Babur gorsel.Hindistan 2011, January (123) ps1 sb1 dergi yazısı

A. Babür Atila – Başkaldırı

A. Babür ATİLA
Eski SODEV Başkanı
batila@superonline.com

İnsanı insan yapan şey nedir?

Doğadaki diğer canlılardan ayıran şey nedir?

Buna birçok farklı yanıt verilebilir.

Hepimizin hayat serüveni içerisinde, sorguladığımız birçok tecrübe bize bu sorunun yanıtı için farklı ipuçları vermiştir. Ben kendi yanıtımı bundan tam 10 yıl önce buldum. 43 yaşında…

XXX

Hindistan… Her halde dünya üzerinde en fazla merak uyandıran ülkelerin başında gelmektedir.

Nüfusunun sağladığı ucuz emek gücü sayesinde emek-yoğun sanayi dallarında sömürünün en rahat şekilde uygulanabildiği ülkelerden biri olmasının yanı sıra etnik çeşitliliği, sayısız tanrı ve tanrıçaya ev sahipliği yapması, spritüel dünyanın takipçilerinin ruhsal arınma metotlarından olan yoga, reiki, şifacılık benzeri uygulamaların beşiği olması dünyanın ilgisini üzerine toplamaktadır.

Hayatın her saniyesini kadrajlamak gibi bir tutkuya sahip fotoğrafçıların repertuarında ise, Hindistan fotoğrafları olmazsa olmaz… İşte yukarıdaki fotoğraf da benim yakaladığım bir kare.

Tata marka çarpık bacak bir kamyonete doluşturulmuş, kim bilir hangi işi yapsınlar diye amele pazarından toplanmış onlarca kadın…

Bu fotoğraf, elimdeki diğer Hindistan fotoğraflarının iyi olanlarından biri.

Sokağın ortasında yalnız başına bir çöpün ortasında yemek tırtıklarken kutsal bir ineğin yavaşça kendisine doğru yaklaştığı 2 yaşındaki çocuğun fotoğrafları da mevcut.

Tepesinden geçen viyadüğün altını kendine mesken edinmiş birkaç ailenin yolun kenarındaki yalaktan akan suda çamaşır yıkamaya çalıştığını gösteren kadrajlarım da…

Ait olduğu kastın kendisine uygun gördüğü mekanlarda oturan yüz milyonlarca insan… Kadının adının olmadığı bir coğrafya…

Tüm Hindistan ihracatının %15’ini gerçekleştirdiğini iddia eden holdingin ana merkezinin kapısının tam önünde plastik sandalyenin üzerinde oturarak aynı usturayla sakal tıraşı olanların mekanı…

Oraya yaptığım her seyahatte gözyaşlarımı tutamadığım onlarca ağlatan sahne… Dünya üzerindeki tüm eşitsizliklerin tek bir kareye sığdırılmasının en kolay olduğu ülkeden bahsediyoruz…

Ve bu bahis açıldığında Batı toplumlarının değerleri içerisinde yoğrulmuş birçok insandan gelen “Ama mutlular, azla yetinmeyi biliyorlar…” türü yorumlar…

XXX

LIFE Dergisi’nin 1969 yılının Ekim-Kasım sayılarının birer örneğini 1999 yılında Paris’te Seine Nehri’nin kenarına dizili seyyar sahaflardan birinde gördüğümde çekmişim bu fotoğrafı. Her ne kadar biriktirici, çöpçü, hiçbir şeyi atamayıp üstüne üstlük etraftan toplayan biri olmama rağmen demek ki tanesi o günlerde 250 Fransız Frangı olan bu eski dergilere para ayıramamışım. Toplamı 500 frank ediyordu, yani bugünün 70 Euro’su, neredeyse 700 TL’si.

