Vesikalik-Sezen-copy

AB VE SOSYAL DEMOKRAT PARTİLER

Ercan Karakaş *ERCAN KARAKAŞ

Avrupa Birliği 2005 yılında yaşadığı bir krizin benzerini yeniden yaşıyor. Bilindiği gibi, o zamanki krizin nedeni, Fransa ve Hollanda’da yapılan AB anayasası reformunda “hayır” sonucu çıkmasıydı. Bu durum siyasi bir birlik olma yolunda ilerlemek isteyen AB’de büyük bir düş kırıklığı yaratmış ve kimi yorumcular tarafından “AB’nin sonu” şeklinde bile değerlendirilmişti. Ancak AB bir şekilde bu krizi aşmış ve yaralı da olsa siyasi birlik yolundaki umutları yeniden canlandırmıştı.

Şimdi yaşanmakta olan krizin adı ise “Avro krizi ve borç krizi.” Mali ve ekonomik krizin bir uzantısı olan bu yeni kriz, yalnızca 17 ülkeden oluşan Avro Bölgesi’ni değil tüm AB’yi sarsmaya devam etmektedir. Yunanistan, İrlanda, İspanya, İtalya ve Portekiz krizden en çok etkilenen ülkeler. Almanya Başbakanı Merkel ve Fransa başkanlık seçimini kaybeden Sarkozy’nin (Merkozy) krizin aşılması için ileri sürdükleri “kemer sıkma” politikaları, pek işe yaramadıkları gibi, başta Yunanistan olmak üzere bu ülkelerdeki istikrarsızlığı daha da derinleştirmektedir.

Gözlemciler, böyle giderse Yunanistan’ın Avro’dan ayrılabileceğini ve para birliğinin tehlikeye girebileceğini, böylesine bir gelişmenin ise Avrupa’nın siyasi birlik yolundaki çabalarına da büyük zarar vereceğini ileri sürmekteler.

Hollande’nin Önerileri

Şimdi gözler, Sarkozy’nin yerine Fransa’nın yeni seçilen cumhurbaşkanı sosyalist Hollande’da. Sosyalist cumhurbaşkanının seçim vaatleri arasında AB’ye ilişkin olarak da radikal değişiklik önerileri bulunuyor. Bu önerilerden bazıları şöyle: AB’de bir “Büyüme ve İstihdam Paktı”nın yaşama geçirilmesi; kriz yaşayan ülkeleri “kurtarma” fonlarına, ekonomik büyümeyi sağlamak için de ilave kaynak eklenmesi; Merkel ve Sarkozy’nin savunduğu AB’nin 25 üyesinin imzaladığı bütçe disiplini anlaşması “Mali Paktın” yeniden müzakereye açılması; Avrupa Merkez Bankası’nın Avrupa’da parasal istikrarın sağlanmasından çok büyüme ve istihdamı teşvik edecek şekilde yeniden yapılandırılması; Avro Bölgesi’nde ortak tahvil (Eurobond) çıkarılması vb…

Aslında Hollande’nin bu önerileri Avrupa’nın diğer sosyal demokrat partileri tarafından da desteklenmektedir. Avrupa sosyal demokrasisinin özünde kendi projesi olan AB’yi yeniden canlandırmak istemesi son derece doğal bir şey. Oskar Lafontaine’in altını çizdiği gibi: “Avrupalı insanlar arasında bir aidiyet duygusu oluşabilmesi için, Avrupa ülkesi gibi bir şeyin oluşabilmesi için AB, demokratik proje olduğu kadar sosyal adalet projesi olarak da başarılı olmalıdır.”

AB içerisinde yaşanan yeni krizin asıl nedeninin neoliberal politikalar olduğu açık bir gerçektir. Çünkü ABD’de başlayan, Avrupa’yı ve bütün dünyayı etkisi altına alan finansal ve ekonomik krizin asıl kaynağı buradadır. O nedenle AB projesinin başarısı, sosyal demokrat politikaların yaşama geçirilme şansı bulmasıyla doğru orantılı olacaktır.

AB projesi yukarıda da belirtildiği gibi tüm boyutlarıyla ruhunu sol anlayıştan alan bir projedir. Oradan çıkmıştır. Avrupa sosyal demokrasisinin öncü partisi SPD (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) daha 1925 “Heidelberg Programı”nda Avrupa’da bir siyasi birlik kurulmasını savunuyordu. SPD’nin daha sonraki programlarında AB’nin “ortak bir dış politikayla barışa hizmet etmesi” ve “kimliğini, askeri güç yerine ticaret ve sanayide, bilim ve teknolojide, sağlıklı bir çerçevede gelişmesinde ve üçüncü dünyanın sürekli kalkınmasında bulması” gerektiğini vurgulandı. AB’nin, “Avrupa’daki tüm devletlerin egemenliklerine ve toprak bütünlüklerine saygı temelinde tüm kıtayı kapsayacak bir barış düzeni” olması gerektiğine dikkat çekildi.

