24soccer-belarus-superJumbo-v2

A. Babür ATİLA – Medeniyet Dediğin Tek Dişi Kalmış Canavar

Türkiye Futbol Federasyonu, Covid 19 sebebiyle ertelediği ligleri yeniden başlatma kararı aldığında maç esnasında ofsayt, korner, taç gibi kararları vermekten sorumlu yan hakemlere ek bir sorumluluk daha yükledi.

Bundan böyle, İstiklal Marşı’nı okumak için dizilen, birkaç dakika sonrasında saha içerisinde “corps à corps” (korakor) mücadeleye girişecek olan 11 + 11 eşittir 22 futbolcunun arasında sosyal mesafe olarak resmen ilan edilmiş olan 1,5 (yazı ile bir buçuk) metrelik aralığın sağlanıp sağlanmadığının tespiti ve gereğinin yapılması yan hakemlerin görev alanlarından biri haline geldi.

Evet, işte durumun ciddiyetini(!) gösteren ve salgının yayılmasını engelleyecek en önemli önlemlerden birisi de bu olarak saptandı…

Milyonlarca dolarlık bir ekonomi, kendi sermayesi olan futbolcularını işte bu zeka ve ciddiyet ile koruyacağını açıkladı özetle…

xxx

Milyonlarca yıl süren evrim maceramızın en heyecanlı dönemi olan son 10 bin yılda insanlık önce avcı-toplayıcı düzenden tarım toplumuna, oradan da yavaş yavaş yerleşik düzene geçerken toplu yaşamaya, küçük yerleşim yerlerinden büyük siteler kurmaya, akabinde de dünyanın her yanına aklı ve zekası sayesinde yayılmaya başladı.

Medeniyet ilerledi. Sosyal ve bilimsel yaşam gelişerek bugünkü durumuna geldi. Artık evrenin en ücra köşelerini gözlemleyebilen bir teknolojiye ulaştı. Birçok hastalık tedavi edildi, bu sayede insanın yaşam süresi son yüzyılda hızlıca arttı. “Yaş yetmiş, iş bitmiş” özdeyişi terk edildi.

Ta ki tarihler 2019 yılının Aralık ayını gösterene kadar…

Çin’in Wuhan kentindeki açık hayvan pazarında yenmek üzere satılan yarasalardan satın alan birkaç etobur Çinliden dünyada, bu yazının yazıldığı tarih itibarıyla, 730.000 insanın hayatını yok eden korkunç bir virüs yayıldı… Daha doğrusu biz, milyonlarca insan öyle sandık…

Ve şairin dediği gibi, “Her şey birdenbire oldu…”

12.000 yıllık büyük serüven, kutlu yürüyüş birdenbire unutuldu… Medeniyet birdenbire yok oldu… Becerebilenler evlerine sığındı…

Sokakta kalmak tercihinde bulunanlara da dünyanın farklı coğrafyalarında, ya sopayla, kırbaçla saldırıldı ya da “sokakta geziyorsun, bizleri de hasta edeceksin, sorumsuz” denilerek sözlü saldırıldı.

Herkes modern mağaralarına, yani evlerine geri çekildi.

İnsanoğlu sadece yeme içme ihtiyaçlarını (yani bir çeşit avlanma) gidermek için sokağa çıktı ve marketlerde avlandı. Bu av süresince de parası olan (yani oku, mızrağı, baltası olan) yiyeceğe hızlıca ulaştı.

Oku, mızrağı bol bazı memleketlerin idarecileri, vergilerini bugünler için aksatmadan ödeyen vatandaşlarına açıktan para verdi; verdi ki rahatça gidip avlanabilsin, çoluğunu çocuğunu doyurabilsin.

Yine oku, mızrağı olan başka memleketlerin idarecileri ise, kendi vatandaşlarına bir şey vermektense “Biz bize yeteriz” dedi. Bağış istedi…

20 Mart 2020 tarihinde bir Sağlık Bakanı çıktı ekranlara ve “2-3 hafta kimse dışarı çıkmasın, evde kalınması gerekiyor, herkes kendi OHAL’ini ilan etsin” diye seslendi.

Günlük kazanıp günlük harcamaktan başka imkanı bulunmayan insanlara 2-3 hafta süresince “ne halin varsa gör” dendi…

Hele bazı koca koca tıp profesörleri, “bilim kurulu üyesiyim” böbürlenmesinden pek bir keyif alarak, hemen her fırsatta, akıllarına gelen her şeyi kendilerine uzatılan mikrofonlara söyleme yarışına girdiler.

Bunlarda birisi, bir TV programı esnasında “İnsanlar belli bir yaşın üstünden daha uzun yaşayamazlar. Bu neyle sağlanır? Allah neden virüsleri yaratmış? Hiçbir işe yaramıyorlar, canlı değiller. Yaratmış çünkü insanların belirli bir sayının üzerinde çoğalamaması gerekir. Yoksa kimse yaşayamaz.” bile dedi… Hala da bu karanlık kafanın aktardıkları referans olarak kabul edilebiliyor bazı endişeli laik ortamlarda…

Hepimiz primatız, şüphemiz yok ama bu tür medya maymunlarının bizim kökenimizle, gen dizilimimizle hiçbir bağlantısı olmadığının da altını çizmemiz gerekli.

