AB VE “İHVAN BAHARI”

Yar. Doç. Dr. Deniz Tansi*

 

Günümüzde, uluslararası ilişkiler literatüründe, bir “büyük stratejik güç” tanımlanırken; ekonomik, askeri, kültürel, toplumsal nüfuz etme kapasite ve kabiliyetinin yanısıra, “sorun çözücü” olmak da, önemli bir alt başlık olarak yerini korumakta hatta daha da geliştirmektedir.

Ekonomi-politik çerçeveden yola çıkıldığında, “bir büyük stratejik güç”ün “bağımlılık ilişkisi” yaratma oranı, yerküre üzerindeki egemenliğini yoğunlaştırmakta, söz konusu ülkeler nezdinde “içselleştirebilmekte”dir. Maurice Duverger’nin “çağdaş imparatorluk” tanımında, imparatorluğun ortaya “ideolojik, teknolojik” bağımlılık koyması vurgulanmakta ve “sürekli genişleme” potansiyelinden söz edilmektedir.

AB’nin Ortadoğu’daki etkisi kuşkuludur

Peki AB;  Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz’de, bir başka deyimle “Genişletilmiş Ortadoğu”da, ne kadar etkindir? Ekonomik ilişkiler bağlamında, dünden bugüne süren işbirliklerine, siyasal bir “etki alanı” eklemleyebilmiş midir?

Bu bağlamda, AB’nin Ortadoğu bölgesinde, beklenen nüfuzu somutlaştırabilmesi açısından, iki klasik unsur bakımından bir çözümleme yapılabilir. Söz konusu unsurlar, yazının başında ifade ettiğimiz “sorun çözme” yeteneğini de gözler önüne sermektedir. AB, ya “diplomatik, ekonomik” baskı unsurlarını kullanacak ya da “askeri güç” potansiyelini “siyasal bağlamda hazır tuttuğunu” gösterecektir. AB açısından ayırt edici özelliklerden en önemlisi, diplomatik, ekonomik gücü seferber ederken, “değerler” üzerinden bir siyaseti, kültürel araçlarla da gündeme getirebilmektir. Bu yüzden AB ile belli işbirlikleri yapan ülkelerden, “insan hakları, demokratikleşme, azınlık hakları ve hukuk devleti” gibi, Kopenhag siyasi kriterlerinin tamamı istenmese de, en azından belli kurallara uyulması talep edilebilmektedir.

“Değerler Avrupası”nın, Ortadoğu’daki önemi, özellikle Müslüman Kardeşler (İhvan) örgütünün, BAAS diktatörlüklerinin yerini alması sürecinde öne çıkmaktadır. Batı’dan gelen telkinlere “kolonyal” dönemin etkisiyle karşı duran Arap eliti, İhvan türü İslamcı otoriter bir “iktidarlar zinciri” yapılanırken, reaksiyoner kompleksleri aşarak, demokratik ve seküler standartları, “bahar”ın ardından talep edecek bir olgunluğa erişmek durumundadır. Oryantalist akımların etkisi altında suçlanma endişesi, İhvan’ın “otoriter” bakışını, Mısır’dan Tunus’a, oradan Yemen ve Ürdün’e yaygınlaştırma ve meşrulaştırmasını sağlayan “sessiz onay” mekanizmasını gündeme getirmektedir.

Ne olmalı; neler oluyor?

AB’nin, Arap ülkelerinde ekonomik krize karşı ayaklanan halkların taleplerini görmezden gelmesi, tüm bir alanı ABD’ye bırakması, pragmatik ilişkiler çerçevesinde, ABD-İhvan işbirliğini canlı tutabilir. Ne bu devrimleri ABD başlatmış, ne de İhvan bir devrim tasarlamıştır. Arap ülkelerinde değişim sürecinde, bu ayaklanmalara katkısı olmayan İhvan, “en örgütlü güç” olarak, “devrim sonrası”na el koymuş, ABD de “süreci yeni iktidar odakları”yla sürdürmek adına, “çalınan devrim”i tanımak durumunda kalmıştır.

Mısır’da bugün yaşanan sıkıntı, halkın “Şeriat ya da darbe” ikilemi içinde sıkışıp kalmasıdır. Halbuki, sosyo-ekonomik yapının hazır gözükmemesine karşın, demokratik altyapıyı, “sivil toplumu” özendirerek ilerletmesi beklenen motivasyon, ABD’den değil AB’den gelmek durumundadır.

AB Dış Siyaset ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Ashton’un diplomatik faaliyetleri, Filistin sorunu ve İran’ın “nükleer müzakereleri” konusunda göze çarpmaktadır. Bu yüzeyde AB’nin “ortak dış politika” oluşturma anlamında “ortak başkanlık” ve “ortak dış siyaset ve güvenlik yüksek temsilciği” makamları kayda değerdir.

Bununla beraber, AB’den beklenen “demokratik değerler” telkini ve çabası, çok da fazla gündeme gelmemektedir. Siyasi bir güç olmanın gerekleri, ABD’ye bırakılan “geniş bir alan”la yerine getirilmemekte, “ortak ordu” konusu ise AGSP (Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası) bünyesindeki ekonomik ve askeri sıkıntılardan dolayı yaşama geçememektedir.

             İhvan’ın Ortadoğu’da “kendisinin başlatmadığı devrim”den sonra yaratma konumunda olduğu İslamcı dalga, Ortadoğu halkları için demokrasinin ironik olarak “bir başka bahara” kalması anlamına gelmektedir. “İhvan baharı”, Ortadoğu için “Arap kışına” dönüşmekte, üstelik tüm bu değişimler, “özgürlük hatta demokrasi” adına dile getirilmektedir.

Oysa AB açısından Ortadoğu’da artan bir radikalizm, kendi nüfusları içinde yaşayan Ortadoğu kökenli göçmen ve yurttaşları da etkileyecek; AB ülkeleri, “radikal İslamcılık” ve ona tepki olarak yükselen “Avrupalı ırkçılık” ikilemi içinde kalacaklardır. Bu yüzden “İhvan Baharı”na dönüşen Arap uyanışını, kısa vadede olmasa da, orta vadede “demokratik zemine” dönüştürme gerekliliği vardır. Yoksa sözde bahar, kaosu Avrupa içlerine kadar yayabilir. O yüzden AB, değerleri üzerindeki duyarlılığını, özellikle Ortadoğu’ya yansıtmak, dış politikasında ve ekonomik ilişkilerinde “kriter” haline getirmek zorunluluğu içindedir.

   *Yeditepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölüm Başkan Yardımcısı, dtansi@yeditepe.edu.tr 

Bir cevap yazın