12 Eylül 1980 darbesi yaşandığında 12 yaşında olan bir çocuk; CHP’li bir aileye mensup olup devrimci sosyalist mücadelelerde yer alan akrabalara da sahipse, Türkiye’nin 1923 Aydınlanma Devrimi sonrasında çağdaşlaşma sürecine girdiğine, akabinde de sosyalizmin hem ülke hem de dünya için yegane kurtuluş olduğuna dair çok derin bir ön kabul vardır içinde.
İşte o çocuk benim.
Bununla beraber ortaokul ve lise yıllarında okuduğum Fransız Lisesi’nin kültürel havasından edindiğim değerler ve yeni arkadaş çevremin bana kattığı yaşam çeşitliliği hayata dair sorgulamalarımı artırarak farklı noktalara taşıyordu. Bahçesindeki Jeanne d’Arc heykelinin yanından geçerek içine bina, Fransız Devrimi’nin Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik özdeyişi ile beraber ideolojik tercihlerimi şekillendiriyordu.
1986’da üniversiteye girdiğimde, 12 Eylül’ün sosyalizmi anlatan kitaplara uyguladığı ambargo yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlamıştı. İran Konsolosluğu’ndan Sirkeci’ye doğru inerken Cağaloğlu Yokuşu’na girdiğinizde hemen sağ tarafta yer alan Kemaliye Han’ın zemin katındaki koridorun duvarındaki rafta dizili kitapların arasında Georges Politzer’in “Felsefenin Temel İlkeleri” ve “Felsefenin Başlangıç İlkeleri” kitaplarını gördüğümde ne kadar heyecanlandığım bugün dahi aklımdadır.
Fotoğrafta gördüğünüz 12 Eylül kitap yasaklarının simgesi olan bu iki eseri hemen o an satın aldım.
Bir poşete yerleştirip Eminönü’ne doğru yürürken ayaklarım titriyordu. Eve gitmek için bindiğim otobüste biraz da korkudan kitapları poşetten çıkartamamıştım. Felsefenin Temel İlkeleri Ekim 1979, Felsefenin Başlangıç İlkeleri ise Ocak 1980 baskıları olup Muzaffer Erdost ve İlhan Erdost tarafından kurulan Sol Yayınları tarafından yapılan ilk baskılardı. Elimdeki eserler, 12 Eylül faşist rejiminin yasak yayın basmak ve bulundurmak iddiasıyla gözaltına alıp Mamak Askeri Cezaevi’nde döverek işkencede öldürdüğü İlhan Erdost’un bastığı kitaplardı. Bir şekilde toplatılmaktan ve yakılmaktan kurtulmuş, yıllarca bir yerlerde saklanmış, ortam gevşeyince de ortaya çıkartılmıştı besbelli.
Politzer’le diyalektik ve materyalizm kavramlarına giriş yaptıktan sonra elime geçen her kaynaktan sosyalizmi daha derin bir şekilde anlamaya, kavramaya çalışmıştım. Marksizmin dünyadaki eşitsizliklere karşı tek çözüm olduğuna dair olan inancımı okuduğum kitaplarla pekiştirme gayretindeydim.
O günlerin Türkiye’sinde yaşananların etkisiyle; belki de kişisel yaşamımın akışı sebebiyle dünyevi sorunlara, eşitsizliklere çözüm üretebilmenin sihirli anahtarını gönülden bağlı olduğum sosyalizmde bulamıyordum. Bu benim açımda içinden çıkılamaz bir durumdu. Kendimi eksik hissediyor, okumalarımı artırma gayreti gösteriyordum.
Açıkça itiraf etmem gerekirse bir noktadan sonra olmadı. Sosyalist ülkelerdeki çözülme, kitlesel eylemlerin yokluğu, geçmişin devrimcilerinin bir kısmının pes edişi, yaşamın anlamına dair değişen algılar bir bütün olarak, beni farklı siyasi arayışlara sürüklemeye başladı. Kör topal ilerlemeye çalıştığım bir dönemdi.
Bugün basılı olarak elinize son kez aldığınız Sosyal Demokrat Dergi’nin ilk sayısı 1988’in Mart ayında yayınlanmıştı. O güne kadar sosyalizmden bir sapma olarak değerlendirdiğim sosyal demokrasi, iddialı bir yayınla karşıma çıkmıştı.
O günlerde Sosyal Demokrat Halkçı Parti’de (SHP) sol kanat olarak öne çıkan ve yenilikçi fikirleriyle toplumsal bir karşılık bulan Ercan Karakaş’ın girişimiyle çıkartılan dergi, kör topal ilerlemeye çalıştığım ideolojik arayışta bana ışık olmuştu.
Sosyal demokrasiyi, dünyada yaşanan adaletsizliklerin, eşitsizliklerin, ayrımcılıkların yarattığı yıkıcı ve acımasız ortamı, dönemi itibarıyla sonlandırma gücünü elinde bulunduran bir ideoloji olarak görmeye başlamıştım.
1923 Devriminin ürünü olan Halkçılık ve Devletçilik ilkeleri, sosyal demokrasinin temel değerleri olan Özgürlük, Eşitlik, Adalet ve Dayanışma ile harmanlandığında karşıma çok zengin bir ideoloji çıkmıştı.
Sosyalizmin 1980’lerde içine düştüğü bunalım ve bundan çıkış için gösterilen çabaların sekteye uğraması sonucunda, dünyadaki eşitsizliklerin çözümü için yaptığım ideolojik arayış limanını bulmuştu.
Beni bu zengin ideolojiye katan “Sosyal Demokrat Dergi” artık basılı yayın hayatına son veriyor.
Bu karar uzun tartışmalardan ve değerlendirilmelerden sonra verildi.
Gazete bayiinin rafında göze çarpan derginin alınıp sonrasında upuzun bir yolculuğa çıkılan günler artık geride kaldı. İletişim denilen faaliyet bambaşka alanlara kaydı, metotlara evrildi. Bilişimin bu kadar öne çıktığı bir dünyada ideolojik bir derginin fikirsel içeriğini güncel tutarak hem halihazırdaki hem de potansiyel takipçilerine ulaştırmak için online (çevrimiçi) bir mecraya geçmemiz gerekiyordu.
Yeni yayın mecramızda artık çok daha hızlı, dinamik ve güncel olabileceğiz.
Dünyadaki eşitsizlikler bitmedi. Adaletsizlik küresel boyutta halkları eziyor. Barış ise her zaman olduğu gibi çok uzakta.
Teknoloji değişti, dünya değişti ama geçmişin benzer sorunları bir türlü bitmek bitmedi.
Mücadeleyi aynı heyecanla devam ettirerek sosyal demokrasi bayrağını yükseltmeye devam etmemiz için dergimiz canlanmalı ve canlı kalmalı…
Mürekkep kokulu sayfalardan ayrılıyoruz artık bilgisayar, tablet veya akıllı telefon ekranlarında buluşacağız…
İşin acı yanı, bu son sayı belki bir gün bir sahafın tozlu raflarında kendisine ebedi bir yer bulabilecekken, yeni online dergimiz geleceğe “Google” adı verilen evrensel dijital sahafın algoritmalarında ulaşacak…