İşte 12.000 yıllık medeniyet gelişimini bir anda sıfırlayabilen insanlık, medya şaklabanlarının etkisi altında kalarak, ellerindeki medeniyetin en ileri aygıtlarından biri olan akıllı telefonlarına gelen “iletildi” rumuzunu taşıyan referanssız, doğru mu gerçek mi anlaşılması imkansız bir sürü zırvaya itibar göstermekte de büyük maharet sergiledi.

Hastanede saatler süren nöbetten sonra evlerine gitmek için dışarı çıktıklarında yorgunluktan bayılan sağlık çalışanlarının görüntülerini, “virüsten öldü” diyerek yaydılar.

“Bu iki hafta çok önemli, aman korunun”,“yok olmadı şimdiki iki hafta çok daha önemli, aman alışveriş torbalarını Domestos’la yıkayın”,“bu virüs sokakta 3 gün yaşar, ayakkabılarınızı eve sokmayın, tabanlarını dezenfektanlı suya batırın” türü önerilerle akıllı akılsız herkesi manyak ettiler.

Nasıl mı?

  • Depremin muhakkak yıkacağı binalarda oturmaktan çekinmeyen, araba kullanırken emniyet kemeri takmayan insanlar, alışveriş reyonunda kazayla yarım metre yanından geçtiğinizde, tavşan misali 2 metre uzağa zıpladılar.
  • Bu belanın genç ve sağlıklı olanlar için ciddi bir tehdit oluşturmadığının bilinmesine rağmen, virüsün güzelliğine kıyamayacağı, yüzlerinden sağlık fışkıran, 1,90 boyunda sporcu yapılı erkekler, son derece fit genç kadınlar sokaklarda yüzlerinde N95 kodlu en afili maske, ellerinde kayak eldiveninden hallice latex eldivenler, yüzlerinde kalın poşet asetattan imal edilmiş koruyucular ve bütün bunlar yetmezmiş gibi gözlerinde de şnorkeli takılmamış dalış gözlükleriyle dolaşmaktaydı. (Mart-Haziran ayları arasında bu tarifini yaptığım insanlardan onlarcası ile karşılaştım.)
  • En muhteşem tipler maske takmanın zorunlu olduğunun açıklanmasını takiben ortaya çıktı. Kendi kullandığı arabada, tek başına direksiyonda otururken dahi o bez parçasını suratının ortasından çıkartmayanlarla doldu ortalık. Bir tanesine sordum neden diye bana “havalandırmadan geçiyormuş” dedi. Yani kendi arabasının, dışarıdan aldığı temiz havayı soğutarak içeriye veren havalandırmasından virüs kapabileceğine inanmıştı. Evinin balkonunda otururken soluyacağı hava, arabasının havalandırmasından geçince öldürücü bir şeye dönüşüyordu ona göre. Kusuruma bakmayın; ama o kişiye “Manyak mısın?” diye sordum. Ama Babür Bey, öyle diyorlar dedi. Kim diye sordum. Suratıma biraz boş gözlerle baktı; ama anladım onu. Tabii ki iletildi rumuzlu whatsapp mesajından almıştı bu muhteşem bilgiyi.
  • Hele İstanbul Boğazı’nın güzelim sahilinde yürümeyi yasaklayıp, tüm yayaları daracık karşı kaldırımda yığılmasına sebep olmaya“virüsle mücadele” adını veren devlet otoritesini de görünce…

xxx

Kendi kendime dedim ki, “Babür sen tuhafsın; bu kadar insan, hükümet yanılıyor olamaz…”

Tabii ki benim tuhaf olmama sebep olan ortada dolaşan korkunç bilgi kirliliği ve bir bakıma “pompalanmış” diyeceğim panik ortamıydı.

İlk başlarda sadece ölümler üzerinden yapılan bilgilendirmeler, her insanı paniğe sevk etti. Kimin nasıl öldüğü üzerine açık bilgi verilmiyordu.

Daha sonra bu bilgiler ortaya çıktı ve ben rahatladım: Başarılı Sağlık Bakanımız, ölenlerin %93’ünün 65 yaş üstü kişiler olduğunu, yaş ortalamasının da 74,6 olduğunu açıkladı.

Dünya ölçeğinde de durum aşağı yukarı böyleydi. Ve bu açıklamadan sonra benim için konu kapandı…

İnsanlara bu hastalıkla ilgi inanılmaz bir korku pompalanmıştı. İnsanların birçoğu virüsü kapar kapmaz öleceklerini düşünüyorlardı. O nedenle, eve yemek getiren paket servis emekçilerine cüzzamlı muamelesini uyguluyor, ellerindeki %80 alkollü fısfısları poşet tutacaklarına sıkıyorlardı.

İşte insanoğlu binlerce yıllık medeniyet mücadelesini bir çırpıda çöpe böyle atmıştı.

