En başta belirtmeliyim; çeşitli mecralarda karşımıza çıkan “evrim” ve “yaradılış” tartışmaları bilim, aydınlanma ve laiklik adına son derece yadırgatıcı, bilim cephesinden bakıldığında ise ciddiyet ve incelikten uzaktır. Zira, bilim dinin sorularını sormaz; din ise, bilimin sorularını soramaz. Darwin Türlerin Kökeni’ni (The Origin of Species,1859) yayınladığında, bilim çevreleri “biyolojik yaşam formlarının, canlıların evrimleştiği gerçeğini” kabul etmişlerdi. Yaşambilimleri alanında ne Darwin’in yaşadığı dönemde ne de sonrasında, “evrim gerçeğini” reddeden tek bir önemli biliminsanı vardır. Reddiyelerin tamamı, bilimin sınırlarında bilimsi, ideoloji ve din alanlarından gelmiştir. Ayrıca, bilimsel bir teorinin zamanla düzeltilmesi, inceltilmesi, yerinden edilmesi veya çürütülmesi için bilim dışından gelen eleştiri, saldırı ve meydan okumalara hiç ihtiyacı yoktur; zaten bilim bütün bunları kendi içinde son derece sert, incelikli, sağlam ve bir o kadar da ağır ve yoğun kavramsal, deneysel ve teorik işçilikle yapmaktadır. Gaston Bachelard’ın belirttiği gibi, bilimde sabit, değişmez “doğru” yoktur; herhangi bir “doğru” daha ortaya çıktığı anda sonraki bilimsel araştırmalar için bir “problem” haline gelir.
Elbette bu, Darwin’in Türlerin Kökeni (1859)’ninde geliştirdiği ve sonrasında 1872’de adını koyduğu “doğal seçilim ile evrim teorisi” için de geçerlidir. Ancak önce Darwin’in, sonrasında da yeni bilimsel bulgularla daha güçlü ve incelikli hale gelen Darwinci evrim teorisinin istisnai ve -Francisco J. Ayala[1] ve Jean Gayon’un vurguladığı gibi- harikulade yanı, bilimler tarihinde bir teorinin ve bileşenlerinin bir yandan anlamaya yönelik araçlar olarak diğer yandan da biyolojik yaşam gerçeğini açıklama gücü açısından böylesine uzun soluklu olabilmesidir. Darwin’in evrim teorisi, bilimler tarihinde Kopernik’in Astronomideki devrimi ile eşdeğerdir; 150 yılı aşkın zamandır, biyolojide bir araştırma programının kurucusudur. Darwin daha Türlerin Kökeni’nin yayınladığından başlayarak, evrim teorisinin “değişim, farklılaşmalar ile türeme (descent with modification)” ilkesi ve canlıların daha önceki türlerin değişimi, farklılaşması ve ayrılması ile evrimleştikleri, bir “gerçek” olarak kabul edilmiştir. Bu “gerçek”, Darwin’in meşhur yaşam ağacı diyagramında temsil edilir. Evrim teorisi ile ilgili asıl tartışmalar, “doğal seçilim” ilkesi üzerinde yoğunlaşmıştır. Darwin sonrasında, ne Darwin’in teorik çerçevesi yerinden edilmiş, ne tamamen bir başka çerçeve ile değiştirilmiş ne de tamamen reddedilmiştir. Tersine, bütün eleştiriler, ortaya çıkan yeni bulgular ile birlikte, Darwin’in teorisini incelten, onun eksiklerini tamamlayan sonuçlar doğurmuştur. Dahası, Darwin’in teorik ilkelerinin korunduğu bir çerçeve, giderek yeni ilkelerin eklenmesi ile genişlemiştir.[2]
**
Evrim, geri dönüşsüz, aşamalı ve sürekli değişimdir. Biolojik evrim, en genel ifadesiyle, canlı popülasyonlarının çeşitliliği ve çevreye uyumunda değişim anlamına gelir. Evrim, hem yaşambilimin kurucu ve düzenleyici bir kavramı, hem de bir “gerçeklik”tir. Öyle ki, Dobzhansky’nin 1972’de vurguladığı gibi, “yaşam bilimlerinde evrimin ışığı olmaksızın hiç bir şey anlamlı değildir.”[3] Fosil kayıtları, canlıların milyonlarca yıl öncesinden evrimleştiğini; balıklar ve amfibiler -yani suda ve karada yaşayan, kurbağa gibi hayvanlar-, sürüngenler ve kuşlar, primatlar ve insanlar arasında geçiş formu olan canlılar bulunmuştur. Bitkiler ve hayvanların coğrafi dağılımları, farklı kıtalar ve adalarda farklı evrimleştiklerini gösterir. Anatomi ve karşılaştırmalı morfoloji araştırmaları, canlıların evrimsel kökenleri ve birbirleri ile ilişkilerini gösteren kanıtlar sunar. Moleküler biyoloji ise yaşamın evrimi ve canlılar arasındaki evrimsel ilişkilere dair son derece sağlam ve incelikli kanıtlar ortaya koymuştur.
