Vesikalik-Sezen-copy

AB ve Türkiye: Çok Boyutlu Dinamikler

UMUT ORAN*

AB ve Türkiye’nin neden birbirlerine ihtiyaçları olduğu konusu hem AB’nin hem de Türkiye’nin tekrar tekrar hatırlaması ve üstünde durması gereken bir konudur.

Biliyoruz ki, küresel sorumluluklar yüklenmek için diğer küresel aktörlerle rekabet edebilecek nüfus, iktisadi güç, siyasi nüfuz ve askeri kuvvet gerekiyor. AB, bu imkânlardan bir bölümüne halen sahip. Sahip olmadıklarını elde etmesi yolunda Türkiye’nin bir katkısı olabilir mi? AB’nin küresel sorumluluklarını yerine getirmesine Türkiye’nin önemli katkılarda bulunabileceği kuşkusuz. Muhtemel katkıların tam listesini yapmak zor, ama yine de bazılarını içeren bir liste yapabiliriz.

Türkiye’nin coğrafi konumu; enerji havzası üzerindeki köprü

Türkiye’nin AB’ye yapabileceği katkılardan biri, dünya haritasındaki konumundan kaynaklanıyor. Coğrafi faktörler, eskiden beri ülkelerin kaderini belirleyen temel faktörler oldu. Jared Diamond’ın entelektüel hayat için bir dönüm noktası sayılan “Tüfek, Mikrop ve Çelik” kitabında ifade ettiği gibi, belli coğrafi kısıtlara sahip olan medeniyetler, diğerlerine göre geri kalma veya yıkılma tehdidi de yaşamaktadır.

NATO, dünya üzerinde, üye ülkelerin güvenliğini ve istikrarını tehdit edebilecek 15 sıcak nokta belirledi. Bu 15 noktadan 13’ü Balkanlar’da, Orta-Doğu’da, Kafkaslar’da ve Orta-Asya’da yer almaktadır. Bu bölgelerin her biri, ya Türkiye’ye komşu bölgelerdir veya Türkiye’nin tarihi ve kültürel nedenlerle etkili olabileceği yerlerdir. NATO’nun -Norveç hariç- tüm Avrupalı üyeleri, aynı zamanda AB’nin de üyesidir. Bu nedenle, Avrupalı NATO ülkelerinin güvenliği, AB ülkelerinin de güvenliği anlamına gelir. Dolayısıyla Türkiye’nin dış politika hedefleri AB’nin hedefleriyle çakıştığı ölçüde, bu bölgelerde AB’nin çıkarlarının korunmasına katkıda bulunabilir. Şurası açık bir gerçektir ki, NATO’nun operasyon kapasitesi ve hacmi en büyük ikinci ordusuna sahip olan Türkiye ile işbirliği yapan bir AB, bölgedeki çıkarlarını daha etkin ve güçlü bir şekilde koruyabilir.

Türkiye’nin coğrafi konumunun sağladığı ikinci önemli avantaj, Asya ile Avrupa arasında ve özellikle Orta-Doğu ile Avrupa arasında doğal bir kara köprüsü olmasıdır. Bu özelliği ona, Orta-Doğu ile Avrupa arasındaki ulaşımın güvenlik ve istikrarını sağlamada önemli bir rol oynama imkânı vermektedir. Özellikle enerji ithalatçısı ülkelerle enerji ihracatçısı ülkeler arasında -çok boyutlu kültürel ve ekonomik ilişkileri nedeniyle- Türkiye, bölgedeki dinamik bir güvenlik ve istikrar kaynağıdır.

AB – Türkiye yeni ekonomik dinamikler

Avro krizi ile Avrupa Ekonomisi tarihinin en zor zamanlarını yaşamasına rağmen, Avrupa bölgesinin dünya ekonomisindeki etkinliği ve kapladığı hacim azalmış değil. AB dediğimiz zaman karşımızda 15 Trilyon Dolar GSYH’ye sahip, kişi başına düşen geliri 31.607 ABD doları olan 27 ülkeye dağılmış 500 milyon kişilik dünyanın en önemli pazarını görüyoruz. Türkiye; coğrafi avantajı, dinamik ve girişimci insan gücüyle bu büyük pazarın hemen yanındaki en önemli stratejik noktayı kaplıyor. 1998 yılından beri ihracat ve ithalatımızın neredeyse yarısını yaptığımız bu önemli pazarın geleceği bu yüzden Türkiye’yi özellikle etkiliyor.

Bugün Türkiye’nin Kafkas bölgesi ile ilişkileri gergin; “sıfır sorun” politikasının “sırf sorun” politikasına dönüşmesinden sonra Ortadoğu bölgesi ile ilişkiler savaş tansiyonu altında devam edeceğe benziyor. AB bölgesinden de uzaklaşarak gittikçe yalnızlaşan bir Türkiye ekonomik ve siyasal olarak da yalnızlaşma ve önemli kayıplara uğrama riski altındadır. Türkiye’nin hem kendi ekonomik gelişmesini daha ileri bir aşamaya taşıması hem de AB bölgesinin geleceği hakkında söz sahibi olabilmesi, barışçıl, çok boyutlu, derinlikli ve akıllı bir politika bütünü ile mümkün. Avantajlarını kullanan bir Türkiye, AB ekonomisinin yeni bir dinamiğe kavuşmasını sağlayabileceği gibi, sosyal adalet, istihdam yaratan kaliteli büyüme gibi noktalarda da eksikliklerini giderebilir.

