ignorance

A. Babür Atila – Botoks

A. Babür ATİLA
Eski SODEV Başkanı
batila@superonline.com

Felaket bir 20 yıl yaşadık.

Hakkın, adaletin, doğrunun ve zarafetin yerle bir edildiği, aşağılandığı bir dönemi yaşadık bu ülkenin güzel ve ahlaklı insanlarıyla beraber…

Yarı cahil lümpen güruhun, hiçbir zaman kurtulamayacakları aşağılık kompleksleriyle vahşileştiği, insani değerler açısından tüm kazanımlara saldırdığı koca yirmi yıl.

Ama deniz onlar için tükendi. Kendi yarattıkları müsilajın altında nefessiz kaldılar.

Yeni bir şahlanış için yaptıkları her hamlede kanalizasyon bataklığında çırpınan, çırpındıkça da batan yaratıkların haline büründüler.

Güzel, tertemiz yarınlar için son dönemece girdik.

Bataklıktan sıçrayan pislikler bu ülkenin güzel ve iyi insanlarının üzerinde leke yapamayacak.

Bakmayın öyle birilerinin “Güven Endeksi 3 puan arttı” türü istatistiklere…

Dip dalga geliyor ve yaratacağı sarsıntı öyle böyle olmayacak.

Kibirli suratlara, pis sakallarının arkasındaki gözleri hinlikle kısılmış şaklabanlara, gencecik pırıl pırıl insanlara ‘telefonunu göster’ diye böğüren arsız soytarılara, o çok sevdikleri Osmanlı’nın tokadı geliyor. Patlayan buzlu cam misali dağılacak çıkar imparatorluğunun son aylarındayız.

Peki ya sonra?

Bu soru esasında içerisinde birçok endişe de barındırıyor. Yılların tahribatı nasıl onarılacak? Bu soruya verilecek olan doğru yanıt seçimi kazandıracaktır.

Benim ya da başkasının tatmin olması önemli değil. Tahribata uğrayan her hücrenin onarılmaya ihtiyacı var.

İşte tam da bu nedenle, yarından neler beklediğimizi satır satır yazmalıyız kağıtlara; birimizin eksiğini diğeri tamamlamalı, unuttuğumuz bir şey kalmamasına gayret ederek talep ve beklentilerimizi ortaya koymalıyız.

“Hadi canım, bu kadar da olur mu? Çok fazla şey bekliyorsun yeni düzenden!” diyecek olanlara da o Osmanlı tokadını şimdiden çakmalıyız ki, yarın başımıza yeni bir çıban yaratmayalım.

Evet artık yeter, bu ülkenin güzel insanları her şeyi, evet her şeyi hak ediyor. Haklarına kavuşmak için yeterince bedel ödedi bu toprakların insanları. Vergisini de ödedi, canını da verdi.

Ve hakkıdır, hak ettiği gibi yaşamak; bunu talep etmek ve elde etmek için de elinden geleni ardına koymamak…

İstiyorum…

Başlayalım o zaman benim taleplerime;

Laikliği geri istiyorum.

Yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsız işlemesini istiyorum.

Ülkemizdeki her istatistiki verinin doğrusunu bilmek istiyorum.

Kamunun, vergi afları sebebiyle kaybettiği gelirini nasıl finanse ettiğini bilmek istiyorum.

İhalelerde ödenen rüşvetlerin kimler tarafından hangi şahıslara gittiğinin ortaya çıkarılmasını istiyorum.

Rüşvetle elde edilen servetlere kamunun el koymasını istiyorum.

Adil gelir bölüşümünün en kısa sürede nasıl sağlanacağını bilmek istiyorum.

Ödenen vergilerin eğitim, sağlık, kamu yatırımları ve adalet için harcanacağının garantisini istiyorum.

Gezi’de öldürülenlerin, Roboski Katliamı’nın, Suruç Katliamı’nın ve Çorlu tren faciasının sorumlularının tamamının adaletin karşısında hesap vermesini istiyorum.

6’lı masa ve o masaya davet edilmemiş olsalar da canla başla demokrasi mücadelesi veren diğer siyasi oluşumlar, yukarıda sıraladığım 10 talebimin nasıl gerçekleştirileceğini tek tek, somut bir şekilde ortaya koydukları anda seçimi kazanmanın kolaylıkla mümkün olacağını düşünüyorum.

Bu ve benzeri taleplerin yanıtlanması, esasında ülkemizin tüm yapısal sorunlarının çözümünün de nasıl olacağına dair bir yol haritasını ortaya koyacaktır.

Böyle bir manifesto ile halkın karşısına çıkıldığında badem bıyıklıların sandık hilelerine yeltenmeyi dahi akıllarından geçirmeye cesaret edemeyeceklerini öngörüyorum.