Darwin’in Türlerin Kökeni’nin yayımlamasına kadar, insan ile diğer varlıklar ve çevresi arasındaki ilişki, Newton ve Paley ’in doğal teolojilerine göre tanımlanmış, Tanrı’nın takdirine veya her yerde mevcut bir iradeye bağlanmıştı. Önce, her bir türün yaşam tarzına uyumunun önceden, Tanrı tarafından tayin edildiği kabulünün yerinden edilmesi gerekmiştir. Burada, Leonardo da Vinci (1452- 1519), Nicolous Steno (1638- 1686), Jean-Etienne Guettard (1746- ) gibi düşünürlerin yeryüzünde evrimsel değişime dair görüşleri önemlidir. Evrim düşüncesinin ilk ipuçlarını vermeleri açısından, devrimci düşüncelerdir bunlar. Canlı varlıkların bir biçimden diğerine dönüşebileceği ve bir canlı türünün daha önceki dönüşümlerin sonucu olabileceği düşüncesi de aynı zamanda ortaya çıkmıştır. Türlerin, bireysel üreme farklılıklarına bağlı olarak, çevrenin zorlamalarına rastlantıyla uyum sağladığı düşüncesi, bundan sonra yer bulabilmiştir.
17. yüzyılda Carl Linneaus’un Taxonomi, canlı varlıkların benzerlikleri ve farklılıkları ile sınıflandırması çalışmalarını takiben, bilimsel niteliğe sahip ilk teoriler, Jean Babtiste Lamarck (1744-1829) ve Diderot (1713-1784) tarafından geliştirilmiştir. Diderot, yaşayan bütün hayvanların tek bir ortak atadan türediğini öne sürmüştür. Lamarck ise, canlı varlıkların daha basitten daha karmaşık ve mükemmel olana doğru değiştiğini; evrimle geliştiklerini; her bir canlı türünün ayrı soyağaçlarını izleyerek, ayrı kökenlerden evrimleştiklerini iddia etmiştir. Yine Lamarck’a göre bir organ çok fazla kullanılırsa, gelişir ve daha etkin bir biçim alır. Örneğin, yüksek ağaçların olduğu bir habitatta yaşamak ve beslenmek için yüksek ağaçlara uzanmak zorunda kaldıklarından, zürafaların boyunları uzamış; sonraki kuşaklar uzun boyunlu doğmuşlardır. Buradaki anahtar düşünce, çevreye uyum yani adaptasyondur. Ancak, vurgulanan, popülasyonun değil, bireysel canlının uyumudur.
Lamarck’tan sonra, Charles Darwin “doğal seçilimle evrim teorisi”ni geliştirmiştir. Türlerin Kökeni dört temel önerme içerir. İlk ikisi, Lamarck ile paraleldir: i) dünya durağan değildir, evrimleşmektedir; türler sürekli değişir, yenileri ortaya çıkar ve bazıları da tükenir; ii) evrim aşamalı ve süreklidir; kesintili oluşlar ve ani değişimler içermez. Diğer ikisi ise, Lamarck’tan ayrılır: iii) bütün canlı organizmalar tek bir kökenden evrimleşmiştir; iv) evrimsel değişim, gizemli bir mükemmeliyet yönelimi ya da basit bir şans ile açıklanamaz; doğal şeçilimin sonucudur[4].
Darwin’in teorisi, çevresel etkilerden kaynaklanan değişimlerin kalıtılacağını belirttiği noktada, halen Lamarckçıdır. Değişimler, farklılıklar –varyasyonlar- kalıtımla sonraki kuşaklara aktarılır; bu yüzden, varyasyonlara dayalı seçilimin etkisi ile her bir kuşakta giderek birikir ve o canlılarda değişim ortaya çıkar. Bu tez, Darwin’in meşhur evrim ağacı -phylogenetic tree- modeli ile temsil edilmiş ve sonraki filogenetik, evrimsel ilişkilerinin kurulması ile ilgili araştırmalar ile daha inceltilmiştir. Artık hangi türlerin birbirleriyle daha fazla ilişkili oldukları, nasıl ilişkilendikleri ve evrimsel tarihlerinde ne zaman ayrılıp farklılaştıkları tanımlanabilmektedir.