Bir de “Amirouche Hammar” adını duyunca olayla ilgili tüm algılarım boyut yitirdi. Bu Fransız vatandaşının COVID-19 adlı virüsü Ekim 2019 tarihinde almış olabileceği açıklandı. Yani o zavallı yarasaların hiçbir suçu yoktu… Yukarıda belirttiğim gibi, milyonlarca insan galiba fena yanıltılmıştı.

xxx

Mayıs ayı içerisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, ankete katılanların sadece %2,9’u “Evden çalışma” adı verilen uygulamaya dahildi.

Yani istihdamın, işi olanın, ekmek kavgası verenin sadece %2,9’u, “Creme de la creme” tabaka güven içerisinde evinden işlerini yürütüp hayatını kazanmaya devam edebilecek imkana sahipti… Emekçiler ise mecburen sokaktaydı…

Ama sosyal medyaya bakarsanız, sanki Türkiye’de hemen herkes ekmeğini evden çalışarak çıkartabilir algısına kolayca kapılabilirdiniz. Halbuki kazın ayağı hiç öyle değildi.

Bu %2,9’un, en ufağı 3+1 püfür püfür rüzgar esen balkonlu evlerde oturanların, hayatını kazanmak için sokağa çıkan, ufacık evlerde 6-7 kişilik ailesi ile yaşamak zorunda kaldığı için fırsatını buldukça sokağa hava almaya çıkan insanlara, “evlerinize gidin, mikrop saçıyorsunuz” türünden mesajlar yollayan üyeleri ortalığı velveleye verdiler.

Tabii ki bu salgın gelir düzeyi düşük semtlerde çok daha fazla görüldü. Tuzu kuruların hizmetine koşarken, fabrikada, atölyede, fırında çalışırken hastalananlar bir de üstüne üstlük aşağılandılar… Halbuki Canan Karatay, taa işin başında, “bu virüsü yenmek için bağışıklık sisteminizi güçlendirin, kelle paça için” diyerek çözümü göstermişti. Haksız yere saldırdılar ona… Çünkü gerçeği söylemişti. Ama ne yazık ki “maske tak” diyen daha makbul görüldü bu devirde…

Bu virüse karşı mücadeleyi esas verecek olan kendi vücudumuzdu. Ve onun güçlü kılınması gerekiyordu. Devletler, vatandaşlarının sağlığını daha güçlü kılacak önlemleri almaktansa, “ki tabii ki bu para demekti”, maske takmayana binlerce lira ceza yazıp para toplamayı daha uygun gördüler…

xxx

Şimdi gelelim işin en can alıcı noktasına…

Bir konuda hemfikir olalım. Evet ölüm çok acı; ama ölüm var bu dünyada. Evet bu virüs insan öldürüyor; ama toplu kıyım yapmıyor. Resmi olarak hasta sayılanların %3,65 gibi çok ama çok az bir kısmı ölüyor. Bulaşıcılığın da yine rakamlar göz önüne alındığında ve nüfus ile karşılaştırıldığında çok az bir oranda olduğu görünüyor.

www.worldometers.info gibi bu konuyu merak edenlerin sürekli izlediği istatistik sitelerine baktığımızda ortaya çıkan sonuç şu: Rakamlar ile ortada olan panik, korku birbiri ile örtüşmüyor…

Unutmayalım, bu virüs gençleri, çocukları vurmuyor; ama yaşı ileri karar vericilerin pompaladığı panik onların geleceğini yok etmek üzere… Kitlesel bir kıyıma yol açmamış olan bu hastalığın yaydığı korku ortamı çok daha büyük bir faciaya yol açacak gibi…

Okulların kapanması sebebiyle meydana gelen eğitim kaybının telafisi yok. Bunu ben söylemiyorum. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Guterres, 4 Ağustos günü, bu salgının eğitim tarihindeki en büyük kesinti olduğunu, 160’dan fazla ülkede 1 milyarın üzerinde çocuğun okullardan uzak kaldığını söyledi.

Ve bu durumun nasıl düzeltileceği de belirsiz. Evet, aynı savaşlarda olduğu gibi…

Bombardımanların başladığı ilk aylarda sığınaklara çekilen insanlar, bir süre sonra sokağa çıkmaya başlarlar; savaş yıllarca sürse dahi, hayat durmaz. Çocuklar doğmaya, sokaklarda oynamaya, bir şekilde eğitim almaya devam eder. Bombalar bir yerlerde patlar, yine birileri ölür ama hayat devam eder…

Evet artık hayata geri dönmeye mecburuz…Medeniyetimize yeniden güvenmeye mecburuz…

Bu virüsün aşısı, ilacı bulunana kadar da virüs gerçeği ile bir arada yaşamayı kabullenmeliyiz….

Aksi takdirde, dünyada ortaya çıkan işsizliğin ve eğitim eksikliğinin yaratacağı yıkımın sonuçlarının yanında günlük açıklanan COVID istatistikleri çok zayıf kalacak pek yakında…

A. Babür ATİLA
Eski SODEV Başkanı
batila@superonline.com