
Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’nın açıklamasıyla, Türkiye’deki 5G frekans ihalesi sonuçlandı. Üç büyük operatör toplam 2,945 milyar dolar (KDV dahil 3,534 milyar dolar) bedelle frekans bantlarını satın aldı.
Bu haber, iktidar ve sermaye çevrelerinde “teknolojik atılım” olarak sunulurken, toplumcu bir bakış açısından bakıldığında aslında kamu kaynaklarının birikmiş sermayeye devrinin yeni biçimi olarak görülmelidir.
- Piyasa Rasyonalitesi, Kamusal Alanın Çözülüşü
Karl Polanyi’nin piyasa ekonomisinin şekillenişi/yükselişi sırasında İngiltere’de meydana gelen sosyal ve politik değişimleri “The Great Transformation / Büyük Dönüşüm” diye adlandırdığı dönem, 21. yüzyılda dijital bir süreçle karşımızdadır.
Devlet, bir yandan kamusal altyapıların kurucusu olmayı sürdürürken, diğer yandan bu altyapıları özel sermaye birikimi için piyasa mallarına dönüştürmektedir. Frekans bantları, tıpkı su, toprak ya da enerji gibi kamusal birer ortak varlıkken; 5G ihalesiyle birlikte bu varlıklar paraya tahvil edilmiş kamusal mülkiyetin son halkalarından biri haline getirilmiştir.
Neoliberal devlet mantığı, “yatırımı teşvik” adı altında kamusal alanı pazara devretmeyi, kamusal borçlanmayı halkın tüketimi üzerinden geri tahsil etmeyi hedefler. 5G ihalesi de bu formülün dijital versiyonudur: Devlet, teknolojik altyapıyı kuracak sermaye gruplarına lisans verir; bu lisansların bedelini ise vatandaşın faturası, tarifesi, verisi üzerinden geri toplar.
- Dijital Kapitalizmin Yeni Çevrimi: Hızın İdeolojisi
Nancy Fraser’ın “toplumsal adalet ve adaletsizlik” kavramsallaştırmalarıyla ifade ettiği gibi, neoliberal dönem artık yalnızca ekonomik değil, ahlaki ve toplumsal bir kriz üretmektedir. Fraser, adaletin iki biçimde ele alınması gerektiğini savunur: dağıtım adaleti ve tanınma adaleti. 5G bu krizin tam ortasında yer alıyor: “hız”, “verimlilik” ve “yenilik” söylemleri, eşitsizliklerin üzerini örten ideolojik perdelere dönüşerek. adil olmayan dağıtımı ve yanlış tanınmayı meşrulaştırıyor / hızlandırıyor.
Mevcut haliyle, Genişletilmiş Oligarşinin çıkarları doğrultusunda dayatılmış düzeneğe uyumlanmayı sağlıyor. Ele avuca sığan küçücük bir aletle, devletin ideolojik aygıtlarının tamamı 7/24 faaliyet halinde verimli/hızlı bir şekilde düzenin ihtiyaç duyduğu bütün toplumsal donatıları/düzenekleri zamana uygun bir şekilde inşa ediyor.
“Daha hızlı internet” söylemi, kamusal yarar yerine bireysel tüketim hazzını kutsayan bir simgeye dönüşüyor. Bu söylem, dijitalleşmeyi toplumun ortak refahını değil, sermayenin hızını artıran bir aygıt haline getiriyor.
Sonuçta teknoloji, özgürleşme değil; yeni bir bağımlılık biçimi yaratıyor.
- Neoliberal Devletin Yeni Yüzü: Kamu Eliyle Tekelleşme
David Harvey’in işaret ettiği gibi, neoliberalizm yalnızca piyasayı serbestleştirmez; aynı zamanda sermayenin belirli ellerde merkezileşmesini sağlar. 5G ihalesinin yalnızca üç büyük operatöre açık olması, bu gerçeğin açık göstergesidir.
Kamu, bu ihalede “düzenleyici” değil, gelir paylaşımına aracılık eden bir komisyoncu konumundadır. Bu durum, devletin asli işlevi olan kamusal planlamanın yerini gelir odaklı tahsis mekanizmalarına bırakması anlamına gelir. Teknolojik bağımsızlık retoriği altında, ekonomik bağımlılığın yeni biçimleri doğmakta/çoğalmaktadır.
- Toplumcu Bir Çerçeveden: Teknoloji Halkındır
Toplumcu Siyaset için mesele: 5G teknolojisinin varlığı değil, kimin için, hangi amaçla ve hangi bedelle üretildiği olmalıdır.
Habermas’ın iletişimsel eylem teorisi çerçevesinde düşündüğümüzde, kamusal alanın rasyonelliği, ancak bilgiye erişimin eşitliğiyle mümkündür. Oysa bugünkü dijitalleşme, bilgiyi sermayenin çoğalan bir şekilde sürekli mülkiyetine dönüştürmektedir.
5G frekansları kamuya ait olmalı, özel sektör yalnızca hizmet sağlayıcı konumunda bulunmalıdır. Elde edilen gelir, kamusal dijital altyapıya, eğitim teknolojilerine, kırsal erişime ve dijital yurttaşlık projelerine aktarılmalıdır. Böylece teknoloji, sermayenin değil, halkın özgürleşme aracına dönüşebilir.
- Demokratik Denetim, Kamusal Hesap Verebilirlik
Toplumcu bir perspektiften 5G sürecinin yeniden kurgulanması, dört temel ilkeye dayanmalıdır:
- Şeffaflık ve Katılım: İhale şartları, taksitlendirme yapısı ve kamu payı açık biçimde yayımlanmalı; yurttaş denetimi sağlanmalıdır. Teknoloji politikaları yalnızca teknokratlara değil, topluma ait olmalıdır. Çünkü bu sürecin tamamı toplumun olanaklarıyla sağlanmaktadır.
- Kamusal Sahiplenme: Altyapı yatırımlarında kamu hissesi yarıdan fazla olmalı ve bu durum geri dönüşsüz bir şekilde korunmalı; devletin öncelikli görevi gelir tahsili değil, sosyal fayda üretimi olmalıdır.
- Eşitsizlikle Mücadele: Dijital uçurumun derinleşmemesi için, 5G gelirleri kırsal ağlara, kamusal Wi-Fi’lara, dezavantajlı bölgelere aktarılmalıdır.
- Neoliberal Politikalar: Neoliberal ekonomi politikalarının insan doğasına ve sosyal düzenlere aykırı olduğu gerçeği gündemden hiçbir zaman düşürülmemelidir.
Sonuç: 5G, Sermayenin Değil, Halkın Geleceği Olmalıdır
Bugün “teknolojik ilerleme” adı altında yapılan her ihale, aslında toplumsal bir tercih beyanıdır. Bu tercih, kimin geleceğinin geliştirileceğine / hızlanacağına dair bir karardır. Eğer bu hız, yalnızca kâr oranlarını artıracaksa; toplumun büyükçe bir kısmı yavaşlamaya, geride kalmaya mahkûm edilecektir. Sol, Sosyal Demokrat, Toplumcu Siyaset ya da halktan yana olması koşuluyla adı ne konulursa konulsun siyasetinin görevi: Teknolojiyi piyasadan geri almanın; onu yeniden kamusal, eşitlikçi ve demokratik bir mülkiyet biçimine dönüştürmenin yani Gerçeğin Siyaseti’nin yollarını bulmak olmalıdır. 5G’nin gerçek anlamı, saniyede iletilen veri değil; toplumun kendi geleceğini hangi hızla geri kazanacağı olmalıdır.