Doğal seçilim ise, canlıların çevreye uyumunu sağlar. Ayrıca, bütün canlıların geometrik üreme eğilimlerine rağmen, belirli bir türün popülasyonu durağan kalır. Doğal seçilim sürecinde üç olgu önemlidir: Çok sayıda yavru üretimi, varyasyon, kalıtım. Artan –diferansiyel- üreme başarısı gösteren organizmalar, değişen doğal çevreye en iyi uyum sağlayan bireyler olacaktır. Bunlar, bu üstün özelliklerini sonraki kuşaklara kalıtımla aktaracaklardır.
Darwin’den sonra, 1800’lerin sonlarında De Vries, Mendel’in genetik bulgularından yola çıkarak “mutasyon teorisi”ni geliştirmiştir. Mutasyon teorisi, genetiği ilk kez evrim düşüncesiyle eklemlediği için önemli bir adımdır. De Vries’e göre, çeşitli kalıtsal farklılıklara –varyasyonlara- sahip olan canlılar, herhangi bir geçiş formu olmadan, aniden ortaya çıkmıştır. Burada önemli olan, mutasyonlardır; doğal seçilim değil. Mevcut genetik bileşenlerin yeniden bileşimi –rekombinasyonu- hem yeni varyasyonların kaynağıdır, hem de kalıtılmış olan varyasyonları farklılaştırabilir.
Darwin’in ve De Vries’in teorileri arasındaki çelişkiler ve farklılıklar, Modern Sentez Teorisi (Modern Synthesis Theory) ile giderilmeye başlanmıştır. 1920’lerde, T. Dobshansky ve J. Huxley’in çalışmaları ile -yeni bir biyoloji disiplini olarak- popülasyon genetiği doğmuştur. 1930- 40’larda, T. Dobshansky, J. Huxley, B. Rensch, Simpson, G. Ledyard Stebbins ve E. Mayr, “modern sentez teorisi”ni geliştirmişlerdir. Darwin’in teorisini takiben, biolojik tür –biological species- tanımı, kromozomal kalıtım, popülasyon genetiği ve paleontolojik bulguların eklemlenmesi veya senteziyle kurulmuş bir teoridir.
Modern sentez teorisinde, tipolojik, bireysel canlıların özelliklerini vurgulayan düşüncenin yerini, popülasyon kavramlaştırması almıştır. Evrim, bir popülasyon olgusu olarak tanımlanmış; doğal seçilim tekrar vurgu kazanmıştır. Doğal popülasyonlar çok fazla varyasyon ve varyasyon olasılığı içerir; Lamarckçı “kazanılmış karakterlerin kalıtımı” tezi reddedilmiş; Mendel’in tanımladığı kalıtım, evrimin temellerinden biri olarak kabul edilmiştir. Yine, Darwin’in doğal seçilim teorisi reddedilmez; ancak bu kez doğal çevre, varyasyonların kaynağı olarak tanımlanmaz. Doğal çevrenin esas rolü, genetik kayma –genetic drift-, mutasyon ve rekombinasyonlardan kaynaklanan varyasyonların seçimidir.[5]
Doğal çevre tarafından seçilen varyasyonların sayısı üreme ile artacak, popülasyonda sadece bu varyasyonlara sahip organizmalar kalacaktır. Çok farklı bireyler içeren bir popülasyonda bazı bireyler diğerlerinden daha fazla üreme ve hayatta kalma şansına sahiptir; çünkü çevresel baskılara daha etkili bir şekilde direnmelerini sağlayacak genetik yapıya sahiptirler. Örneğin, nemli bir ortam kuraklaşmaya başladığında, doğal seçilimin etkisi, en az su harcayacak metabolizmaya sahip bireyler lehine olacaktır. Böylece, doğal seçilim evrimin yönünü tayin eder, ve uyumlu genlerin belirli zamanda ve yerde tekrarlanmasını ve birikmesini sağlar. Uyumu, özelleşmeyi ve uyumsal ayrılmayı -adaptive divergence- ilerletir. Bu, yeni bir türün ortaya çıkması demektir; aynı zamanda, evrimsel ilerlemedir.
