justice-2420812

Eda Aslı ŞERAN – İyileştiren Adalet

Eda Aslı ŞERAN
Akademisyen
edaseran@gmail.com

“Yeni yıla başlamayı da
severim.
Doğduğum günü de.”[1]

Öyle. Yeni yıla başlamayı severdik, doğduğu günü de. Ne var ki, Ocak ayı hatırımızda bir yandan da hep adaletsizliklerle örülü bir ay olarak yer etmişti. Son on yıldır, yeni senenin buruk ama hayata dair umudun canlı olan yoluna ayrı ayrı çıkıyorduk. Bu sene onsuz… Bu Ocak ayına Dilek’in yokluğuyla başladık. Dilek eğer mahkeme kararıyla hak kazandığı ilaçlarına bir ay erken erişebilseymiş, bugün yaşıyor olacakmış.[2] 

İlk gençlik yıllarının fırtınalarında hayatı birlikte keşfettiğim, hayata birlikte kafa tuttuğum, birlikte gülüp, birlikte ağladığım, hayatın yol ayrımlarından birinde çok zaman önce sessizce vedalaştığım Dilek Kumcu’nun bendeki değerli anısına…

Bir soruyla başlayalım.

Adaletsizliğe dair en eski anınız nedir?

Bunun cevabı için muhtemelen benim az önce yaptığım gibi çocukluğunuza doğru bir yolculuğa çıkmanız gerekecektir. Hiç böyle bir anınız olmadığını söyleyemezsiniz muhtemelen, çünkü adaletsizlik bir “geçekliktir” ve “her yer yerdedir.”[3] Bu kendi başınıza gelen ya da tanık olduğunuz adalet duygunuzu sarsan anı, gözlerinizin önünde yeniden görmeye ve sözcüklerle dile getirmeye çalışın. Evet, çocukluğu hatırlamak öyle kolay değil. Ama bir his var. O his nedir? Adalet içimizde bir duygu olarak belirir. Bu nedenle de yerleşik bir deyim vardır dillerde “adalet duygusu zedelenmek.”

Başına gelen ya da sadece buna tanık olan kişi bile olsanız adaletsizlik en hafif sonucuyla bir huzursuzluk, gücünüzü elinizden alan bir maruz bırakılma hali yaratır. Öfke, yaralanma, görmezden gelinme, önemsenmeme, hayal kırıklığı, güven kaybı, ihlal edilme, yetersizlik, küçük düşürülme, incinme, fiziksel acı, ruhsal acı, kayıp, yas ve belki de adını koyamadığınız birçok başka his var değil mi halin içinde? Adaletsizlik suça ilişkin olsun ya da olmasın, elbette ihlalin derecesine göre değişecek biçimde, bizlerin yaşam coşkusunu sakatlayan, zihnimizi şu anın bilgisine kapatarak geçmişte ya da gelecekte yaşamaya zorlayan bir durum. Bir an için bile olsa… Sonrasına eşlik eden düşüncelere bulanmış duygu halleri de bu saydığım duygular gibi taşıması kolay olmayan, dile getirildiğinde çifte bir ruhsal ve ahlaki ağırlık oluşturan cinsten. Onları dikkatli dile getirmezseniz en yakınlarınızın bile size “intikamcı,” “kıskanç/hasetli” ya da “rövanşist” etiketi yapıştırması olası. Oysa hisler, etiketlenmediklerinde, kişiyi olumlu yönde eylemde bulunmaya, kendi geleceği hakkında tutum almaya yönlendirebilirler. Burada kendi adaletini sağlamaktan değil, adaletin gerçekleşmesi için sorumluluk almaktan bahsettiğimi söylemeliyim.

Bir adalet klasiği:
Venedik Taciri

Adaletin geleceği o tam olarak kestirilemeyen an için -öyle ya o bir ideal, bir ütopya[4]– adaletsizliğin anısını sürekli taze tutmak gerekiyor. Bu bir yük. Bu yükü bir tepki olarak en yakınlarımıza değil de, kiloya durup elimizde bir teraziyle gerçek muhataplarına pay etmek de mümkün değil. Shakespeare’in, adalet konusu açılır açılmaz pek çoğumuzun aklına gelen, Venedik Taciri isimli eserinde meseleyi kilo ile ölçülen ağırlık analojisi ile çözmeye çalışması tesadüf olamaz: “bedeninin herhangi bir yerinden kesilmek üzere yarım kilo et.”[5] Adaletin/adaletsizliğin ağırlığına ve bedene kazınmasına dair bir sezgisi var belli ki dâhi yazarımızın. Kiloyla et üzerinde adalet dağıtmayı doğrudan bir duruşma sahnesinde tartışıyor. Soğuk ve mesafeli, dizginleyici ve denetleyici hakem rolünde kimse kendi adaletini sağlamaya kalkmasın diye hukuk giriyor devreye. Hukuk belli bir grubun tahakküm ya da intikam aracı olmadığı iddiasıyla adalet vaadini elinde bulunduruyor.