Uygarlıklar çatışması; farklı nüfus yapıları

Türkiye’nin AB üzerinden küresel barış ve istikrara getireceği bir başka katkı da dünyada uygarlıklar ve özellikle dinler arasında oluşan fay hattı ile ilgilidir. Bu fay hattı, maalesef, hattın her iki yanına da önemli ölçüde zarar vermeye başlamıştır. Bu hattın daralması ve iki taraf arasında köprüler kurulması için çeşitli önlemler alınabilir. Türkiye, nüfusunun çok büyük bir bölümü Müslüman olan fakat anayasal düzeni laik olan bir ülke sıfatıyla, tarihi birikimi ve coğrafyasında bulunan kültürel derinliği ile farklı yaşama biçimleri ve inanışlar arasındaki mesafenin daraltılmasında yapıcı bir rol oynayabilir.

Bugün AB’de 0-15 yaş grubunun toplam nüfusa oranı % 16; Türkiye’de ise % 30 civarındadır. Şu sıralarda açıkça Türkiye’nin lehinde olan bu oranlar, Dünya Bankasın yaptığı tahminlere göre, 2025 yılında daha fazla Türkiye’nin lehine dönecektir. Çünkü, bugün 0-15 yaş grubunda olan nüfus 2025 yılında 20-35 yaş grubunu teşkil edecekti*r. 20-35 yaş grubu hem ekonomiye katkısı, hem de doğurganlık açısından en verimli yaş grubudur.

2008 yılından başlayarak 2015’lere doğru, AB ülkelerinde büyük bir iş gücü açığı oluşacağı tahmin edilmektedir. AB bu açığı, başka AB dışı ülkelerden getireceği işçilerle de kapatabilir. Ancak Türkiye gibi, 40 yıldan daha uzun bir süreden beri AB ülkelerine işçi gönderen ve AB endüstrilerinin çalışma disiplinine ayak uydurabildiğini kanıtlamış Türkiye gibi bir ülkenin işçileriyle kapattığı takdirde, hem Türkiye’nin sağladığı öteki avantajlardan yararlanmış olur, hem de iş gücü açığı sorununu çözmüş olur.

Türkiye bu imkanların tümünü harekete geçirebilir mi

Türkiye’nin AB’ye katkıda bulunma imkânlarına sahip olması bir iştir. Bu imkânları harekete geçirebilmesi başka bir iştir. Örneğin, AB’nin iş gücü açığını Türk işçileriyle kapatmayı çekici bulabilmesi için, o işçilerin nitelik kazanmış olmaları gerekir. Çünkü AB, dünyanın başka bir ülkesinden daha nitelikli işçileri eşit koşullarda bulabiliyorsa, ihtiyacını Türkiye’den değil, o ülkeden karşılamayı yeğleyecektir. Bu da Türkiye’nin eğitime çok daha fazla önem vermesini gerektirecektir. Eğitimin önemi burada bir kez daha ortaya çıkmaktadır. Nitelikli genç insan gücüne AB’nin gelecekte ihtiyacı kaçınılmazdır.

Türkiye’nin AB’ye ve AB’nin Türkiye’ye ihtiyacı son zamanlarda daha da önem kazanmıştır. Evrensel değerler ölçeğinde; ilerici, şeffaf, katılımcı güçlü bir demokrasi olma hedefine sahip ve bölgenin en büyük sosyal demokrat örgütü olarak CHP, artıları ve eksileri ile sürecin bütününün farkındadır. Özellikle AB içerisindeki sağcı ve muhafazakâr kesimlerin; önyargılar ve islamofobi ile bloke etmeye çalıştığı tam üyelik süreci, bugün Türkiye’deki sağ muhafazakarların da ikircikli tutumlarıyla donmuş bir haldedir. İlerlemeden, gelişmeden, daha fazla demokrasiden, farklılıkların bir arada yaşamasından korkan bu zihni iklim, yarattığı sonuçlar ve sosyal maliyetlerle de çözülmeye mahkûmdur. Geleceğin dünyası, korkularla değil insanların ihtiyaçlarıyla ve artan umutlarıyla kurulacak. Bugün bunun ne kadar doğru olduğunu görüyoruz. Küresel finans krizi ve Avro krizi sonrasında toplumlar, sağ muhafazakâr politikalardan özgürlükçü sosyal demokrat politikalara geri dönüş arayışı içerisine girmiş; Hollande’ın kazandığı zafer ise gelecek büyük zaferlerin habercisi olarak Paris’ten Berlin’e kadar önemli bir hatta yankılanmıştır. Bu sayede Türkiye AB ilişkilerinin de bir ivme edinme şansı gündeme gelmiştir. Hollande, Sarkozy’den daha farklı bir politika çizecek; AB sürecinde Türkiye’nin önünde engel olmayacaktır. CHP, dinamik bir sosyal demokrat parti olarak AB’deki ortaklarıyla bu süreçte daha etkin olma şansına da artık sahiptir.

Türkiye’nin AB’ye sunabileceği katkı ile AB’nin Türkiye’ye olan katkısı arasında bir bağıntı vardır ve eğer daha güçlü bir gelecek, daha demokratik bir bölge ve küre çapında bir istikrar arıyorsak, Türkiye – AB ilişkilerinin temel dinamiklerini tekrar gündeme getirmeli, otoriterleşen bir ülkenin demokrasi çerçevesinde ilerlemesi için gereken küresel etkiyi sağlamak zorundayız.

*CHP İstanbul Milletvekili, umut.oran@chp.org.tr