Seçim daha sandığa gidilmeden kazanılacaktır

Somut çözüm önerilerini samimiyetle ortaya koyan bir seçim beyannamesinin ülkede yaratacağı heyecan ve umut dalgası şehir şehir, mahalle mahalle, sokak sokak yayılacak ve herkes o sabah sandığa giderken yolda rastladığı eşine dostuna “Bu sefer yamuk yok, mührü millet için milletin adayına basacağız” diyecektir.

Çünkü bu yirmi yıllık cendere artık herkesi boğmaktadır.

Peki, bu ülke ne kadar sürede ayağa kalkar?

Tepemizdeki kara bulutu defettikten sonra 2 yıl içerisinde ülkemiz bahar bahçesine dönebilir. Yeter ki isteyelim!

Bu ülkede, kaynakların, insan sermayesinin, birikimin ve 1923 Aydınlanma Devrimi’nin gücü sayesinde 2 yıl içerisinde normalleşme sağlanır; 4. yılın sonunda çiçekler açar ve AB ile tam üyelik için müzakere süreci yeniden sağlıklı bir şekilde başlar.

Aidiyetimizin medeni dünya olduğu ilan edilir ve kendi insanına değer vermeyen coğrafyalarla flörtleşmeyeceğimiz netleşir. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi hükümlerini hayata geçirmenin kaygısında olanların dünyasına dahil oluruz.

Osmanlı monarşisi ortadan kaldırılıp memleketin yönü laiklik, bilim ve halkçılık olarak belirlendikten sonra nasıl bir şahlanış gerçekleştirdiysek, bir benzerini yapabilecek heyecan mevcut bu ülkenin temiz insanlarında. İhtiyacımız olan tek şey son 20 yılda ve tabii ki öncesinde biriken tüm kirlerimizi atacak güzel bir kese…

Batı toplumlarındaki karar alıcılar -her ne kadar dünyanın geri kalanı pek umurlarında olmasa da- en azından kendi sınırları içerisindeki vatandaşlarına mümkün olan en üst konforu sunabilme derdinde.

Dertleri neydi?

Peki neden bu kadar çok kötülük yaptılar bu ülkeye?

Neydi dertleri bizlerle?

Sadece kendi muhafazakar değerlerini görünür kılıp önceliklendirmek ve biraz da tuttukları iktidar balını yalamak mıydı dertleri?

Post modern, liberal ve kendilerini kimlik siyasetinin neferi olarak gören özgürlükçü solcu aydınlar maalesef böyle zannettiler.

Halbuki işin gerçeği bambaşkaydı ve ne kadar vahşi olabileceklerini Gezi Direnişi ile beraber göstermeye başladılar. Yaşanan şaibeli seçimlerle de bunu devam ettirdiler.

2015 Haziran seçimlerinde iktidarı bırakmamak için topluma yaşattıkları korku iklimi, niyeti temiz olanların gözünü açtı.

Aslında hikâye çok basitti.

Kendisini ayna karşısında muhteşem gören cadı misali, hem siyasi kabiliyetlerini hem de karizmalarını Cumhuriyetin kurucusu ile sınamaya kalktılar.

Attıkları her adımda ona benzemeye, onun kadar kabul ve saygı görmeye, onu aşmaya çalıştılar. Ama günün sonunda ona karşı duydukları aşağılık kompleksinin yarattığı nefretin kölesi oldular.

Baktılar ona benzeyemiyorlar, botokslandılar. Her botoks aldıklarında kendilerini daha muhteşem zannederken daha da çirkinleşip çirkefleştiler. Çirkinleştikçe de güzelleşiyorum zannederek daha da botokslandılar. Onlar botoksun bakılamaz hale getirdiği çirkin suratları ile içine düştükleri müsilajdan kurtulmaya çalışırken, 57 yaşında hayata veda eden mavi gözlü adamın güzel yüzü her geçen gün daha da aydınlanıyor. Tarihin haklılık filtresinden tam not alarak geçen adamın karşısına -komik olmayı da göze alarak- Osmanlı Monarşisi’nin son kahramanlarını çıkartıyorlar.

Damat Ferit Paşa’nın kayınçosundan medet umuyorlar. 1.500.000 metrekare toprak kaybeden padişaha güzellemeler düzmeye çalışırken Fatih ile Kanuni’ye haksızlık yaptıklarını göremiyorlar.

Magazin dünyasının botokslu ucubelerinin sonu bekliyor kendilerini…

Yaşarken ne kadar çirkinleştiklerini fark edecekler. Doğa da, tarih de, devrim de gözünün içi güleni seviyor.

Öyleyse…

Şurada kaldı dokuz ay.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ile her şey çok güzel olacak…

İnanalım buna, bugünlerde en çok umuda ve cesarete ihtiyacımız var…