1968, yani o güne kadar ağır muhafazakar eğilimlerin gölgesinde yaşayan Batı toplumlarındaki gençlerin başka “bir dünya mümkün” diyerek ayaklandıkları, bireysel özgürlüklerini ilan ettikleri, cinsellikleri ile barıştıkları, aile kavramını sorguladıkları, dünya halklarının savaşı değil barışı, huzuru hak ettiğini haykırdıkları, savaş verilecekse özgürlük için verilmeli diyerek ayaklandıkları ve İstanbul’da Sultanahmet’te Pudding Shop’ta buluşup, Katmandu istikametinde otobüsle yola çıktıkları dönem…

Yitirilen ya da belki de hiç oluşamamış duyguların kazanılması için mistik dünyalara yapılan seyahatlerin dönemi… Açlık, fakirlik, eğitimsizlik sarmalından kurtulamayıp çözümü kendi tanrılarının ruhlarında arayanların bölgelerine yapılan yolculuklar…

Himalayaların her biri 8.000 metreyi geçen zirvelerine tırmanan dağcıların adları kendi ülkelerinde plaketlere kazınırken onlarca kilo yükü sırtlarında taşıyarak dağcılara eşlik eden Şerpa’ların adlarının dahi bilinmediği bölgeler…

XXX

Evet, insanı insan yapan nedir sorusu ile başlamıştık. İnsan, başkaldırma cesareti gösterebildiği ölçüde insanlaşır…

Evet, insanı insan yapan şey “başkaldırı”dır. Başkaldırı kendi hakkını arayıştır… Başkaldırı senin başını eğmeye çalışana karşı gösterdiğin duruştur… Başkaldırı daha iyisi için gösterilen çabadır… Başkaldırı gerekirse gelecek için bugünün feda edilebilmesidir…

Başkaldırı “Revolte” demektir, “Devrim”e yani “Revolution”a açılan kapı demektir…

1789 Fransız Devrimi, “Sans Culottes”ların yani Türkçe meali “Baldırı Çıplakların” ayaklanmasıdır.

1917 Ekim Devrimi, eşitlik ve özgürlük arayışındakilerin Çarlık Rusya’daki zaferidir.

1923 Devrimimiz çürümüş, kokuşmuş Osmanlı İmparatorluğu’nun kapısına kilit vuran Anadolu insanımızın başkaldırısıdır.

Hataları ve sevapları ile bu devrimler dünyaya yeni ufuklar açmıştır. Ama hepsinin öznesi halktır. Güçlü liderlerin önderliğinde başkaldıran halkların zaferidir.

Bu arada, hala birilerinin kabusu olmasından belli, 2013 Gezi Direnişi de tarihimize özgürlük, kardeşlik ve dayanışmanın topraklarımıza ekilmiş tohumu olarak geçecektir. Bilen bilir, tohum ölmez, sadece uç verip çiçekleneceği mevsimi bekler…

XXX

“Uçakla bile üzerinden geçmem” dedi birisi bir sohbette, Gördüklerime dayanamadım, seyahat sonrasında kendime gelemedim uzunca bir süre”. O kadar tanıdık bir hissiyattı ki benim için de bu cümleler. Uçak Chennai Havaalanı’ndan kalkıp Dubai’ye inene kadar geçen sürede biraz uyumuştum. İstanbul’a aktarma uçağına ise 10 saatten fazla bir süre daha vardı. Ekip arkadaşlarım koltuklar üzerinde uyuyarak zaman geçirirlerken, ben Dubai Havaalanı’nın uzun koridorlarında volta atıp duruyordum. Ve hep aynı şey kafamda dönüyordu. Neden? Neden bu yüz milyonlarca insan bir yanda korkunç boyutlarda zenginlik varken sefaletin en acımasızca olanına mahkum kalmaya müsaade ediyorlardı?

Halbuki bize okullarda Hindistan’ın büyük lideri Mahatma GANDI nasıl anlatılmıştı hatırlayalım. (Wikipedia’dan alıntıdır).

Hindistan’a döndükten sonra yoksul çiftçi ve emekçileri baskıcı vergilendirme politikasına ve yaygın ayrımcılığa karşı protesto etmeleri için örgütledi.Hindistan Ulusal Kongresi‘nin liderliğini üstlenerek ülke çapında yoksulluğun azaltılması, kadınların serbestisi, farklı din ve etnik gruplar arasında kardeşlik, kast ve dokunulmazlık ayrımcılığına son verilmesi, ülkenin ekonomik yeterliliğine kavuşması ve en önemlisi olan Swaraj, yani Hindistan’ın yabancı hakimiyetinden kurtulması konularında ülke çapında kampanyalar yürüttü.