Öyle mi peki gerçekten?

Venedik Taciri oyunu, içinde türlü çeşitli duyguya da yer vermesiyle ve tartıştığı adalet fikriyle hukukun gerçekliğini sorgulamanın şahane bir örneği.

Adalet ve hukukun birbiri ile ilişkili olduğunu söylemek mümkünse de, tarihin bilinen bütün zamanlarında birbirlerinin çoğu zaman uzağına düşebildiklerini de biliyoruz.[6] Yine de bu bir ideal olarak hukuk ve adaletin buluşma ihtimalini soruşturmamızın, ikisinin bir ve aynı şey olması dileğimizin önüne geçemiyor. Çünkü adalet herkes için bir ihtiyaç.

Sağlığınıza: Hukuk

Duygularla başlamıştık. Duygularla devam edelim.

Adalet aramanın kuralları ve kağıttan şato işlemleri arasında da kim bilir hangi duygudan ötekine savrulacaksınız. Öyle ya “haksızlık etmedim ki hükümden korkayım”[7] diyen Shylock’un oyun boyunca yargı eliyle başına gelenler düşünüldüğünde karmaşık duygulara kapılmamak da elde değil. Yine de işleyen bir hukuk sistemini bir sağlıklılık, esenlik hali, son zamanlarda kulağımıza sıklıkla çalınan bir ifadeyle “şifa” olarak ele almayı hiç düşündünüz mü? En çok tazmin, telafi, eski haline getirme gibi ifadelerle de anılsa, hukuksal uyuşmazlık haline dönüşmüş bir olgunun gerçekten adil bir çözümü aynı zamanda ruhsal olan ve dolayısıyla şifa veren bir pratiktir. Adaletin terazisi uzlaşma sağlanamayan durumlarda taraflardan birini haksız çıkaracak olsa da, bu haksız bulunan için bile esenliğin zemini olabilir. Erdemleri geliştirmenin çok daha güvenli ve ılımlı yolları varsa da haksız çıkmanın yarattığı duyguların da bir öğretmen olduğunu deneyimlediğimiz olmuştur. Bunun yanında bir duygu daha var ki, merhamet. Ne var ki merhametin bir dilemma içermesini yine Venedik Taciri’ne başvurarak örneklemek istiyorum.

“Dünyasal gücün Tanrısal güce en yakın hali,

Adaletle merhametin uzlaşmasıdır.

O halde Yahudi, adalet istiyor olsan da

Şunu unutma: Adalet uygulanacak olsa,

Hiçbirimiz kurtulamazdık.”[8]

Shakespeare’in bu oyunda açıkça taraf tutarak adaletin sağlandığı izlenimi yarattığını[9], onuru kırılmış aşağılanan ve başkalarıyla eşdeğerde bir muhatap olduğunu kanıtlamanın tutkulu bir şekilde peşine düşmüş Yahudi tacir yerine efendilerin yanında durduğunu düşündüğümüzde[10] bir kez daha merhametin ikircikli doğası karşımıza çıkıyor. Merhamet kendisine içkin eşitsizlik ilişkisini efendilerden sekerek yine adalet arayan ötekinin yüzüne çarpıyor bu hikâyede. Modern zamanlara ait eşitlik ve insan onuru fikrinin henüz tarih sahnesine çıkmadığı bir dönemde yazılmış bu oyunda (1590’lar), onurda eşitlenmek pahasına kibre düşerseniz her şeyinizden olursunuz mesajını veriyor belki de ötekilere.

Shakespeare oldukça katmanlı anlatımlar kuran bir yazar olduğundan bu kadar kestirme bir sonuca gitmek doğru olmayacaktır. Belki de bu oyunla bir orantılılık ve ölçülülük arayışında? Peki kibrin ölçüsünü belirleyen kim?