20. yüzyıl ortalarından başlayarak moleküler biyolojiden gelen kanıtlar, Modern Sentez Teorisi’ne son derece güçlü katkılar sağlamıştır. Moleküler biyoloji araştırmaları, DNA’nın yapısı ve moleküler düzeyde yaşamın birliğini, yani bütün canlıların ortak genetik materyale sahip olduğunu göstermiştir. Özellikle varyasyonların moleküler düzeydeki kaynakları ve nedenleri incelikle tanımlanmıştır. Cinsiyetlerin evriminin ve yatay gen değişiminin, canlıların sonsuz farklılaşması ve değişiminde son derece önemli olduğu gösterilmiştir.[6] Dahası, artık daha önce bilinmeyen evrimsel ilişkiler tanımlanabilmekteir. Mevcut canlı türlerin ortak bir kökenden evrimleştiğinin gösterilmesinden öte, her bir türün evrimi ortak kökene kadar izlenebilmektedir.[7]
Evrimin düzenleyici ilkeleri, yani varyasyonların ortaya çıkması ve doğal seçilim ve uyum, elbette insanın evrimleşmesi üzerinde de işlemiştir. Ancak, yaklaşık beş milyon yıl öncesinde ortaya çıkan –primate denen- ilk insanımsı tür Australopithecus’tan günümüz insanı Homo sapiens sapiens’e kadar insanın evrimi sadece biyolojik etkenler ile açıklanamaz. Ekolojik, genetik, entelektüel, toplumsal ve kültürel bileşenlerin etkileşimleriyle çok boyutlu bir oluşum sürecidir. Ancak, bir konuda uzlaşma vardır: insanın kökeni, hayvan ve insan davranışları arasındaki radikal bir kopuştur. Kopuş, bir yandan ellerin kullanılması, teknoloji (alet yapımı ve alet yapan aletlerin yapımı), diğer yandan da dilsel gelişim yani sözcüklerin kullanımı ile tanımlanır.[8]
**
Özellikle deneysel bulguların elde edilmesi uzun zaman aldığından, Darwin’in “doğal seçilim ile evrim”i başlangıçta bir “teori”dir. Ancak, daha o zamanlarda, canlıların evrimleştiği bir “gerçek” olarak kabul edilmiştir. Sonrasındaki, eleştiri veya meydan okumalar, bu “gerçekliğe” değil, teorinin “değişim ile türeme”, “doğal seçilim ile evrim” gibi ilkelerine yöneliktir. Çoğu araştırma ve eleştiri, nedensel açıklamalardaki eksikler ve hem evrim örüntüsünün hem de nedensel ilişkilerin hangi düzeylerde nasıl işlediği üzerine yoğunlaşmıştır. Darwin’in evrim teorisi, 17. Ve 18. yüzyıllardaki biliminsanları ve felsefecilerin bir çerçeve olarak kabul ettiği mekanik felsefe gibi bir kapsayıcı araştırma programının kurucusudur ve bugün biyoloji, Jean Gayon’un vurguladığı gibi, “Darwinci biyoloji” olarak tanımlanır.
[1] Francisco J. Ayala (2016), Evolution, Explanation, Ethics and Aesthetics: Towards a Philosophy of Biology, Academic Press, Amsterdam.
[2] Stephen J. Gould (2002), The Structure of Evolutionary Theory, Harward Un. Press, Cambridge.
[3] Aktaran, Francisco J. Ayala (2011), “Darwin’s Revolution,” Biological Evolution: Fact and Theories, a Critical Appraisal 150 Years after “The Origin of Species”, (G. Auletta, M. Leclerc, M. M. Martinez, eds.), GBP, Rome, s. 25.
[4] Ernst Mayr (1978), “Evolution,” A Scientific American Book, Scientific American, Inc., USA. Charles Darwin, (1976) Türlerin Kökeni.: Onur Yayınları, Ankara
[5] Ernst Mayr (1978), “Evolution,” A Scientific American Book, Scientific American, Inc., USA. Ali Demirsoy (1984) Kalıtım ve Evrim. Meteksan, Ankara, s. 100, 246.
[6] Ali Demirsoy (1984) Kalıtım ve Evrim. Meteksan, Ankara.
[7] Francisco J. Ayala (2016), Evolution, Explanation, Ethics and Aesthetics: Towards a Philosophy of Biology.; Ali Demirsoy (1984) Kalıtım ve Evrim.
[8] Edgar Morin (1985), Kaybolmuş Paradigma İnsan Doğası, Birey Toplum Yayınları, Ankara, s. 34-35.
*Adile ARSLAN AVAR
Doç. Dr., İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü Şehir Bölge Planlama Bölümü
adilearslan@gmail.com