Avrupa’nın diğer sosyal demokrat partileri de, özellikle 2. Dünya savaşından sonra AB projesine programlarında geniş olarak yer verdiler ve siyasi bir birlik halini alması için çalıştılar. Bu çabalar sonucu, AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu), AT (Avrupa Topluluğu) aşamasından geçerek AB (Avrupa Birliği)’ne dönüştü. Bugün sosyal demokrat partilerin dışındaki birçok sol parti de “Sosyal Avrupa” projesine destek vermektedir.

Sosyal demokrat partiler, ekonomik ve sosyal hakların Avrupa çapında yaşama geçmesi için önce 1974 yılında “Avrupa Topluluğu Sosyalist Partiler Konfederasyonu”nu oluşturdular. 1992 yılıda ise ulus ötesi bir anlayışla “Avrupa Sosyalistleri Partisi”ni, PES’i kurdular. PES; işlevi, örgütlenmesi ve niteliği bakımından ulus ötesi ilk siyasi parti olarak tanımlanmaktadır. PES’in sosyal demokrat, sosyalist partiler için bir platform olan Sosyalist Enternasyonal’den en önemli farkı da onun parti olma niteliğidir.

AB çalışmalarında aktif ve yapıcı bir role sahip olan PES, AB’nin demokratik değerler ve ilkeler çerçevesinde şekillenmesini savunmakta; bu çerçevede demokratik, adaletli, barışçı, dayanışmacı ve sosyal bir birlik olması için mücadele etmektedir; “Yurttaşların Avrupası”nı hedeflemektedir.

CHP Programında AB

Sosyal demokrat, sol bir parti olarak CHP de, başından beri, AB projesini desteklemektedir. Nitekim 1963 yılında ortaklık anlaşmasını imzalayan Başbakan İsmet İnönü’dür. CHP’nin halen yürürlükte olan 2008 tarihli programında AB’ye ilişkin olarak şu ifadeler yer almaktadır: “CHP, başından beri Türkiye’nin AB üyeliğini desteklemektedir. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik hedefi, Mustafa Kemal Atatürk’ün çağdaşlaşma devriminin, modernleşme vizyonunun doğal uzantısı olan bir toplumsal değişim projesidir. AB ile ilişkilerimizde hedefimiz eşit koşullu, Cumhuriyetimizin kuruluş değerlerine saygılı, onurlu tam üyeliktir. CHP, bunun dışındaki hiçbir seçeneği kabul etmez. CHP Türkiye’ye diğer üyelerden farklı, özel bir statü verilmesini kabul etmez; eşit haklara sahip olacak bir Türkiye’nin AB üyeliği için diğer bütün üyelerin kabul edip uyguladıkları koşullara, bu arada Kopenhag ve Maastricht kriterlerine uyulmasını, AB hukukunun benimsenmesini kabul eder.”

CHP, 1992 yılında kurulan PES’in içerisinde “ortak üye” olarak yer almakta ve PES’in çalışmalarına katkıda bulunmaktadır. CHP, diğer yandan 2002’den itibaren gündeme gelen AB uyum yasalarına katkı ve destek vererek insan hak ve özgülüklerine, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye olan bağlılığının gereğini yerine getirmeyi bir görev bilmiştir.

Ancak, CHP’nin ve halkın olumlu katkısına rağmen, AKP hükümetinin AB’ye üyelik sürecini iyi yönettiğini söylemek mümkün değildir. Nitekim üyelik müzakereleri yerinde saymaktadır. Esasen AKP hükümetinin son yıllarda özgürlükler, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, adil yargılanma hakkı, gösteri ve örgütlenme hakları konusundaki demokrasiyle bağdaşmayan uygulamaları Türkiye’yi AB’ye yaklaştıran değil ondan uzaklaştıran uygulamalardır.

Tüm bunlar AKP’nin çağdaş dünyayla bütünleşme, evrensel standartlarda bir demokrasiyi yaşama geçirme diye bir meselesinin olmadığını göstermektedir. AB sürecinin canlandırılması işi de sola, CHP’ye düşmektedir.

*CHP PM Üyesi,

ercan.karakas@hotmail.com