Shylock oyun boyunca çeşitli defalarda sözleşmenin diğer tarafı Antonio tarafından nasıl da aşağıladığından bahsetse de yargılamanın bunu kendine bir ölçü almadığı açık. Duymamak, görmemek, konu etmemek; onun yerine merhamet fikriyle bir savunma kurup Shylock karakterini alt etmeyi başarmak olmuş yazarın yönelimi. Bu haliyle bu oyunun öyküsü bize bugün de geçerli olan bir durumu hatırlatıyor. Kendisi ya da istediği gibi olmayanları insandışılaştırarak her türlü muameleyi adil ilan eden iktidar sahiplerinin hukuk düzeninde ne esenlik, ne erdem, ne de adalet bulmak mümkün. Hukuk toplumda dışlananları ve dezavantajlıları, ya da kendine düşman ilan ettiklerini duymak, görmek, dinlemek, haklarından yararlandırmak istemiyor. Ertuğrul Uzun’un özce ifade ettiği gibi;

“Hukuk pratiği bir iktidar pratiği ise, hukuk anlatısı da hukuktaki anlatı da her şeyden önce iktidar tornasından çıkmış bir anlatıdır. Her anlatının hukukta kendine yer bulması mümkün değildir. Yasaklanmış öyküler ya hiç kabul edilmez yahut ehlileştirilerek dönüştürülür. Sözün en dokunulmaz kabul edildiği savunmada dahi olayların öyküsünü anlatarak yeniden suç işlemek mümkündür. Kimi zaman devletle kimi zaman iktidarın kutsal kabul ettiği grup ve mesleklerle bağlantılı olaylarda mağdur olmuş kişi, öyküsünü anlatamaz. Kendisine karşı işlenen suçu veya tanık olduğu olayı dile getirmek bile halkı kin ve düşmanlığa sevk edebilir, halkı askerlikten soğutabilir, dinî değerleri aşağılayabilir, devlet organlarını tahkir edebilir, toplumun temeli olan aileye zarar verebilir, devleti uluslararası alanda zor durumda bırakabilir. İfade özgürlüğünün sınırları, iktidarların duyulmasına tahammül edemediği öyküleri susturmak için çizilir.

Kimi öykünün varlığı bilinir de, söylenmesi yasaklanır… Tarih mahkemelerde kendi başına öyküsünü anlatamayan çocuklarla, kadınlarla, kölelerle, dinî ve etnik azınlıklarla doludur.”[11]

Baskın konumda olan, ayrıcalıkların sahibi olarak neyi duyup neyi duymayacağını seçer ve gerçeklik iddiasını bunun üzerine kurar.[12] Oysa baskın konumdakinin gerçeği, pek çok örnekte karşılaşacağımız gibi, bir adaletsizlik zemininde kurulur. Shylock’un yaşadığı Venedik’te de durum böyleyken bu bugün de hala böyledir.

Dertlenerek ilgilenmek

Bu noktada adalet fikrinin savunusunda, üzerimize düşenin duyulamayanı duymak ve duyurmak, görülemeyeni görmek ve göstermek olduğunu yeniden hatırlamak zorundayız. Gülriz Uygur’un Hukukta Adaletsizliği Görmek[13] kitabında geliştirdiği “dertlenerek ilgilenmek” kavramı, adaletin bir bilgi ve ilgilenme sorunu olduğundan, karşılıklı bir ihtimamdan yola çıkarken, önyargıların adaletsizliği görmenin önünde bir engel olduğunu altını çiziyor.[14] Sizin hiç önyargılarınız var mı?

Adaletsizliğin ve önyargıların hasta edişine bir örnek vererek kapatmak istiyorum bu yazıyı. Kendisi de bir hukukçu olan feminist ve siyasetçi Aysel Tuğluk ile.

Bugün demans hastalığı ile mücadele eden ve “cezaevinde kalamaz” raporu olan Tuğluk için başlatılan kampanyanın adaletsizliği görmek niyetinde olanlar için önemli olduğunu düşünüyorum. Halkların Demokratik Partisi Genel Başkan Yardımcılığı görevindeyken tutuklanan Tuğluk’un annesinin cenazesine yapılan ırkçı saldırıdan sonra hastalanması[15] ve gün be gün bu hastalığın artması adaletsizliğin bedenimize kazınmasının önemli bir örneği kanımca. Türkiye’de 20 baro[16], 68 kadın örgütü[17] ve dünyanın dört bir yanından 5000’den fazla kadın[18] Aysel Tuğluk’un uluslararası hukuksal belgelerle de korunan sağlık hakkına erişimi için çağrıda buldu. Yalnızca onun değil, bütün hasta mahpusların sağlık hakkına erişimi için. Yaşam hakkının ayrılmaz bir parçası olan sağlık hakkına… Daha fazla geç olmadan adaletsizliklerin önüne geçebiliriz.