Böyle bir Hindistan göreceğimi ummuştum açıkçası. Tam tersini bulmuştum. Yoksulluk akıl almaz boyutlarda, kadınlara uygulanan hiçleştirme aynen devam etmekte, her ne kadar yok dense de kast sistemi memleketin damarlarına nüfuz etmiş şekilde yürürlükte. Üzerinde güneş sönmeyen imparatorluğun eski sömürgesinde kıble hala Greenwich’de…

Sonraki yıllardaki seyahatlerimde de içimdeki aynı acı hiç geçmedi. Bir insan neden kendisine bu şekilde bir yaşamı layık görür?

Başka bir insan evladı tarafından kendisine layık görülen aşağılayıcı yaşama başkaldırmayı beceremeyen, daha doğrusu istemeyen; halinden mutlu, huşu içerisinde evrene mesajlar göndererek yaşamaya devam edenler var oldukça sömürü düzeni kalkar mı bu dünyadan?

Ve o insan neden başkaldırmaz?

Üyesi bulunduğum partinin halihazırdaki Genel Başkanı göreve geldiğinde kendisine GANDI güzellemesi yapmak pek bir revaçtaydı. Kendisi bu durumdan memnun muydu değil miydi bilemedim, ama Gandi’nin evini ziyaret ettikten sonra, umarım kısa zamanda kurtulur bu yakıştırmadan diye istemedim diyemem…

Her ne kadar gözlüklü, yumuşak bakışlı suratı, bir önceki keskin bakışlı, yakışıklı, Ricky Martin’li kurultayların starından çok farklı bir izlenim bırakıyor olsa da, Genel Başkan seçildiği ilk kurultaydaki konuşmasının sosyal demokrat siyaset anlayış üzerine dinlediğim en kapsamlı ve anlamlı tiratlardan biri olduğunu düşünsem de -sonradan üstünde pek durulmamış olmasını da pek anlayamadığımı belirtmek durumundayım, belki bu konuşmanın partiye birkaç beden bol geldiği düşünülmüş olabilir- Gandi benzeri bir liderliğin partiyi özünde işlevsizleştireceğini düşünmedim değil…

XXX

Vietnam savaşı üzerinden insanın özgürlüğe ulaşma çabasının muhteşem bir anlatımı olan HAIR müzikalinin, tüyleri her dinlendiğinde diken diken eden şarkısı “Let the sunshine in” Kaş’ın güzelim plajı Derya’da çalarken elindeki kadehi batan güneşe doğru uzatan bu kadın; kendi vücudu üzerinde hiçbir tahakkümü kabul etmeyen, kendisini ikinci sınıf sayan ruhani sahteliklere gülüp geçen, eril yaşam dayatmalarına karşı dimdik direnen bir simgedir.

Bir kamyonun arkasına sıkıştırılıp mevsimlik işçi olarak tarlalara taşınıp köle gibi çalıştırılan, sefaletin yüzüne vuran acısı ile binlerce dolarlık kameraların objektiflerine takıldığında “harika bir fotoğraf” övgülerine meze olan, renkli kıyafetlerinin canlılığı etnik moda tasarımlarına ilham kaynağı olurken vücutlarına sinen pis kokunun kaynağı kurutulmayan kadınlar bizden uzak bir coğrafyanın gerçeği. Ama bu gerçek, bir açıdan da bizim gerçeğimiz. Tüm insanlığın gerçeği…

Kadın hareketlerinin bugüne kadar dünya üzerinde ortaya koyduğu mücadele sonucunda elde ettiği kazanımlara bakınca direnmenin insan onuruna en yakışan şey olduğuna bir kez daha şahit oluyoruz. Kadın hareketini örnek alan bir dayanışma hattı dünya üzerindeki eşitsizliklerin kaynağını belki de kurutabilir.

Adını İstanbul’dan alan bir sözleşmenin savunulmasından doğan kelebek etkisiyle Afrika’da, Hindistan’da, İran’da, Arabistan’da ve akabinde tüm dünya coğrafyasında ezilen sınıflarla genciyle, emekçisiyle, çocuğuyla ortak bir ütopyada buluşmanın tohumları serpilebilir mi toprağa…?