DlJyMusWsAA1oyI

A. Babür ATİLA – El Pueblo Unido Jamas Sera Vencido

Kazandık arkadaşlar,

Hem de 13 bin farkı beğenmeyenlere inat 800 bin fark atarak kazandık.

YSK’nın 6 Mayıs kararından sonra seçimleri yenileyerek eski köhne düzenlerini sürdüreceklerine inanan zevk sarhoşlarına inat kazandık.

Kimimiz halay çekti, becerebilenler göbek attı, bazılarımız sonrasında soluğu işkembecide aldı.

Ben ise çocuklarıma sarıldım hem de sıkı sıkı…

Karımı öptüm, aylar sonra kavuşmuşa benzer bir arzuyla…

Çünkü bu ülkedeki zifiri karanlığın artık aydınlığa kavuşacağını gördüm…

Yavrularımın özgür bir ülkede yaşayabileceklerine yönelik umudum arttı…

Karımla birlikte huzurla yaşlanabileceğimizi hissettim…

Ama şimdi vakit, sakin olma vakti.

Bu oylar “bize umut verdin, güven verdin İmamoğlu, şimdi de çalışmanı görelim” denilerek verildi.

Daha rüştünü ispat etmeden, başarı hikayelerini yazmasını beklemeden“Aslansın Ekrem, ezer geçersin Ekrem” diye gaz vermeyin, yazık olur…

Sayın Ekrem İmamoğlu, 5 yıl boyunca, kendisine karşı çıkartılacak her türlü engele, ayak oyununa karşın, samimiyetini, iyi niyetini, azmini ve çalışkanlığını göstermeye devam ettiği sürece, bugüne kadar samimi bir şekilde ortaya koyduğu halkçılığını ve yurtseverliğini daha geniş kitlelere tanıttığı takdirde biz Sosyal Demokratları çok güzel günler bekliyor.

Bakın 31 Mart’tan bugüne yaşananlara…

Tunç Soyer arkadaşımız İzmir’de ilk önce kendisine en az oy veren köyü, mahalleyi kucakladı…

Mansur Yavaş adlı ideolojimiz farklı ama zannedersem hakka, hukuka bakışımız aynı olan belediye başkanımız, Ankara’da kendisinden önce yaşanan rezillikleri bir bir ortaya koyup, tamire başladı.

Şimdi sıra İmamoğlu’nun göstereceği çaba ve yaratacağı algıda…

Bizlere “Aslan Sosyal Demokratlar” diyerek gevrek gevrek gülüp dalda geçen ahlaksızlara, pespayelere haddini bildirmenin zamanı geldi.

Ama önce kendi adıma bir özeleştiri yapayım…

6 Mayıs’ta YSK eliyle, kazanılmış belediye başkanlığı elimizden zorla alındığında, artık büyük, kitlesel bir sokak muhalefetinin gereken tüm unsurlarıyla beraber hayata geçirilebileceğini düşünüyordum. Sistem toptan boykot edilmeliydi. Muhalefet partileri, demokratik kitle örgütleri, sendikalar, sivil toplum kuruluşları olarak topyekun beraberce hareket edilebildiği takdirde iktidar sahnede yapayalnız kalacaktı. Sandığa zorla el koyan iradenin yalnız bırakılması ve meşruiyetinin ortadan kaldırılması bana alınması gereken tavır olarak geliyordu.

Seçim burun farkıyla kazanılmıştı ve tekrarlandığı takdirde türlü ayak oyunuyla sonuç aleyhimize kolayca dönebilecekti.

Ama işte gerçekten tuhaf bir şeyler oldu o gece, 23 Haziran’da tekrarlanan seçimde. Tarihe geçecek şiddette bir yumruk indi kibrin, küstahlığın, yalanın ve acımasızlığın hükümranlığının tepesine…

İyi ki girmişiz seçime, iyi ki boykot etmemişiz.

Siyasal İslam’ın kokuşmuş, sömürücü, karanlık siyaset anlayışının hem ülkemizde hem de dünyada tükenişe geçmesi, insanlığın medeniyet yürüyüşünde önemli bir kavşaktır.

Soğuk savaşın dünyaya armağanı olan yeşil kuşak teorisinin neredeyse 50 yıl süren riyakarlık dönemi artık iflasa yaklaştı.

Tüm insanlığın gözü aydın olsun…

Bu seçim zaferiyle, aydınlanma devrimlerinin kazandırdığı değerlerin ve demokratik sosyalizmin bir sentezi olan ideolojimizi, bir çıkış yolu olarak bu topluma yeniden anlatma imkanını bulacağız.

