmüştür; ancak her yıl ortalama 500 bin kişi çoğalmaktayız. Kırsal kesimden gelenler genelde birinci önemde deprem bölgeleri olan İstanbul, İzmir, Yalova, Kocaeli, Adapazarı’na yerleşmektedirler. Doğu ile Güney Anadolu’nun köyleri boşalmış, tarım ile hayvancılık bitmiş, ülkenin o bölgeleri korumasızlaşmıştır. Bu göçenler yoksul, bilgiden yoksun, yazgıcı, çaresiz kesimlerdir. İşte bunlar depremde öncelikli kıyılacak kişilerdir. Bu durum da depremin kırana dönüşmesine başlıca etkendir.
- Yoksulluk. Depremlerin yıkım eşik değerleri de ulusal gelirden aldıkları paya göre değişmektedir. Ulusal gelir arttıkça, depremde ölüm sayıları düşmektedir. 2020 verilerine göre; Ermenistan (4 300 dolar, >M4.0), İran (5, 800 dolar, >M4,5), Türkiye (7, 714 dolar M5,7), Rusya (10 000 dolar, M5,8), Yunanistan (18,200 dolar, M6,3), İtalya (30 000 dolar M6,5), Japonya (39 000 dolar M7,3), İsrail (41 560 dolar, M7,3), ABD (63 000 dolar, M7,5). Demek ki yoksulluktan kurtulmadıkça, depremlerin kıyıcı olmasından kurtulma olasılığı yoktur.
TÜİK verilerine göre 2020’de aile başına aylık gelir 5.833 TL, kişi başına aylık ortalama gelir 2.750 TL’dir. Yoksul kişiler, sağlam yerde, sağlam yapıda oturamazlar. Buradaki evlerin kirası 3 ile 5 bin üzerindedir (2021). Oysa emekli aylığı 1.600 TL, %49’unun aylık geliri ise 3.100 TL’nin altındadır. 2020 yılına göre Türkiye’de kişi başına ulusal gelirden aldığı pay 7.714 dolardır. (Yaklaşık olarak 65.500 TL/yıl, 5.450 TL/ay). Oysa bu gelir eşit dağılmamaktadır. Türkiye’de bir kişinin depremden korunması için gereken en az 24,500 TL/ay’dır (2 882 dolar/ay). Bu durumda Türkiye’de deprem güvenliği olan kişi oranı %2 dolayındadır. Türkiye’de toplam gelirin %6,2’sini en alt %20, en üst %20 ise %47,2’sini alıyor. Yoksulluğu belirten Gini katsayısı 0,397’dir (0- eşitlikçi, 1- eşitsiz). Kişi başına yoksulluk sınırı 7.116 TL dir. Yurttaşlarımızın %14,7’si yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır ki, bunların deprem güvencesi yoktur.
- Çıkarcılık. Karşılığını alsa bile yapımcıların kötü gereç kullanarak, belediyeye verdikleri tasarımla, uygulamanın ters düşmesi ve aşırı kazanç beklentisi buna neden olmaktadır. Ayrıca, “her yere yapı dikilebilir” söyleminden kalkıp depreme çok duyarlı ırmakların çatalağızlarına, doldurulan bataklıklara, oynak, duraysız, sulak tarım alanlarına yeni yerleşimler geliştirilmektedir. Bu durum tarım alanlarını yok ettiği gibi, besinde dışa bağımlılığı arttırırken, yoksulluğu da kamçılamaktadır.
- Yönetim-Siyasiler. İzmir Bayraklı’da olduğu gibi kötü yerlerde kötü yerleşimleri önlemeyenler, belediyeler ile üst yöneticilerdir. İmar Barışı son günlerde deprem ölümlerini arttıracak en büyük rüşvet tabanlı gelirdir. Ne yazık ki bunun bedelini barışan kişilerle, Türk halkı canıyla, malıyla ödeyecektir. 1999’dan beri toplanan deprem vergilerinin amaç dışı kullanılması, başlıca sorgulanması gereken konudur.
Ayrıca, 2007’de çıkarılan, 2018’de yenilenen Deprem Yasası (Kentsel Dönüşüm) yaygın ve ayrıca amaca yönelik uygulanamamaktadır. Kentsel dönüşüm yerine varlıklı kesimlerde yapısal dönüşüm yapılmaktadır. Bu amaçla bankaların verdiği düşük faizli borçlar yerinde kullanılmadığı gibi alınan ek bir iki kata yeni gelenlerle kent içi yoğunluğu artmaktadır. Artan yoğunluğa alt yapı -okul, sağlık ocağı, yol, ulaşım, su, elektrik, kanalizasyon- yetmediğinden kentsel bozuşum oluşmaktadır.
Fikirtepe gibi kimi yerlerde yoksulların elinden ucuza alınan çarpık yapılar yerine gökdelenler yapılarak yükleniciler gelirlerini katlarken, ellerinden evleri alınan yoksullar kentlerin çeperlerine ötelenmiştir. Küçükçekmece’de olduğu gibi Cumhuriyet ile Kanarya Mahallelerini göçürmek için yapılan Kayaşehir’e onlar değil, İstanbul’a yeni göçenler taşınmıştır.
Sözün özü, “kentsel dönüşüm” güzel sözü arkasında birçok çıkar çevreleri topu istedikleri gibi taşımışlardır. Tek istek vardır, o da deprem kılıfı ile çıkarı büyütmektir. İBB Başkanının söylediği gibi İstanbul’un kentsel dönüşümü için 500 milyar dolar gerekmektedir. Kanal İstanbul ile birlikte İstanbul’un nüfusu 5 milyon daha artacaktır. Gittikçe gebeleşen İstanbul’un deprem, su, ulaşım, güvenlik, sağlık, soluk alma sorunlarını çözmek gittikçe güçleşmektedir. Kişinin mutluluk ile güvenliği için yapılması gereken kentsel dönüşüm kavramı başarılamamıştır. Durumu uygun olan İstanbullular, İstanbul dışına göçmekte, gün geçtikte yeryüzünün yıldızı olan bu güzel kent kültürel, ayrıca görsel doku olarak bozulmaktadır. Bu da amacı belli olmayan bir siyasi yönlendirmedir.
Özet olarak, Türkiye’de nüfus artışı durdurulmadıkça, kişi başına gelir arttırılmadıkça, bilimin ışığında yürünmedikçe, yetkin yöneticilerce yönetilmedikçe, doğal olayların afete dönüşmesi engellenemeyecektir.
*Ahmet Övgün ERCAN
İTÜ Maden Fakültesi, Jeofizik Müh. Prof. Dr.
ovgunaercan@gmail.com