[1] Dilek Kumcu, “Pandeminin ilk ayları: Ölsen de gelmeyecekler ve ne olursa olsun kalanlar demektir hayat.”, , https://zitlarmecmuasi.com/pandeminin-ilk-aylari-olsen-de-gelmeyecekler-ve-ne-olursa-olsun-kalanlar-demektir-hayat/. (Zıtlar Mecmuası, 20 Mart 2021), (en son erişim tarihi: 24.01.2025)

[2] “Dilek Kumcu vefat etti: İlacı bir ay önce getirilse bugün yaşıyordu”, https://www.gazeteduvar.com.tr/dilek-kumcu-vefat-etti-haber-1523622 (Gazete Duvar, 28 Mayıs 2021), (en son erişim tarihi: 24.01.2025)

[3] Gülriz Uygur, “Adaletsizliği edebiyat eserlerinde görmek”, T24, 07 Mayıs 2015, https://t24.com.tr/k24/yazi/adaletsizligi-edebiyat-eserlerinde-gormek-bilgisel-epistemik-adaletsizlik-ve-dertlenerek-ilgilenmek,175. (en son erişim tarihi: 21.01.2022)

[4] Zehra Çiğdem Özcan, “Venedik Taciri”, içinde Film Gibi Hukuk, kitap editörü Zehra Çiğdem Özcan ve Cemal Bali Akal, 1. bs, Hukuk 007 (İstanbul: Zoe Kitap, 2019), 55; Uygur, “Adaletsizliği edebiyat eserlerinde görmek”.

[5] William Shakespeare, Venedik Taciri, çev. Bülent Bozkurt, 1. bs (Istanbul: Remzi Kitabevi, 1992), 38. Bu noktada ilerleyen sahnelerde bu sözleşme hükmünün “kalbin en yakın yerinden kesilmek üzere” olarak ifade edildiğini görüyoruz avukat kılığında duruşma sahnesinde yer alan Portia’nın ağzından. Ancak bunun onun bir manipülasyonu mu olduğu, kağıtta böyle mi yazdığı tam açık değil. Shakespeare, 116.

[6] Özcan, “Venedik Taciri”.

[7] Shakespeare, Venedik Taciri, 109.

[8] Shakespeare, 114.

[9] Özcan, “Venedik Taciri”, 65 vd.

[10] Oyunun yan hikayelerinde aşk ve dostluk konuları olsa da, hikayenin efendiler arasında geçiyor olması vurgusunu bu yazıda daha çok önemsiyorum.

[11] Ertuğrul Uzun, “Hukuku Anlatı Olarak Görmek, Hukukta Anlatıyı Görmek”, içinde Hukukta Anlatı- Hukukun Anlatısı, ed. Gülriz Uygur ve Zeynep İspir, 1. bs, Hukuk (Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2021), 36-37.

[12] Baskın konumda olanın marjinal konumda olanın dünyasını, taleplerini bilebilecek durumdayken reddetmesine “bilinçli hermeutik bilmezden gelme” denilmektedir. Bu konuda bir değerlendirme için bkz. Gülriz Uygur, “Yargılamada Karşılığını Bulmayan Anlatılar- Karşılığı Bulunulamayan Anlatılar”, içinde Hukukta Anlatı- Hukukun Anlatısı, ed. Gülriz Uygur ve Zeynep İspir, 1. bs (Ankara: Seçkin Yayıncılık, 2021), 58-59.

[13] Gülriz Uygur, Hukukta Adaletsizliği Görmek, 1. bs (Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu, 2013).

[14] Uygur, “Adaletsizliği edebiyat eserlerinde görmek”.

[15] Banu Güven, “Yorum: Aysel Tuğluk’u serbest bırakın”, Deutsche Welle Türkçe, 25 Aralık 2021, https://www.dw.com/tr/yorum-aysel-tu%C4%9Fluku-serbest-b%C4%B1rak%C4%B1n/a-60254503. (en son erişim tarihi: 24.01.2022)

[16] “Barolardan çağrı: Aysel Tuğluk serbest bırakılsın”, Bianet – Bagimsiz Iletisim Agi, 24 Ocak 2022, https://www.bianet.org/bianet/insan-haklari/256659-barolardan-cagri-aysel-tugluk-serbest-birakilsin. (en son erişim tarihi: 24.01.2022)

[17] “Kadın örgütlerinden Aysel Tuğluk için özgürlük çağrısı”, Bianet – Bagimsiz Iletisim Agi, 21 Aralık 2021, https://www.bianet.org/bianet/insan-haklari/255106-kadin-orgutlerinden-aysel-tugluk-icin-ozgurluk-cagrisi. (en son erişim tarihi: 24.01.2022)

[18] “‘Aysel Tuğluk İçin Özgürlük’ isteyen kadınların sayısı 5 bini geçti”, Ekmek ve Gül, 10 Ocak 2022, https://ekmekvegul.net/gundem/aysel-tugluk-icin-ozgurluk-isteyen-kadinlarin-sayisi-5-bini-gecti. (en son erişim tarihi: 24.01.2022)