İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi (Fransızca: La Déclaration des droits de l’Homme et du citoyen) Fransız Devrimi’nin temelini oluşturan, 26 Ağustos 1789’da demokrasi ve özgürlük adına yayımlanan temel metinlerden birisidir. Bu bildiri, 1791′de kabul edilen Fransız Anayasası’na da önsöz olarak eklenmiştir. Bildirinin 16. Maddesi, “Hakların güven altına alınmadığı ve güçler ayrılığının belirlenmediği bir toplumun anayasası yoktur.” (Fransızca. Art. 16. -Toute Société dans laquelle la garantie des Droits n’est pas assurée, ni la séparation des Pouvoirs déterminée, n’a point de Constitution) bugün modern demokrasilerinin en önemli dayanaklarından biri olarak geçerliliğini korumaktadır.
Evet; güçler ayrılığının olmadığı bir toplumun anayasası yoktur.
16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandum sonrasında ülkemiz, güçler ayrılığı ile ilgili tüm uygulama ve esaslar pratikte ortadan kaldırılarak, anayasasızlaştırılmıştır; 1789 yılının gerisine düşürülmüştür. Tartışmalı bir seçim, dünyanın 16. ekonomisi olmakla övünegelen bir ülkeyi, hukuk ve kanundan öte, belagatin aklın önüne geçtiği bir ortama mahkum etmiştir.
Acımasız bir içgüdü ile hareket eden, “ya tarafsın ya da bertaraf” gibi kabile yaşamına ait olabilecek bir sloganı hayat amacı olarak belirleyen bir topluluk, tüm kazanımlarımızı, güzelliklerimizi, umutlarımızı ve geleceğimizi yok etmek adına çıktığı yolda, modern insana ait tüm etik / ahlaki değerleri ayakaltına alıyor.
Bilim, sanat, hukuk, insan haklarını, demokrasi, iktisat adına insanlığın ürettiği her şeyi bir yana bırakıp, sadece “Bir Bilen’e biat ederek, O ne derse kabul eden, dün kara dediğine bugün ak da dese “canı sağ olsun, vardır bir bildiği” diyen, hırsızlığı “çalıyorsa öncekiler de çalıyordu, bu hiç olmazsa bana da dağıtıyor…” benzeri ahlak yoksunu bir cümle ile meşrulaştıran, sadece tek bir sektörünün toplam ihracatı (otomotiv, makina, ekipman, genel kimyasallar, hangisini beğendiyseniz artık…) ülkemizin tüm ihracatından fazla olan bir ülkeyi “Onlar bizi kıskanıyor” diyerek batacak zannedebilen ölçüde kadar akıl yoksunu olan kalabalıktan sadece korkulur.
Ancak tarih bize göstermiştir ki “Korku ile Cesaret” kardeştir…
Korkmak ile boyun eğmek arasındaki fark, insan olmakla ot olmak arasındaki fark gibidir.
İnsan korkar ve mücadele eder. Ot ise rüzgara boyun eğer, biat eder.
Mağarada yaşayan ilk insan; vahşi hayvanlara, sellere, yangınlara karşı duyduğu korkuyu boyun eğmeye çevirse idi medeniyet oluşmazdı.
Bugün lazım olan “yeniden parlamenter demokrasi” mücadelesinin başlatılmasıdır.
Bu, ideolojik bir mücadeledir.
Bu, bir hak mücadelesidir.
Bu, bir yaşam mücadelesidir.
Bu mücadeleyi başlatmak için korkacak o kadar çok şey var ki…
Eksikliği duyulan şey ise cesaret…
Her şarttan nemalanma şehvetine düşmeden siyaset üretebilme becerisini gösterebileceklerin cesareti…
Samimi, içten, dürüst, yalandan uzak duran, firavunlaşmayan, kolektif akla hürmet eden ve vakti geldiğinde tek başına da olsa haramilerin karşısına çıkabilecek bir önderlik…
Cevapsız kalmaya mahkum, anlam ifade etmeyen soruları sorup durmayı bırakacak, “Parlamenter demokrasimizi geri alacağız, göreceksiniz” diye haykırabilecek ve yürüyüşü başlatabilecek kurumsal bir cesaret, liderlik…
Büyük, sanayileşmiş ve modern hayat tarzını içselleştirme sürecine girmiş şehirlerden başlanarak tüm ülke genelinde yaygınlaştırılması mümkün olan muhalif, mücadeleci bir siyaseti, “bu gidişle belediyeleri alırız” tarzı basit bir çıkarcılığa indirgeyen siyasi oluşumların ve bu anlayış çerçevesinde ürettikleri “parti için liderlik” kurumlarının ötesinde bir yapıya ihtiyaç var.
Başka bir yol var mı sizce?
Ölmeden önce…
*SODEV Başkanı
babur.atila@sodev.org.tr