Şımarmadan, ötekileştirmeden, ahlaksızlığa prim vermeden bu yolu yürüyüp aşmalıyız…

Ve biliyorum ki aşacağız…

******

2013 yılının Mayıs ayının son günü, sonradan Fettullahçı çetenin devlet içerisindeki uzantılarından olduğunu öğrendiğimiz polis amirlerince verilen emirler sonucunda, “Kırmızı Elbiseli Kadına” sıkılan biber gazının ateşlediği öfke seli, bu toprakların en barışçı, temiz, eşitlikçi, özgürlükçü, ahlaklı protesto direnişini başlattı.

İşte bugün o sel büyüdü, büyüdü ve 1994’de Adnan Hoca’nın müritlerinin önünde ilan edilen zaferi bir paçavraya çevirerek tarihin karanlık sayfalarına gönderdi. Ve aynı zamanda, bir zamanlar Siyasal İslam’dan demokrasi çıkar beklentisine sahip olan“şaşkınlar” dahil tüm ahlaklı, yürekli, yurtsever insanlara ve İstanbul’umuza; 15 yaşındaki Berkay’ın,“Her Şey Güzel Olacak Ekrem Abiii”diye seslenerek bir aydınlanma ateşi yakan bu gencecik kardeşimizin önünde yapılan zafer konuşmasını armağan etti.

Berkin’in, Ali İsmail’in, Mehmet’in ve diğer canlarımızın gözü yaşlı ailelerinin bir nebze de olsa gülümsemesini sağladı.

İşte dostlar belki bu bile yeter şimdilik…

Sevgili dostumuz, yoldaşımız, CHP’nin artık bu günden sonra adı efsaneleşecek olan yürekli İl Başkanı Canan KAFTANCIOĞLU’nun, bir zamanların güzel TRT’sinde yayınlanan Evet-Hayır yarışmasının sunucusu Erkan YOLAÇ’a saygı bağlamında değerlendirilmesi gereken muhteşem hicvi ile Audi-Mercedes korosunun öttürdüğü Mehter Marşı eşliğinde İstanbul’u fethetmek için gelmeye kalkanları, Kurtuluş Savaşımızın, Cumhuriyetimizin, 1923 Devrimimizin simgelerinden İzmir Marşı ile geriye yollaması da, kimse kusura bakmasın, benim aklıma “Hababam Sınıfı”nın unutulmaz repliklerden olan “Alçaklara kar yağıyor üşümedin mi, sen bu işin sonunu düşünmedin mi?”yi getirdi.

16 Nisan referandumunda mühürsüz oyların kabulü ile açıkça Seçim Kanunu’nu ihlal ederek EVET çıkması için oynadığınız oyun ayağınıza dolandı.

Daha da dolanmaya devam edecek, izlemeye devam ediyoruz…

******

Yukarıda bahsettiğim 1994 yılı, benim hayatımın dönüm noktalarından biriydi. O zamanki adıyla Avrupa Topluluğu üzerine eğitim yapma aşkıyla tutuşan 3 arkadaşın; benim, Can Baydarol’un ve Beliz Celasin’in yolları 1991 yılında Brüksel’de kesişmişti. Gurbette başlayan kadim dostluğumuzun heyecanıyla dönemin en büyük araştırma şirketi olan Piar-Gallup’da Avrupa Topluluğu Araştırmaları Departmanı’nı kurmak üzere buluşmuştuk. Türkiye, Gümrük Birliği’ne koşar adım yaklaşıyordu ve takdir edersiniz Türk özel sektörünün önemli bir kısmı yumurtanın kapıya geldiğini anlamanın verdiği telaşla neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Yani bizim taptaze departmanımıza iş veriyordu. Profesyonel iş hayatında ciddi anlamdaki ilk tecrübemi orada yaşamaya başlamıştım. Sürekli yurtdışına gidip kütüphanelerden, Avrupa Topluluğu kuruluşlarından belge topluyordum (o günlerde internetin adı bile yoktu ortalıklarda); Can ve Beliz, titiz bir şekilde tüm güncel gelişmeleri izliyor ve abonelerimize ulaştırdığımız bültenimizi hazırlıyorlardı. Bizler Piar-Gallup içerisinde bağımsız bir bölüm olarak çalışırken, diğer ekip hummalı bir şekilde o dönemin SHP adayı Zülfü Livaneli’nin seçim araştırmalarını yürütüyordu. Hatırladığım kadarıyla tam 8 tane kamuoyu araştırması yapılmış ve her defasında Zülfü Bey istikrarlı bir şekilde oylarını artırmıştı. O dönemin Sabah Gazetesi’nde sürmanşet yayımlanan bu sonuçlara göre yerel seçimlerin İstanbul ayağının galibi Zülfü Livaneli diye düşünülüyordu haklı olarak. O kadar inanmıştım ki onun kazanacağına. Neticesinde araştırmayı yapan şirketin bir elemanıydım. Daha doğrusu araştırmalar Kamar adında, yine Piar-Gallup’a bağlı çalışan bir tabela şirket tarafından yürütülüyordu. Ama tüm alt yapı ve çalışma tabii ki Piar-Gallup bünyesindeydi.

Ancak kazın ayağının hiç de öyle olmadığını, seçim gecesi anlamıştım. Piar-Gallup’un geniş toplantı odasındaki televizyondan izlediğim seçimi kaybetmiştik. Ekranın karşısında donup kalmıştım. İnanmak istemiyordum, olamazdı, siyasal İslam’ın iktidara gelmesi kabus gibi bir şeydi…

İlk sürekli işim beni büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştı. Hala sorarım neden diye…

Ne dersiniz Sayın Bülent Tanla, neden?

İşte o kabus tam 25 yıl sürdü. Ve 31 Mart 2019, Pazar gecesi sabaha karşı, Ekrem İmamoğlu’nun Seyrantepe’deki koordinasyon merkezinde yüzü gülen, yurtsever bir gencin getirdiği çayın tadını hissettiğim an, “İşte Babür”dedim, “işte bitti artık. Artık gün bu ülkeyi yeniden inşa etme günü, o zifiri karanlığı bilimle, sanatla, dayanışmayla aydınlığa döndürme günü”

Ve takip eden 1 Nisan sabahı, saat 08.00’de SGK’ya gidip emeklilik dilekçemi verdim.

Siyasal İslam’ın Türkiye macerası ile benim iş hayatındaki çalışma maceram, ne büyük tesadüftür ki, birebir aynı süreye sahip…

Ama merak etmeyin, şu anda işim gücüm var ve çalışmaya, kazanmaya devam ediyorum.

Ve tabii ki bu ülke için daha yapacak o kadar çok iş var ki…

******

Bu ülkenin yurtsever vatandaşları, hangi etnik kökene ait olurlarsa olsunlar, dinine, imanına bakmadan, beraber kardeşçe yaşamaya ve Mustafa Kemal’in hedefi olan “muasır medeniyetler” seviyesine ulaşmaya çalışıyorlar.

Onların beka sorunu yok.

Onların daha iyi eğitim, daha iyi sağlık hizmeti, daha iyi sosyal güvenlik ve kusursuz işleyen bir adalete ihtiyacı var. Onların, demokrasinin tüm kurumlarıyla sağlıklı işlediği ekonomisi kalkınmış bir ülkenin özgür vatandaşları olmaya arzuları var.

Sadece böğürmekten ibaret belagatlarınıza, hamaset dolu yalanlarınıza “yeter” dedi İstanbul…

Daha da ötesini yapacak…

İtibarı, yüksek beton duvarlarla simgeleşmiş büyüklüklerin sahte gölgesinde arayan megalomanlardan usanan bizler; sadelikle bezenmiş, kibirden uzak ve insancıl özelliklerle donanmış siyasetçileri bu ülkenin yönetimine getireceğiz.

Gezi Dayanışması ile başlayan sürecin siyasi ilk meyvesi, 16 Nisan Referandumu’nda ortaya çıkan HAYIR bloğu idi. O blok o kadar güçlü bir hale geldi ki tüm büyük şehirlerde çoğunluk “Başkanlık Rejimi”ne HAYIR dedi.

Ve bugün o blok yerel yönetimleri yurtsever, ahlaklı, yaptığının, harcadığının hesabını verebilecek olanlara emanet etti.

Sıra geldi, ülkemizin yeniden parlamenter sisteme geri döndürülmesine. Daha özgür, daha güçlü bir parlamenter sisteme…

Onu da başaracağımıza inanmak istiyorum.

Ne de olsa artık “El Pueblo Unido”, bundan sonra “Jamas Sera Vencido”…yani

Kenetlenmiş bir halkı hiçbir güç yenemez…

*A. Babür ATİLA
Eski SODEV Başkanı
batila@superonline.com